“Almanya’nın Sheakespeare’i” olarak bilinen Schiller’in doğum yeri olan Marbach’daki Alman Literatür Arşivi, adeta bir yazarlar mabedi… Yeraltında uçsuz bucaksız labirentlerdeki yeşil karton kutular, binlerce Alman yazarın el yazmalarını, notlarını, özel eşyalarını, büstlerini, resimlerini saklıyor. Bu olağanüstü hazineyi ziyaret şansı buldum geçen hafta… Arşivin yöneticilerinin nazik misafirperverliği sayesinde, Schiller’in, Kafka’nın yazılarını, Stefan Zweig’in veda mektubunun taslağını, Hannah Arendt’in kitap notlarını, Brecht’in el yazmalarını görme ayrıcalığına kavuştum.. Ama ziyaretimizin asıl nedeni, Arşiv’in, Mohamed Anwar’la birlikte kaleme aldığımız çizgi romanımız “Erdoğan”ı kütüphanesine kabul etmesiydi.
Bu, sıradan bir karar değil: Çünkü Alman Literatür Arşivi, adından da anlaşılacağı gibi, Almanca yazan, Alman yazarların eserlerini ve onlardan kalanları arşivleyen bir kurum… Türkiye’den gelen ve Almanca yazmayan bir yazarın eserinin Arşiv’e kabulü, önemli bir değişim işareti… Çünkü bu kararla, Alman olmayan, Almanca yazmayan, ama Almanya’da yazan yazarların da Alman edebiyatına dâhil olduğu kabul ediliyor. Çok sayıda göçmen için bir çekim merkezi olan Almanya, bazen bir dezavantaj olarak görünen bu akını, zenginliğe dönüştürüyor. Edebiyatın, dili aşan zenginliğini sergiliyor. Bu kararla Arşiv, bir başka radikal adım daha atarak, çizgi romanı da edebiyat kapsamında gördüğünü belirtmiş oluyor.
Tarihi arşivde, onca değerli ismin arasına kabul edilen ilk Türkiyeli yazar olmaktan onur duydum. Kitabın kabulü vesilesiyle düzenlenen söyleşide, Arşiv’in yöneticisi Sandra Richter ve Bakan Cem Özdemir’le beraberdik. Geziye, 1930’larda Türkiye’de sürgünde yaşamış Ernst Reuter’in oğlu Edzard Reuter’in de katılması, ayrıca anlamlıydı.
Yazarların bedeni bazen ülkelerine, bazen sürüldükleri toprağa gömülüyor. Ancak belki de her yazarın asıl defnedilmek istediği yer, onu ebediyete taşıyan, dünyanın ve tarihin diğer yazarlarıyla buluşturan bu tür bir arşiv… Bir gün, o yeşil kutulardan birinde olabileceğimi bilmek, sonsuzlukla buluşmak gibiydi. Beni ve kitabımızı Alman Edebiyat Arşivi’ne katanlara, sonsuz teşekkürler.
BİZE DAİR
Geçen hafta ayrıca Oslo Özgürlük Forumu toplantısında da Türkiye’den tek resmi davetli isimdim. Dünyanın hemen her köşesinden, sorunlarını anlatmaya gelmiş devasa bir mağdurlar ailesinin parçası gibiydim. Üç gün boyunca katıldığımız panellerde birbirimizin sorunlarını dinledik, ortak çözüm yolları üzerine kafa yorduk. Yeryüzü nüfusunun yarıdan fazlasının otoriter rejimler altında yaşadığı düşünülürse, Oslo türü toplantıların önemi daha iyi anlaşılır. Toplantıdan çıkan sonucu şu cümleyle özetleyebilirim: “Evet diktatörler güçlü ve birbirlerinden öğreniyorlar. Ama biz çok daha kalabalığız, güçlüyüz ve birbirimizden öğrenerek otoriter rejimlerin üstesinden gelebiliriz.”