Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) adli yargıdan seçilecek 7 asil 4 yedek üye ile idari yargıdan seçilecek 3 asil 2 yedek üye geçtiğimiz Pazar günü yapılan seçimle belli oldu.
Seçimin üstünden üç gün geçmesine karşın, seçimin anti demokratikliğinden hükümetin müdahalesine, seçilen kişilerin makam ve kişiliklerine kadar tartışmalar daha da derinleşiyor.
Bu seçim, olacaklar ve olabilecekler, referandumdan beri tartışılıyordu. Çünkü hükümet cenahı ve onun her köşedeki sözcüleri bu seçimi bir “adli devrim” olarak gösterirken, böylece artık yargının kendi ayakları üstüne kalkacağını, “bağımsızlaşacağını” iddia ediyorlardı.
Ne var ki seçim startının verilmesiyle, hükümetin seçime müdahale edeceği, kendine yakın olanların kazanması için her yola başvuracağını iddia edenler haklı çıktı. Adalet Bakanlığı ve bakanlık üst bürokrasisinden yargıçlara “Siciliniz bizde!” tehdidine varan baskılar “Adalet Bakanlığı’nın 10 kişilik bir anahtar listesi olduğuna” kadar geldi; listeler gazetelerde yayımlandı!
Elbette beklendiği gibi Adalet Bakanlığı; bütün bu iddiaları reddetti; seçimlerin gayet adil olarak yapılacağı konusunda da “teminatlar” verdi.
Seçim yapıldı ve görüldü ki; “Ankara listesi” “Adalet Bakanlığı’nın listesi”, “AKP listesi” diye gösterilen 10 kişiden tümü de büyük oy farkıyla seçilmişti. Dolayısıyla “liste yok” diyen bakanlığın doğru söylemediği; “bu listede adları basında çıkan 10 kişinin de seçilmesiyle” Adalet Bakanlığın listesi olduğu ortaya çıktı!
Çıktı da ne oldu?
Hiçbir şey!
Ortaya çıkan skandalı Adalet Bakanı, “YARSAV’lılarn marjinal tutumlarının yargıç ve savcıların itibar etmediğinin göstergesi” olarak gösterdi.
HSYK seçimi ile en ilginç tepkiyi ise; aylardır anayasa değişikliğini “yargı devrimi” yapıldığını iddia edip, “Yetmez ama evet demeliyiz” diye halka çağrılar yapan eski solcu liberallerden geldi. Kimisi; “Böyle şey olmaz, bu seçim tek partili dönemlerin seçimleri ne kadar demokratikse o kadar demokratik bir seçimdir!” derken, bazıları da sadece sitem etmekle yetindiler.
Öyle anlaşılmaktadır ki bu tartışmalar bir süre daha; “Bakanlık seçime müdahale etti; “Bu AKP’nin HSYK’sıdır” filan denecek. Sonra AKP propagandası; ”Canım ne var seçimlerde de partiler aday göstermiyor mu; adayları desteklemek ya da karşı olmak demokrasinin gereği değil mi?” diyerek bütün bu yaptıklarına “meşruiyet” kazandırmak isteyecek!
Sonra iktidarlar değişecek eğer emekçiler iktidara gelmemiş ya iktidarı kuşatan bir güç oluşturamamışsa, bugün AKP’yi eleştiren CHP, aynı şeyleri yapacak. Tıpkı; kendisine karşı olanlardan kuruluyken “YÖK’ü kaldıracağız” diyen AKP’nin bugün “YÖK’ü savunması” gibi!
Burjuva-gerici güçlerin demokrasi anlayışı böyle!
Onlara “oy veriyor mu, seçim yapılıyor mu” gerisi hikâye! Hele oyun yönünü kendi kontrol ediyorsa, tam “yeme de yanında yat” böyle demokrasinin!
Yöntem açısından bakılınca sanki bugünkü seçimler önceki duruma göre daha demokratik görülebilir ama sonuçta, meslekten kişilerin meslekten kişileri seçtikleri, bürokratik bir seçim ancak bürokratlar arasında bir demokrasi ilişkisine karşılık gelir. Devlet ve hükümet gücü karşısında bu bile gerçekleşemez.
Onun içindir ki; gerçek bir demokraside yargıçları yargıçlar değil halk seçer; halk denetler. Ve yine halk görevden alır. Böyle bir adalet sistemi içinde de HSYK diye bir kuruma ihtiyaç yoktur. Belki meslek ahlakı ve bilimselliği destekleme, bazı bürokratik işler yapma bakımından böyle üst kurumlar olabilir.
Demokrasi adına bu kadar laf edenler; daha da önemlisi bu laflarla aldatılan emekçiler, bir de bu açıdan bakmalıdır olanlara! Halkın seçtiği yargıçların da denetimini, verdikleri karalarını doğruluğu üstünden bizatihi halk yapabilir.
Batı ülkelerinde adli sistemde bir demokrasiden söz edildiği yerlerde de az çok demokrasinin yaşandığı dönemden kalan “kurumlar” vardır. Ve o ülkelerde adalete hâlâ güveniliyorsa, onu da bu eskiden kalan mekanizmalar sağlamaktadır. Örneğin halk jürilerinin karar verdiği mahkemeler sistemi gibi!
Evrensel
