Geleceğin belirsizliğini yitirdiği, vaat olmaktan çıkıp tehdide döndüğü bu zamanlarda genç olmak neye benziyor? Sınav kâğıdı gizemli bir biçimde kayıplara karışan Pınar, imam hatip lisesine gitmemek için şehir değiştiren Azad; yurt dışında, hem de en iyi üniversitede okuma hayaliyle yaşayan Beyza, okulu bırakıp çalışmaya başlayınca “işkence” ile tanışan Gürhan anlatıyor.
Yani dediler ki, sen yoksun. Seçenekleri karalanmış bir cevap kâğıdı, beyaza yayılmış siyah lekelerle şifreli bir haritayı andırıyor. Hayatın yeni evresini, aslında sonraki tüm hayat yolunu işaret eden bir kâğıt. Çocuklar, gençler zihinlerini dar zamanlara sıkıştırarak “bildikleriyle” sınanırken, o yaşlara birlikte geldikleri eşitsizlikler ve onlar için çoktan karalanmış bir geleceğin eşkâli, optik okuyucuların sökemeyeceği o asıl haritayı çiziyor.
Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde yaşayan 8. sınıf öğrencisi Pınar da bu yıl haziran ayında Liselere Geçiş Sınavı’na (LGS) girdi. Karı-koca restoran işleten ailesi güçleri yettiğince dershaneye göndermişti kızlarını; bütün yıl da çalıştı. Sonuçların açıklandığı gün Pınar beklemediği bir şeyle karşılaştı; hiçbir gerekçe olmadan sınavı iptal edilmişti. Gençlerin hayatlarında bu kadar az söz sahibi oluşları, görünmezlikleri daha berrak nasıl ifade edilebilir: Pınar’ın sınav kağıdı kaybolmuştu. Hangi aşamada, nasıl, bunun sorumlusu kim, hiçbir açıklama yapılmadı, çözüm önerilmedi. İlk konuştuğumuzda şaşkın, küskün, “Herkesin nereye gideceği belli, bir benim değil” diyordu.
İnanması güç ama bu kadarla da kalmadı. Bir süre sonra aile Bahçe Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nden bir telefon aldı. Sınavı iptal edilen Pınar Akbaş, evlerine 80 km uzaklıktaki bu okulu tercih etmiş görünüyordu. Başvurdukları resmi merciler “Allah allah bu nasıl olur”un ötesine geçecek bir karşılık vermedi. Annesi Sevgi Akbaş “Beynimiz durdu. Böyle bir şey ancak Türkiye’de olur herhalde” diyor öfkeli. Suç duyurusunda bulundular, olay savcılıkta. Bu yıl açıkta kalmamak için Pınar da evlerine yakın bir okula kaydoldu.
İleride askeri okula gitmek istediğini söylüyor Pınar; dayısından özenmiş. Belki değişir lisede fikrin diyorum, “Sanmıyorum” diye karşılık veriyor. Bütün bu başına gelenler hakkında “Olacağı varsa olur diyorum ama bir yandan umutsuzum. Belki bu tüm geleceğimi etkileyecek” diyor kaygıyla. “Olacağı varsa olur” ile başka defalar da kendini yatıştırmak zorunda kalacağı, görünmez hissetmenin farklı yollarıyla tanışacağı bir hayat bekliyor onu muhtemelen. Yaşadığımız ülke, tanık olduğumuz zaman ne yazık ki bizi buna hazırlıyor.
‘ÜÇ ÇOCUKLAR’ BÜYÜYOR
Franco “Bifo” Berardi, Gelecekten Sonra adlı kitabında geleceğin tersine dönüşünden söz ediyor. İlerleme metaforlarıyla tahayyül edilen, kalkınmayla, bilgiyle, mevcut çelişkilerin çözülmesiyle insan evreninin büyüyeceği, daha iyiye yakınlaşacağı gelecek fikri artık yok. Berardi, Paris’in banliyölerinde yaşayan gençlerle uzun terapi süreçlerini aktaran Miguel Benasayag ve Gérard Schmidt’e değiniyor bir noktada. Onlara yaptığı atıfta, bu dönüşümün gençler için manası yatıyor; gelecek artık vaat değil, tehdit.
Türkiye’den konuşurken, modernizm, kapitalizm tahlillerinin üzerine, bu gençlerin tahripkâr bir neoliberalizm uygulayıcısı, fikir ve ifade özgürlüğünü kendine risk sayan otoriter bir rejimden başka bir şeye tanıklık etmediklerini eklemek gerekiyor. Okullar her daim devletin minik bir hap olarak öğrencilerin zihinlerine atıldığı yerlerdir; fakat AKP ile geçen yıllarda, bilime, özgür düşünceye alınan mesafe, “dindar ve kindar” nesiller yaratmanın açık gayesiyle eğitim sistemine yapılan sistematik müdahale, manzarayı daha da grileştiriyor. Buralardan geçtiler ve onları bekleyense ne yazık ki işsizlik riskini enselerinde duyacakları ya da hayallerinin gerisinde işlere rızadan başka şans bırakılmayan bir gelecek. Rant ve ilişki ağının ilk halkasına girmek o kadar kolay değil; AKP tavsiyeli ilk “üç çocuklar” büyüyor ve aslında onlar da tam bu geleceğe doğru yürüyor.
Eğitim sistemindeki din odaklı dönüşümler, 16 yaşındaki Azad’ın tüm ailesinin hayatını değiştirdi. LGS sonuçlarına göre, “mecburen” yazdığı imam hatip lisesine gitmesi gerekiyordu. Her yolu denediler, müdür nakil vermemekte diretince bir karar aldı aile, Diyarbakır Bismil’den İstanbul’a taşındılar. Babası şoförlük yapıyor Azad’ın, annesi çalışmıyor. Eskiden “düz” lise olan artık Anadolu Lisesi olarak geçen bir okula gidiyor şu an. Üç küçük kardeşinden biri okulu bırakmış, bir akrabalarının cep telefonu ve spot eşya üzerine işinde çalışıyor; diğerlerinin eğitimi devam ediyor.
‘KANKA, SEN GİT O ZAMAN’
Sadece bu göç bile bir gencin hayatında radikal değişim demek. “Benim gibi insanların arasından, bana muhalif olanların arasına geldim” diyerek başta korkmuş. Belli ki sık sık “Okulda bir ırkçılık görüyor musun?” diye soran babası ondan fazla endişelenmiş. Azad, çok muhafazakâr bir mahallede oturduklarını ama 90’larda göç etmiş çok Kürt yaşadığından ırkçılık görmediğini söylüyor. İleride ne yapmak istediğini sorduğumda “Geleceği olan meslekleri” düşündüğünden söz etmişti, neymiş derken, “hukuk” çıktı. Bu ülkede Kürtlerin gelecekte de avukata bolca ihtiyaç duyacağı sezgisiyle yapılmış bir yatırım mı bu? Gülüyor. Ama sonra daha ailesine bile açamadığı bir fikrini de ekliyor: “Buranın demokrasisini gördükçe benim neslim burada yaşamasın diye düşünüyorum bazen. Ülkücü arkadaşlarım da var. ‘Her şeyi çok eleştiriyorsun kanka, sen git o zaman’ diyorlar bana. Ama hayalin ne diye sor, onların da çoğu yurt dışında okumak istiyor. Z kuşağının geleceksizliği, sağcı, solcu bütün gençlerin sorunu. AKP’li genç de inan benim kadar geleceksiz. Torpilin yoksa hiçbir şey yapamayacağını herkes biliyor artık” diyor.
40’larının başındaki babasının yüksek okul okuma fırsatı siyasi sebeplerden dolayı olmamış. Hiç okula gitmeyen, okuma yazmayı sonradan öğrenen 30’larının sonundaki annesi ise üniversite konusunda Azad’ın en büyük destekçisi. 15-20 yıl sonrasını gözünde canlandırmasını istediğimde, öngörü değil hayalini paylaşmak istiyor Azad. Avukat ya da savcı olmuş, annesine ev, kapısına da bir araba almış. Gerçeklerin farkında olmaktan kaynaklanan bir hayalciliği var. Sınav için şu anda büyük strese girmek istemediğini söylüyor, son birkaç yılda hayatının değişim hızı, önündeki birkaç yılı çok uzun hissetmesine neden oluyor.
Üniversite için kursa gitmeye güçlerinin olmadığını biliyor Azad. Bir ara bir arkadaşıyla bir öğrenci kafesinde garsonlukla birlikte müzisyenlik yapmış. Gitar çalıyor, şarkı söylüyor; hem geleneksel, hem rock seviyor. Ciwan Haco mesela, Duman mesela. “Sistem bize yanlış yaparsa müziğe yönelirim belki” diyor. Kafeye gelen bir müzik öğretmeni beğendiğini söylemiş bir defa. “Yanlış” dediği, üniversite sınavında hiçbir yeri kazanamama ihtimali. Biraz sesi değişiyor, bu kısmını uzatmak istemiyor. Bir B planının olması ona iyi geliyor şimdilik.