Kürtler, öncesini bir yana bıraksak bile 40 yıl aşkın bir zamandan beri kesintisiz olarak, hakları için mücadele ediyorlar. Bu taleplerini çeşitli eylemlerde, salon toplantılarında, mitinglerde; ulusal ve uluslararası sayısız platformda dile getirdiler, her gün de getiriyorlar; Anadilde eğitim hakkı, bölgesel özerklik, Türk ulusuyla eşit statü, ….diyorlar. Ya da son birkaç gündür Diyarbakır KCK davası vesileyle yeniden gördüğümüz gibi, Kürt siyasetçiler Kürtlerin taleplerini, Kürt sorunun demokratik bir biçimde çözümüne ilişkin taleplerini mahkeme önünde, müebbet hapis cezalarını göze alarak savunuyorlar. Ama bu eylemlerin, bu toplantıların ve mahkemelerdeki sayısız davanın hiç birinde, bir tekinde bile Kürtlerin “daha çok maneviyat”, “daha çok imam hatip”, “ daha çok yatıştırıcı vaaz”, “daha çok Kur’an kursu” talep ettikleri görülmedi.
Ne var ki, iki yıla yakın bir zamandan beri “Kürt açılımı”yla, Kürtlerin isteklerini dikkate alacaklarını; Kürt sorununu bu temelde çözeceklerini, bunun için her şeyi göze aldığını iddia eden AKP Hükümeti’nin şimdi gelip dayandığı çözüm; “manevi önlemleri artırarak sorunu çözmek”tir!
“Kürt açılımı”nın (böyle bir açılımın kalıp kalmadığı da belirsizdir ya) Koordinatör Bakanı olan İçişleri Bakanı Beşir Atalay; Diyanetişleri Başkanlığı’nın imamların bölgedeki vaazlarının ve öteki etkinliklerin yeniden gözden geçirdiğini ve teröre karşı daha etkin kapsayıcı ve etkileyici vaazlar verileceğini; bölge illerinde imam hatip ve Kur’an kursu sayısını artırılacağını söylüyor.
Referandum sonrasında ülke gündemini “türbana” kilitleyerek, “türban tartışması” arkasında HSKY’yı ele geçirdiğini gizlemeye çalışan, öteki oyunlarının üstünü örten AKP, bölgede de dini (maneviyatı), Kürtleri teskin etmeyi, Kürt ailelerin çocuklarını okutma bahanesiyle tarikatların ve AKP’nin kucağına itmeyi, sosyal yaşamda dinin etkisini daha da artırmayı amaçlamaktadır. Bundan da AKP’nin, Kürt sorununun ulusal hak eşitliği, halkların kardeşleşmesi temelinde değil; “din kardeşliği” üstünden, Ortaçağ değerlerine dayanarak çözmeyi amaçlamaktadır.
Ancak şu da bir gerçek ki; bu “Kürt sorununu maneviyatla çözme” girişimi yeni değil.
12 Eylül cuntacıları; sonradan Özal Hükümeti; Kürt köylerine Kuran’dan ayetler atarak, camiyi, şeyhleri seferber ederek halkı devlete başkaldırmanın dinen “günah”, PKK’ye yardım etmenin “dinden çıkmak” olduğuna ikna etmeye çalışmıştır. Kenan Evren’in meydan meydan gezip, Kur’andan ayetler okuyarak halkı yatıştırmaya çalıştığını o günleri yaşayan herkes bugün de bunları hatırlamaktadır.
“Dinin Türk toplumun yapıştırıcı zamkı” olduğuna inanan cunta ve ardılları, “Türk-İslam sentezi”ni devletin yeni ideolojisi ilan etmişlerdi!
Daha sonra dinin Kürtlere karşı bir koz olarak kullanılması görüşü, 1990’ların başında Kürtlere karşı “düşük yoğunluklu savaş” stratejine geçilmesiyle bu “Türk-İslam sentezciliği” Hizbullah’ın silahlandırıp PKK’ye karşı devletin yönlendirmesi ve desteğinde savaşa sokulması olarak biçimlendi. Bölgedeki camiler ve jandarma kışlaları Hizbullah’ın merkezleri haline getirildi. Bunu da hatırlıyoruz.
Şimdi aynı zihniyet; Kürt sorununu Kürtlerin taleplerini karşılayarak değil, dini ve dini etkiyi kullanarak çözme zihniyeti, bugünün koşullarında; vaazların politikleştirilmesi, caminin, imam hatiplerin, Kur’an kurslarının bu siyasetin aleti haline, Kürt siyasetine karşı bir mücadele merkezine döndürülerek amaçlarına varmak istemektedir.
Referandum sürecinde tarikatları, şeyhleri, bölgedeki burjuvaziyi yakınlaştırarak Kürt siyasi güçleri karşısında yeni bir seçenek yaratmayı amaçlayan hükümet, devlet olanaklarını ve camileri kullanarak (bunlara imam hatipleri ve Kur’an kursların ekleyerek) yeniden bir hamleye hazırlanmaktadır.
Bu tehlikeli, daha önce denenmiş; sadece sorunu daha çetrefilli hale getirmiş bir yoldur. Ancak bölgede başarılı olmak için gözünü karartmış AKP’nin bu yolda ısrar edeceği de anlaşılmaktadır.
Evrensel
