Pazar akşamı Netflix’te Fransız Yönetmen Romain Gavras’ın “Athena”sını hayranlıkla izledim. Bir Yunan trajedisinden uyarlanan “Athena”, Paris’in bir banliyösündeki dışlanmışların isyanını olağanüstü bir tempo ve belgesel tadında bir gerçekçilikle anlatıyor. Film, bir yalan haberin, kırılgan bir toplumsal yapıyı, birkaç saat içinde nasıl darmadağın edebileceğini göstermesiyle de çarpıcı… Ne yazık ki, Türkiye’de hiç yabancısı olmadığımız bir tehdit bu…
Hemen ardından, geceyarısı, İtalya’da Mussolini hayranı bir aşırı sağcının iktidara yürüyüşünü canlı yayında izlemek, filmin etkisini katladı. Avrupa, uzun süre görmezden geldiği yoksulluk, gettolaşma, işsizlik, ırkçılık, göç gibi sorunlarla, şimdi kangrenleşmiş halde yüzleşiyor. Sorunların kökeninde yatan adaletsiz küreselleşmeyi fark etmeyip çözümü, otoriterleşmede, içe kapanmada, mülteci düşmanlığında arıyor. İtalya’da Meloni’nin “Tanrı, vatan, aile” sloganıyla ve mülteci-LGBT karşıtlığıyla oy alması sürpriz değil. Eski konforunu yitiren Avrupa’nın beyaz nüfusu, sömürgeci geçmişine ve dışlayıcı politikalarına değil, onun sonuçlarına bakıyor ve “Mültecileri gönderelim, uyumsuzları da hapsedelim” formülüyle devasa sorunları çözebileceğini sanıyor.
İngiltere’nin AB’den kopuşu, Fransa’da Le Pen’in yükselişi, Almanya’nın yeniden silahlanma kararı alışı, Ukrayna savaşı ve nihayet İtalya’nın seçimi, bir yıl içinde yaşlı kıtanın nasıl yörünge değiştirip savrulduğunu gösterdi. Bu tehlikeli dönüşümden, Türkiye de payını alıyor: Mülteci düşmanı fikirlerin ve liderlerin yükselişi, Avrupa’daki bu neo-faşist yönelimden bağımsız değil.
Eupinions şirketinin M100 Kolokyumu için yaptığı araştırma sonuçlarına göre Avrupalıların yaklaşık yarısı, ülkelerinde demokrasinin işleyişinden memnun değil. Yüzde 70’i, işlerin doğru yönde ilerlemediğine inanıyor. Siyasetçilere güven dip seviyelerde.
Akılcı siyaset, beklentiyle gerçeklik arasındaki bu farkı kapatamazsa, elindekini de kaybetme korkusu içindeki kitlelerin otoriterliğe yönelmesi kaçınılmaz görünüyor.