Başbakan kent, kasaba, “tesis açma töreni”, kongre, Meclis grubu toplantısı demeden dolaşıyor;”Eksen kayması var” diyenlere, İsrail politikasını eleştirenlere verip veriştiriyor, ne büyük kahramanlık yaptıklarını duygusal-edebi ve öfkeli üslupla eleştiriyor; Erdoğan ve AKP’ye karşı çıkmanın “Batılılara kölece boyun eğmeyi savunmak”, “Dik durmayı unutmak” olduğunu yüksek sesle haykırıyor.
Sermaye yandaşı basın ise; “Anayasa Mahkemesi eğer anayasa değişikliği düzenlemesini iptal ederse, Meclis bu kararı yok saymalı, anayasa değişikliği referanduma götürülmelidir.” diyecek kadar provokatif bir çizgiye savrulan Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’ın zırvalarını ülkenin en önemli sorunuymuş gibi gösteriyor. Ve yandaş basın, sadece Can’a alkış tutmakla da kalmıyor; “demokrasi ilkeleri”, “milleti irade”, “meclis iradesi”, “hukukun üstünlüğü” gibi kavramlar üstünde laf cambazlığı yaparak, ülke gündemini bloke ediyor; Anayasa Mahkemesi’nin kendilerinin istediği gibi karar vermezse Anayasa’yı çiğnediği gibi “millet iradesini” de çiğnemiş olacağı üstünden gürültü koparıyor.
Ancak, her gün yeni cenazelerin gelmeye başladığı, dağlarda çatışmaların giderek genişlediği ve ülkenin her yanında yeni gerilim ve gerginlikleri kışkırtan ırkçı-şoven odakların harekete geçmiş olması ise; ne hükümetin, ne AKP ve basınının ne de hepsinin başındaki Başbakan’ın dikkat alanında değil. Dikkat alanında olduğunda ise; çatışmaların artması ve PKK’nin “Tek taraflı ateşkesi kaldırması” konusunda zamanlamaya dikkat çekmek ve bölgede yatırım yapılmamasını bile PKK’ye ve bölgenin belediyelerine, yerel yöneticilerine yıkan, kendisi dışında herkesi suçlayan bir propaganda sürdürülmektedir. Başbakan bu tutumuyla, “Bunların arkasında İsrail var” diyerek sadece hedef saptırmamakta, vatandaşın kafasını karıştırmak ve ırkçı-şoven çevrelerin, “Bulanık suda balık avlama” heveslerine prim vermeyi aşmamaktadır.
Oysa bugün Türkiye’nin en önemli sorunu; Kürt sorununun demokratik çözümü sorunudur ve bu doğrultuda atılacak adımlardır. Ne var ki Erdoğan ve hükümetinin bu konuda attığı bir adım olmadığı gibi, asker ve emniyet güçlerinin “Asayiş önlemleri ve askeri yöntemlerle sorun çözme” stratejisine teslim olmuş durumdadır.
Bu çıkmaz yol; son dönemde çatışmaları dağlarda askerlerle PKK gerillaları, kentlerde polisle göstericiler arasında olmaktan çıkarmış; Kürtlerle Türkler arasında bir çatışmaya yol açacak biçimde ayrımlara dayanmıştır. Üniversitelerde Kürt öğrencilerle Türk öğrenciler arasında çatışmaların başlamasını kışkırtan bir zemin oluşmaya başlamıştır. Ve eğer bu konularda demokratik adımlar atılmazsa; sorunun asker ve polise havale ederek çözülmesinde ısrar edilirse varılacak yer bellidir!
KCK iddianamesinin açıklanması da; hükümetin ve izlediği “Direnen Kürt odaklarını yok etme” girişiminin “hukuki boyutunu” göstermektedir. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı’ndan Kürtlere selam veren Türkleri bile içine alan iddianamenin; Kürtlerin her tür örgütlü davranışını suç sayan bir zihniyet tarafından hazırlandığı anlaşılmaktadır.
Böyle bir davanın, ülkede zaten birlik ve kardeşlik duygularının yaralandığı bir dönemde gündeme gelmesi, elbette Kürtleri daha çok yaralarken ırkçı çevreleri de daha çok kışkırtacak bir dayanak olacaktır.
“Meclis iradesi”, “seçilmişlik” adına Anayasa Mahkemesi’ni bile ayaklar altına almayı göze almış yandaş basın ve AKP’li basın ve onun anlı şanlı hukukçularının, Kürtlerin seçilmiş temsilcilerinin, belediye başkanlarının, belediye meclisi üyelerinin, parti başkanı ve milletvekillerinin uluorta suçlanması, onlarca yıl cezalarla tehdit edilmesi karşısında kılları kıpırdamaktadır.
Kürt sorununun çözümü ve “Demokratik açılım” etrafında mangalda kül bırakmayanlar şimdi bütün umutlarını Kürt direnişi ve bu direnişin çeşitli merkezlerini tahrip ve tasfiye ederek sorunu çözmeye soyunmuşlardır.
Bu yol çıkmaz bir yoldur ve Erdoğan hükümeti “Açılımın altında kalacağı” adımlar atmaktadır. Grup konuşmalarında kendisine methiyeler dizmek, kendisi dışında suçlu aramak da onu kurtaramayacak.
Evrensel