Perşembe günkü “Recep Bey Adnan Bey olmasın!” başlıklı yazıma gelen maillerden anlıyorum ki bazı okuyucularım bu benzetmeden hoşlanmamış. Kimileri hakaret etmekten de kaçınmayarak “saçmaladığımı” söylemiş. Olur ya! Onlar da öyle düşünmüş deyip geçebilirdim. Ama sanırım bu konu biraz daha üzerinde durmayı hak eden bir konu.
Ben, simge, sembol ve işaretleri yorumlamak anlamına gelen “semiyoloji”yle ilgisi olan biri değilim. Bunu yapan ve Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını bu çerçevede yorumlayan yazarlar oldu. (Mesela Emre Kongar). Ama yine de 27 Mayıs’a bir hafta kala ve ilk olarak “Adnan Menderes” için kullanılmış “Adnan Bey” ifadesiyle “Recep Bey” ifadesi arasında bir ilişki kurmak akla çok uzak gelen bir ilişkilendirme gibi gelmiyor bana. En azından “Recep Bey” ifadesi kimilerinin iddia ettiği gibi Tayyip Erdoğan’a sıradan vatandaş olduğunu hatırlatmak için kullanıldı demekle bence en azından aynı ağırlıkta.
Siyasette sembollerin kullanılması bize özgü değil. Her toplum da siyasette sembol kullanmıştır ve eminim çeşitli örnekleri de hemen aklınıza gelmiştir. Kurultay konuşması ise, olayların akış hızıyla neredeyse ters orantılı bir “üzerine düşünülmüşlük” duygusu veren bir konuşmaydı bence. Bu söylediğim içerik açısından çok, konuşma boyunca kullanılan sembollerle ilgili.
Örneğin Kılıçdaroğlu’nun kurultay salonuna “kravatsız” girmesi bunlardan ilk göze çarpanıydı. Daha sonra delegelerin arasına girerek onlarla oturması ikinci önemli sembolik tavırdı. Ya da konuşmasının sonunda “kasket” takması.
Kılıçdaroğlu bu sembolik tavırlarla hem topluma ve hem de delegelere “sizden biriyim” demek istiyordu. Doğrusu bunların ilk ikisiyle benim bir sorunum yok ama sonuncusunun gereksiz bir popülizm olduğunu söylemem gerek.
Ama daha sonra “Recep Bey”li, Kılıçdaroğlu’nun “yumuşaklığına” pek de uymayan sert üslûbu ve arka planda Ergenekon davasında “sanık” olan kişilerin görüntüleriyle birleşince verilmek istenen duygunun da sert olduğu, masumane olmadığı düşüncesine yöneltti beni. “Adnan Bey” benzetmem de bu nedenle. Yanılıyor da olabilirim hoş. Dedim ya semiyotik uzmanı değilim ben.
Ama elinizi vicdanınıza mı koyarsınız, aklınızı gönlünüze mi bilmiyorum ama Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu bir tür “tarihî hesaplaşmalarla” dolu değişim sürecinde, Cumhuriyet’i kuran partinin kurultayına iki hafta kala, açıklanması pek kolay olmayan bir “kaset skandalı” olmuşsa…
Arkasından neredeyse gün geçmeden bazı medya kuruluşlarının yazarlarınca Baykal istifaya çağrılmışsa…
Yine “aday olmayacağım” açıklaması üzerinden daha iki gün bile geçmemişken Kılıçdaroğlu fikir değiştirip aday olmuşsa…
Partide Baykal’ın sağ kolu Önder Sav sanki Baykal’ın iradesini yansıtıyormuş gibi Kılıçdaroğlu’nun adını zikretmişse…
Ve sonunda Baykal’a en yakın isimlerden Yılmaz Ateş, bu işte bir iş var deyip “gizli bir el”den söz etmişse biz neden bu “rüzgâr”ın da birileri tarafından yaratılmış bir rüzgâr olduğunu düşünmeyelim ki?
Her neyse tabii ki şunu düşünmek çok zor değil. Birileri kurultayı bu minvalde tasarlamış olsa da toplumun ve dolayısıyla delegelerin de değişim taleplerinin olduğu bir gerçek. Kurultayın yarattığı rüzgâr da bu nedenle.
Doğrusu bu düşüncenin de bir gerçekliği olduğunu düşünüyorum ben. O nedenle de kimilerinin önerdiği gibi “Kılıçdaroğlu’ya avans” verilmesi gerektiğine de inanıyorum.
Ama benim söylediğim bir “avans” vermek için gerekli olan, kurultayda ifade edilen düşüncelerin ve kullanılan sembollerin böyle bir avans vermeyi anlamlı kılması gerektiği. Bu çerçeveden baktığımda da Kemal Kılıçdaroğlu’nun söyleminin geleneksel “ulusalcı” CHP söyleminin daha popülistleştirilmesinden öte bir içerikte olmadığı.
O kadar!
Yok, eğer siz diyorsanız ki Kürt sorununu da, Alevi sorununu da, başörtüsü sorununu da, yoksulluk ve işsizlik sorununu da çözmenin yollarını CHP topluma çok yakında gösterecektir. Buna hiçbir itirazım olmaz ve aksine bu adımları da alkışlarım.
Ama doğrusu hâlâ ısrarla Kürtlerin yoksulluğu ile onların kimlik talepleri arasında doğrudan bir ilişki kurup, “karınlarını doyurursak kimlik talepleri de ortadan kalkar” diyorsanız, emin olun ki ya ülkede olan bitenden hiçbir şey anlamamışsınız ya da niyetiniz başka.
İtirazımız da buna…