Kurtulmuş’un seçimi: Adalet ve özgürlük davasının liderliği mi, yeni bir fırka hareketi mi?
SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un, İslami kesimin gazeteci, yazar ve STK temsilcilerinin SP içindeki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerini ve bundan sonrası için önerilerini dinlediği İstanbul’daki istişare toplantısında muhtelif şekillerde söylenmiş olsa da ağırlıklı kanaat yeni bir partinin kurulması yönündeydi. İslami kesimin entelijansiyası, Kurtulmuş’un SP içinde kalmasının artık anlamsızlaştığını, altmış yıllık bir siyasi harekette bunca yıl sonra parti içinde yaşanan gerilimin dışavurum tarzının tam bir hayal kırıklığı olduğunu ısrarla vurguladılar ve böyle bir ortamda ne siyaset yapılabileceğini, ne de Türkiye’ye umut vadedilebileceğini savundular.
Bu yorumlar bütünüyle haklıdır, hatta SP içindeki Kurtulmuş karşıtı cephenin neredeyse bu karşıtlığını herşeyi mübah sayarak yürütmeye başlaması da buradan itibaren SP içinde kalmanın Kurtulmuş için siyaseten de zararlı hale geldiğini gösteriyor. Nitekim öyle anlaşılıyor ki bütün o saldırıların amacı aslında Kurtulmuş’u istiskal ve tezyif etmekti. Saldırılar karşısında zaafa uğramış lider görüntüsünü inşa etmeye gayret gösteren militanizm, Kurtulmuş ve arkadaşlarını Milli Görüş hareketi içinde böylelikle yalnızlaştırabileceğini, ona destek vermeye niyetlenmiş tarafsızların gözünü korkutmayı ve parti içinde elinde sopası da olan bir otorite bulunduğunu kanıtlamayı hesaplamış olmalıdır. Öte yandan, artık anlıyoruz ki saldırganları azmettirenler, Kurtulmuş ve taraftarlarının bu saldırılara karşılık vermeyeceğini bildiklerinden saldırıları süreklileştirerek Kurtulmuş’un siyasette tutturmaya başladığı yeni mayayı da çürütmeye çalışıyorlardı. Bu yeni mayayı çürütme çabasını, CHP’li entrika ustası Sav’dan ve 2007 krizinin mucidi Kanadoğlu’ndan alınan akıllara neden gerek duyulduğu sorusunun cevabıyla birleştirmek icap eder.
Kurtulmuş ve arkadaşlarının bütün bu entrika, pusu ve fitne fesat işleriyle mücadele ederek mesai ve enerjiyi faydasız sahada tüketmek yerine temiz, taze ve yeni bir umudu Türkiye’nin önüne koymak üzere yola çıkmaya karar vermiş olması kuşkusuz çok yerinde bir karardır.
Bununla birlikte, İstanbul’da gerçekleşen istişare toplantısında ağırlıklı görüş Kurtulmuş ve arkadaşlarının yeni bir umudun siyasi örgütünü oluşturmaya teşvikte yoğunlaşmışken bendeniz meseleye farklı bir açıdan bakılması gerektiğine dikkat çektim.
Kendi aralarında yeni bir siyasi parti kurma görüşünün ağırlık kazandığı anlaşılan Kurtulmuş ve arkadaşları için durumu şöyle analiz ediyorum:
İktidardaki AK Parti’nin, kurulduğu 2001 yılında, gelenek ve ana gövdenin (tarihsel karşılığıyla söylersek “sünnet ve cemaat ahalisi”nin) temsil makamına oturduğunu, anlaşıldığı kadarıyla bir tek Erbakan ve arkadaşları ve onun SP’nin yönetimine sokma uğruna partisinin kundaklanmasını bile göze aldığı bilgisiz ve basiretsiz çocukları anlayamamıştır. Erbakan’ın (hangi göz kamaştıran özelliğiyle olduğu bilinmez!) vazgeçilmez GİK üyesi kızı bir röportajda, Erdoğan ve arkadaşlarını partiden ayrılacaklarını akıllarının ucundan geçirmediklerini ve AK Parti’nin 2002’de aldığı oya çok şaşırdıklarını söylemişti. Basiretsizlik ve öngörüsüzlük konusunda bu çocuklardan aşağı kalmayan büyüklerin de o günlerde neler olup bittiğini hiç anlamadıklarının sayısız örneği var. Oysa AK Parti, hem kurulduğu andan itibaren “gelenek ve ana gövde”nin temsil makamını bütünüyle kapladı, hem de aradan geçen uzun zaman boyunca (şimdilik 8 sene) temsiliyet kabiliyetini hiç kaybetmedi. Hal böyle olunca Erbakan ve arkadaşlarının partisine kalan (önce FP, sonra SP ile) ancak “taraftar fırkası (şia)” olabilmekti. Öyle de oldu. AK Parti’nin iktidar yıllarında “Erbakancı” SP’nin tarihsel Şia’dan farklı olarak adalet ve özgürlüğü savunmak yerine iyice içine kapanıp, hatta ulusalcılığın tezlerine bile itibar ederek sadece ve sadece “Erbakan partisi” haline gelmesi, Milli Görüş’ün, entelektüel donanım (ehliyet) yerine sadakat saplantısını bayraklaştırmasındandır. Merhum Ali Şeriati bu tür bir Şia’ya (taraftarlık fırkası) “Safevi Şiası” demişti. Bu nitelemenin bizdeki karşılığı “Emevi Sünniliği”dir.
Ehliyete riayeti değil, Erbakan’a sadakati şeref bilen bir telakkinin SP’yi getirip bıraktığı yer, 11 Temmuz krizinde oğul Erbakan ve ablasının SP’nin yönetimine girmesi için evi ateşe vermeye kalkışmış cinnet halidir. Bunun dışında kalan bütün iddiaların tamamı o cinnet halinin akıllı görünmek için icat ettiği sözde gerekçelerdir ve hiçbirinin geçerliliği yoktur. Bugün adına “Erbakancı” denilen saldırgan güruh, kendi küçük iktidarını güvenceye alabilmek için SP’yi olabildiğince sınırlanmış, kısıtlanmış ve daraltılmış bir “Erbakan taraftarlığı”nın (Erbakan Şia’sının) partisi haline getirerek Kurtulmuş’u ve onu destekleyen İslami entelijansiyanın tamamını, Müslüman camianın büyük kısmını, ana gövdeyi, kanaat önderlerini, âkil insanları ve cemaat önderlerini dışarıda bırakmaya çalışıyor. Şu halde bu tecrübeyi yaşamış Kurtulmuş ve arkadaşlarının, 11 Temmuz krizinden çıkabilmek için yeni bir siyasi parti kurma seçeneği üzerinde dururken önemli bir sorunun cevabını da vermek durumundadırlar: Kurtulmuş, neo-liberal ve muhafazakar AK Parti iktidarına alternatif adalet ve özgürlük davasının lideri mi olacaktır, yoksa bu farklılığı yaratamayacak olmasına rağmen yeni bir taraftarlık fırkası mı (şia) kuracaktır?
Kurtulmuş’un halihazırdaki siyasi personeli, eğer 11 Temmuz krizinden çıkışın yöntemi olarak ağırlık kazanan yeni siyasi partinin de kurucu aklı olacaksa, asgari 20 yıldır Erbakan’ın vitrininde yer almış, şimdi de Kurtulmuş’un “yenilikçi” hareketinin mimarları ve taşıyıcı kolonları olarak takdim edilen aynı isimlerle adalet ve özgürlük siyasetinin inşa edilebileceğine ihtimal vermek, buna umut bağlamak, bu sayede Türkiye’de siyasetin hiç görülmedik bir yenilenme yaşayacağına ikna olmak zor gözüküyor. 1999’dan başlayarak FP ve SP’nin yere çakılan oyları, imajı ve ideolojisinin taşıyıcıları olmuş olan bu politik personelle kamuoyunu heyecanlandırıp derinden sarsacak yepyeni bir umut var edilebileceğine inanmak için gerekçe bulmakta zorluk çekeriz. Fakat bu apaçık gerçeğe rağmen pek çok kişi de neden bu heyetin bu değerlendirmeyi arkadaşlarına ve kamuoyuna hiç yapmadığını, neden kendilerinin yeni Asiltürk ve Kazan olmaya hiç heveslenmediklerini ve bu nedenle şu anda oturdukları koltukları adalet ve özgürlük fikriyatının heyecan uyandıracak yeni isimlerine bırakmaya hazır bulunduklarını açıklamadıklarını merak ediyor olmalıdır.
SP lideri Kurtulmuş, eğer Türkiye’nin ihtiyacı olan farklılığı yaratıp güçlü bir adalet ve özgürlük fikriyatı oluşturacağına, başta İslami entelektüel birikim olmak üzere bu siyaset düşüncesine emek vermiş herkesi ve bu ilkelere inanan geniş kesimleri kendi siyasi hareketine katacağına inanıyor ve kuracağı partinin “Erbakancı”lığın tekrarı olmayacağına güveniyorsa şüphesiz yeni bir partiyle yola devam etmenin siyasetteki beklenti için sonsuz yararı vardır. Ama bu zemin yoksa da buna rağmen tabela gereğinin dayanılmaz ihtiyacı nedeniyle yeni bir siyasi parti kurulacaksa -istişare toplantısında önerdiğim gibi- beyhude yere mesai, zaman ve para harcamanın hiç lüzumu yoktur. Mesai, zaman ve paradan oluşan o kabarık harcama bütçesi çok daha faydalı işlerde kullanılabilir. Bu durumda yapılması gereken, “gelenek ve ana gövdenin (sünnet ve cemaatin)”, -eğer koşullar dramatik boyutta değişime uğramazsa- daha uzunca bir süre AK Parti’nin güçlü temsilinde kalmaya devam edeceği görülerek “gelenek ve ana gövde”ye katılmak ve bu gövde içinde diri, canlı ve iddialı muslih bir damar olarak iktidar partisini neo-liberalizmin ve muhafazakâr modernleşmenin taşıyıcı misyoneri olmaktan kurtarmaktır.