Bir toplumun çöküşü, çoğu zaman sanıldığı gibi büyük savaşlarla, doğal afetlerle ya da dış saldırılarla başlamaz. Asıl çöküş, görünmez bir hastalık gibi içeriden yayılır; toplumun ruhuna, değerlerine ve vicdanına sirayet eder. Bu sürecin en tehlikeli ve sinsi aktörü ise negatif seleksiyondur.
Peki nedir bu negatif seleksiyon?
Kısaca söylemek gerekirse, kötüyü ödüllendirip iyiyi cezalandırmaktır. Bu sistemde ahlaklı, dürüst, çalışkan ve liyakat sahibi insanlar görmezden gelinir, hatta engellenir. Öne çıkarılanlar ise çıkarcı, yalaka, ahlaki esnekliğe sahip, paragöz bireylerdir. Çünkü onlar, sistemin çarklarına uyum sağlar. Direnmezler, sorgulamazlar. Yalnızca itaat ederler. İşte bu itaat, çürümüş bir sistemin can suyu olur.
Toplumun Rol Modelleri Değiştiğinde…
Toplumun önüne kimler “başarılı” olarak sunulursa, gelecek nesiller de onlara benzemek ister. Bir ülkenin ekranlarını, sosyal medyasını ve vitrinlerini kimler dolduruyorsa, gençlik de oraya yönelir. Artık bilim insanı olmak isteyen çocuk sayısı azalır, çünkü televizyonlarda bilim insanı yoktur. Onun yerine kolay yoldan para kazananlar, skandallarla gündeme gelenler, sırf görünürlüğü yüksek diye “Etkileyen” etiketiyle kutsanan insanlar vardır. Kısa vadede eğlenceli görünen bu tablo, uzun vadede çok ağır bir fatura çıkarır: Ahlaki dejenerasyon.
Kurumlar ve Değerler
Negatif seleksiyon sadece bireyleri değil, kurumları da hedef alır. Devlet dairelerinden üniversitelere, şirketlerden medya organlarına kadar her yerde “sadakat” liyakatin önüne geçtiğinde çürüme başlar. Torpille iş bulan biri, hak ederek gelen birini ezdiğinde sadece bir birey değil, bir sistem zarar görür. Adaletin olmadığı yerde güven, güvenin olmadığı yerde huzur barınamaz. Düşünün, bir hakim adaleti değil iktidarı gözetirse, bir öğretmen bilgiyi değil konforunu seçerse, bir gazeteci gerçeği değil rantı savunursa ne olur? Toplumun tüm damarlarına zehir yayılır.
Tarihten ve Günümüzden Örnekler
Tarih bu tür çöküşlerin örnekleriyle doludur. Roma İmparatorluğu, yalnızca barbarlar yüzünden değil, içeride yozlaşan ahlak ve kurumlar yüzünden çöktü. Osmanlı’nın çöküş sürecinde ehliyet yerine sadakat, bilim yerine dogma geçti. Yine aynı şekilde, Sovyetler Birliği’nde liyakat değil partiye bağlılık ön plandaydı. Sonuç? Ekonomik çöküş, toplumsal bunalım ve çürümüş bir sistem.
Günümüzde ise birçok toplum benzer krizleri yaşıyor. Bazı ülkelerde liyakatsizlik ve yolsuzluk öylesine sıradanlaşmış ki, halk artık şaşırmıyor bile. Bir ihale usulsüzlüğü, bir yolsuzluk haberi ya da akademideki kayırmacılık artık haber değeri bile taşımıyor. Toplumun refleksleri körelmiş durumda. Çünkü “doğru olan” değil, “işine yarayan” doğru kabul ediliyor.
Peki Çözüm Nedir?
Umutsuzluk kolaydır ama sorumluluk almak zordur. Bu yüzden çözüm, her bireyin kendi vicdanında başlar. Çünkü sistemler insanlar tarafından kurulur, insanlar tarafından bozulur. Her meslekte, her kurumda, her bireyin kendi alanında dürüst kalma direnci, bu çürümeyi durdurabilecek en güçlü ilaçtır. Bir öğretmen, idealist kalabilir. Bir doktor, vicdanlı olabilir. Bir iş insanı, etik değerlerden sapmadan büyüyebilir. Kolay değil, ama imkansız da değil.
Ve en önemlisi: Gerçek rol modelleri tekrar sahneye çıkarmak gerek. Topluma, özellikle gençliğe şunu göstermek gerek: Başarı sadece zenginlik veya şöhret değildir. Gerçek başarı, karakterdir. Emeğinle, onurunla, bilginle bir yere geldiğinde, sadece kendini değil toplumu da yüceltirsin.
Sonuç Yerine
Ahlak, toplumların görünmeyen omurgasıdır. O omurga kırıldığında, hiçbir sistem ayakta kalamaz. Negatif seleksiyon, işte bu omurgaya saplanan bir hançerdir. Ve eğer bizler, iyiliğin cezalandırılmasına sessiz kalırsak, kötülüğün ödüllendirilmesine alışırız. O zaman da toplum olarak yalnızca geçmişiyle övünen, geleceğinden umudu kesmiş bir kalabalığa dönüşürüz.
Ama her şeyin başlangıcı da sonu da bireydedir. Hepimiz, bu düzenin ya kurbanı ya da değiştiricisiyiz.
Seçim bizim.