- Farklı Biçimde Allâh Tasavvurları
- 1. Allâh-Melek Diyaloğu
“Kul hastalandığında Allâh ‘Gidin kuluma bakın, yardımcılarına nasıl davranıyor?’ diyerek iki melek gönderir. Melekler geldiğinde kul hamd ve sena içindeyse Allâh’a durumu bildirirler. Bunun üzerine Allâh ‘Kulumun ruhunu alırsam onu cennete yerleştirmem kulumun benim üstümdeki hakkıdır. Şifa verirsem etini daha hayırlı etle, kanını daha hayırlı kanla değiştirmem ve günahlarını affetmem hakkı doğmuştur.’ der.”[1] hadîsinde teşhis[2] ve intâk[3] sanatları ile bir aktarım yapılmıştır. Peygamber, böyle bir olayın tanığı olmamıştır. Ancak melek; hem yeteneklere hem de evrendeki yasalara denildiği için insanların algılaması için kişileştirilerek Tanrı ile konuşturulmuştur. Yani bir gerçek, bir kurgu[4] ve bir öyküleme yapılarak anlatılmaya çalışılmıştır. Çünkü Arapların en etkili anlatım yöntemi kıssacılıktı. Kıssacılık ise hayâlî varlıkları, inanılan üstün güçteki varlıkları kişileştirerek bir hikâye etrafında anlatmaya dayanır. Öyle anlatılır ki dinleyen öyle bir olayın tıpa tıp yaşandığını sanır. Hâlbuki ortada bir kurgulama vardır ve amaç kıssadan hisse çıkartmaktır. Bu rivâyette de hasta birinin kendine bakanlara iyi davranması, hastalığını ona buna şikâyet ederek mızmızlanmaması halinde daha iyi bir hayata kavuşacağı, mutlu günlere ulaşacağı anlatılmaktadır. Fakat kişinin hastalığıyla barışık yaşaması ve etrafına zarar vermemesi için geleneksel Tanrı-melek anlayışı etrafında hayâlî bir olay uydurulmuştur. Buna geleneksel anlatı tekniğinde temsîlî hikâyecilik[5] de denir.
“Allâh yeryüzünü yarattığında yeryüzü hurma dalı gibi sallanmaya balşayınca onu dağlar ile sabitledi. Bunun ardından melekler ‘Allâh’ım dağlardan daha şiddetli bir varlık yarattın mı?’ deyince Allâh ‘Evet, demiri yarattım.’ dedi; onlar, ‘Demirden daha şiddetli bir varlık yarattın mı?’ deyince ‘Evet, ateşi yarattım.’ dedi; onlar, ‘Ateşten daha şiddetli bir varlık yarattın mı?’ deyince ‘Evet, suyu yarattım.’ dedi; onlar, ‘Sudan daha şiddetli bir varlık yarattın mı?’ deyince ‘Evet, rüzgârı yarattım.’ dedi; onlar ‘Rüzgârdan daha şiddetli bir varlık yarattın mı?’ deyince ‘Evet, insanoğlunu yarattım.’ dedi.”[6] hadîsinde de kurgusal bir anlatım vardır. Bu hadîs insanların dağ, demir, ateş, su ve rüzgârdan daha dayanıklı olduklarını; insanın hepsine hükmedeceğini, dağları delip demirleri eriteceğini, ateşi kullanıp sudan yararlanacağını, rüzgâr enerjisinden faydalanacağını anlatmaktadır. Peygamber, Arabistan dışına ticâret için çıkmış ve o günkü dünyayı kısmen tanıyan biri olarak gördüğü gerçekliği bir kurgu içinde anlatmıştır. Kurgusal anlatımında yine Tanrı-melek metaforundan[7] yararlanmıştır. Çünkü bir mesele kutsal, korkunç ve soyut varlıklar üzerinden anlatıldığında Arapların ilgisini çekiyordu. Arap aklı ve Mezopotamya halkları gerçeği gerçek gibi dinlemek yerine fantastik[8] öykü içinde dinlemeyi seviyordu.
- 2. Gökte ve Bulutlarda Yaşayan Allâh
“Peygamber, bir câriyeye ‘Allâh nerede? deyince o da ‘Göktedir.’ der. ‘Ben kimim?’ diye sorunca da ‘Allâh’ın elçisisin.’ der.[9] Biri gelir ve Peygamber’e ‘Allâh varlıkları yaratmadan önce neredeydi?’ diye sorar. Peygamber de ona ‘İnce bir bulut tabakasındaydı.[10] Oranın altı ve üstünde hava yoktu. Arşı da su üstünde yarattı.’ der.”[11] hadîsinde Arapların Allâh tasavvurları anlatılırken diğer yandan Arapların Allâh hakkındaki mitolojik kurgusu dile getirilir. Bilindiği gibi Arap, Mısır, İran, Yahûdî ve Roma kültürü Anadolu ve Mezopotamya üzerinden birbiriyle karışmıştır. Birbirinden aldıkları tanrıların ismini değiştirseler de niteliklerini birkaç ilaveyle sürdürürler. Örneğin Zeus hem gök gürültüsü tanrısı hem de yıldırımlar fırlatan ve bulutları emrine çağıran tanrıdır. Tanrı’nın bulutlarda yaşaması şimşek ve yıldırımlara hükmetmesi demektir. Bu tür bir anlatım Tanrı’nın veya tanrısallığın ulaşılmaz bir güç olduğu, dehşet saçabildiği ve evrende istediği gibi hükmettiğini belirtir. Tanrı’nın havasız yerde yaşaması, insan-Tanrı ayrımını yapar ve Tanrı’nın insanüstü bir varlık olduğunu dillendirir. Arapların zihninde Allâh, göklerde tahtında oturan biridir. Allâh’ın tahtının su üstünde olması Allâh’ın sınırsız zengin olduğunu veya Tanrılığın zenginlik üzerine kurulduğunu dile getirir. Çünkü su zenginlik ve bolluk sembolüdür. O nedenle su gibi para para harcanır, sudan ucuz mallar bulunur.
Kur’ân’a baktığımızda Peygamber, yaşadığı toplumda teolojik[12] bir Tanrı tartışmasına hiç girmiyor. Çünkü Peygamber’in Allâh’ı ispatlama gibi bir derdi yok. Çünkü toplumda birbirine benzer Allâh inançları zaten var. Peygamber için âdil, özgür, barışçı, paylaşımcı, devrimci ve dayanışmacı bir toplum inşâ etmek önemliydi. Barış yurdu kurma yoluna girmiş bir devrimcinin insanların inançlarıyla uğraşması gerekmez. İnançlar barış devriminin önüne bir engel olarak çıktığında o inanç hangi dîn ve düşünceye ait olursa olsun ona karşı mücâdele edilir. Ama bu mücâdele fikre karşı fikir yöntemiyle yürütülür, hiçbir fikir mensubunun yaşam, eylem ve propaganda hakkı elinden alınamaz. Peygamber ile câriyenin diyaloğunda da câriyenin Muhammed’i tahtında oturan Allâh’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak görmesi Muhammed için bir problem değildir. Câriyenin özgürlüğüne kavuşması ve tüm kölelik zincirlerinin kırılması Muhammed’in birincil meselesidir.
Muhammed’in soru soran Arap’a verdiği cevap bir inanç değeri yaratmak değil, Tanrı’yı Arap’ın algılayacağı biçimde anlatma amacı güder. Muhammed, Arap’a “Biri kendine Allâh diyorsa öncelikle bitmez bir servete, tükenmez bir güce sahip olmalı, yaşamak için havaya muhtaç olmamalı; etrafımızda kendini Allâh gibi görenlerin Allâh olmadıkları buradan anlaşılmalı.” anlamında mesaj vermiştir. Böylece Peygamber “Besleyip büyüten, yedirip içiren, iş verip işsiz bırakan, özgür veya köle yapan, zenginlik kapılarını açan veya yoksulluğa mahkûm eden insanın zenginleri, yöneticileri ve güçlüleridir; ancak bunların hiçbiri Allâh değildir.” diyerek Tanrı’dan rol çalanların Allâh olmadıkları ve onlara karşı yürütülen savaşın Tanrı’yla savaş olmadığını anlatmaya çalışır. Hadîs, teolojik bir ilke öğretmez, devrim yoldaşlığı bilinci uyandırma hizmeti görür.
- 3. Cehennemin Boğazını Sıkan Allâh
“Cehennem âsîler atıldıkça sürekli ‘Daha yok mu?’ der. Bunun üzerine Rab cehennemin iki yakası bir araya gelene kadar üstüne ayağıyla basar ve cehennem Allâh’a ‘İzzet ve keremine yemin olsun ki yeter.’ diye seslenir. Bu sırada cennette fazlalaşma devam eder. Allâh, cennete özel yeni bir halk yaratır ve onları cennetin fazla kısımlarına yerleştirir.”[13] hadîsinde geçen cehennem, Kudüs’ün güneyindeki Hinnom Vadisi’nin Arapçalaşmış biçimidir.[14] Yahûdîlerin bazıları o vadideki Molek adlı bir toteme çocuklarını kurban ederken bazıları da bu totemin ortasında yanan ateşe çocuklarını atarak adakta bulunurdu.[15] Yahûdîler arasındaki bu sapkın âdeti Kral Yoşiya yasakladı.[16] Kralın yasağının ardından Hinnom Vadisi (Ge-Hinnom) hem şehir çöplüğüne dönüştürüldü hem de kendisine mezar layık görülmeyen suçlu cenazelerinin atılıp yakıldığı bir yer oldu. Bu nedenle Gehinnom’a atılmak kişinin yanması, toplumdan dışlanması, yoksulluğa terk edilmesi, her türlü nimet ve imkândan uzaklaştırılması ve aşağılanması anlamı taşıyordu.
Yahûdî kültürü içinde doğan İncil’e göre Ge-Hinnom’a atılmaktansa yanlış yapan eli ve ayağı kesmek veya gözü oymak daha iyiydi.[17] İncil’de Tapınağın onurunu kirleten, dîni şahsî geleceği veya iktidârların çıkarı için kullanan dîn sınıfı Hinnom Vadisi’ne atılmakla tehdit edilir.[18] İncil’de bir yandan sonsuz yaşam ve sonsuz ölüm fikri işlenirken[19] öte taraftan Tanrı krallığına ihanet edenlerin ateş gölüne atılacağı tehdidi Ge-Hinnom deneyimi üzerinden hatırlatılır.[20] Ge-Hinnom, tüm ayrıntısıyla Yahûdîlerden Araplara, Tevrat’tan İncil’e ve her ikisinden de Kur’ân’a cehennem diye geçmiştir. Aralarındaki ses değişiminin nedeni Arapça ile İbranice arasındaki G>C ses değişimiyle başlayan telaffuz farklarıdır.
Hadîste Tanrı, ayağıyla boğan; cehennem hırsla isteyen ve Tanrı’ya yalvaran yönleriyle insana benzetilmişlerdir. Buna Arap edebiyâtında kapalı istiâre denir. Ayrıca Tanrı ve insan kişileştirilerek teşhis sanatı yapılmış, cehennem konuşturularak da intak sanatı üretilmiştir. Bu hadîs, Mezopotamya halkları ile Araplarda antropomorfizmin[21] yaygın olduğuna bir kanıttır.
Hadîste insanların zihnindeki acı ve işkence mekânı insana benzetilip konuşturularak bir gerçeğe dikkat çekilmeye çalışılır. Bu vadinin “Daha yok mu?” diye insan istemesi kötülerin kötülük yapmaya hiç doymayacağını anlatır. İki yakanın bir araya getirilmesi veya boğaz sıkmak deyimleri, nefes almayı engellemek, ölümle burun buruna getirmek, acı vermek, tehdit etmek, korkutmak anlamlarına gelir. Tanrı’nın gerçekte insan gibi bir bacağı yoktur ve o bacağıyla da cehenneme bastırmamıştır. Gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan bu mecazlı anlatım, tanrısal değerler[22] olarak adlandırılan evrensel değerlerin her türlü kötülüğü yok edeceğini anlatmaktadır.
Devam edecek…
_____________________________________________________________________
[1] Age, 9. cilt, 3238 no.lu hadîs.
[2] Teşhis: Kişileştirme, insan dışındaki varlıklara insan özellikleri verme, onları insan gibi düşünme sanatı.
[3] İntâk: Konuşturma, nutuk söyle(t)me, insan dışındaki varlıkları insan mantığı çerçevesinde konuşturma.
[4] Kurgu: Kurmaca, fiktif, gerçeğimsi, akılda kurmak. Gerçeğe benzer biçimde zaman, mekân, olay ve kahraman yaratarak gerçekte olmuş hissi vermek.
[5] Temsîlî hikâyecilik: Sembolik anlatımlı öyküleme.
[6] Age, 10. cilt, 3263 no.lu hadîs.
[7] Metafor: Mecaz, istiâre, eğretileme. Bir şeyi başka şeye benzeterek anlatmak. (“Gül, kulak tıkadı.” cümlesinde gül insana birini dinlememekle benzemiş: “Ağaç, elbisesini çıkardı.” cümlesinde ağaç elbise çıkarmasıyla insana benzemiştir. Yoksa gerçekte ağaç elbise giyip çıkarmaz ve gül de duymamazlıktan gelmez.)
[8] Fantastik: Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, düş ürünü olan, hayâlî, düşsel, hayâl gücüyle yaratılan, düş ve bilinçaltı yoluyla gercegin dışına çıkan.
[9] Age, 9. cilt, 2710 no.lu hadîs.
[10] ‘Amâ(u): İnce bir bulut tabakası
[11] Age, 6. cilt, 1685 no.lu hadîs.
[12] Teoloji(k): Teolojiye ait, teoloji ile ilgili. Tanrı, vahiy ve peygamber konularını insanlığın o günkü bilgisi çerçevesinde açıklamaya çalışan bilgi alanı (na ait).
[13] Age, 14. cilt, 5126 no.lu hadîs.
[14] Ge-Hinnom (Hinnom Vadisi)
[15] Tevrat, Yeremya, 32: 35, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997; Tevrat, II. Krallar, 21: 6, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997; Tevrat, II. Tarihler, 28: 2-4, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[16] Tevrat, II. Krallar, 23: 10, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[17] İncil, Markos, 9: 43-47, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[18] İncil, Luka, 12: 4-5, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997; İncil, Matta, 23: 13-15, 33, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[19] İncil, Matta, 25: 41-46, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[20] İncil, Vahiy, 20: 13-15, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[21] Antro-pomorfizm: Kutsal ve insanüstü varlıkları insana benzeterek/insan nitelikleri vererek anlatmak.
[22] Sevgi, acıma, adâlet, kıst, dayanışma, direniş, özgürlük, kardeşlik, paylaşma.