Bazen kibrin eşlik ettiği hayır, şer üretebilir, üstünlük duygularımızı harekete geçirebilir.
Sadi Şiraz
Türlü süslemeler ile çok iyi kamufle edilmiş olsa da her türlü kibir hepimiz tarafından hemen farkedilir aslında. Amelinin üstüne giydirdiği kıyafetler, farkındalık yaratıyorsa söze dökmeye çekiniriz gördüğümüz kibri. Çoğu zaman kişi kendisi bile yapıp ettiklerinin egosunu şişirdiğinin farkında olmaz üstelik. Değişmez bir durumdur bu; sırtından tevazu kamçısını çeken herkes hemencecik egonun cezbedici kollarında buluverir kendini.
Allah yarattığı insanı pek iyi bilmekte ki, Kur’an’a övme-övülme anlamına gelen ‘’hamd’ kelimesi ile başlamış. ‘’Bütün övgüler (hamd) varlığın (âlem) yegâne Rabbi (Allah) içindir.’’ (Fatiha suresi-1. ayet) ayeti üzerinde düşünüldüğünde, insanın kibrini kırmada müthiş bir yol gösterici olduğu anlaşılır.
Kimisi somut, kimisi soyut ürettikleriyle büyüklenir. Kimisi paranın satın alabileceği şeyleri elde etmekle kendini başarılı sayar övünür. Kimisi sanatı, kimisi fikirleri, kimisi de manevi üstünlüğü ile böbürlenir. Kimisi kalıcı hazzı veren şeyin paranın satın alamayacağı şeyler olduğunu keşfeder ve başkasına yaptığı iyiliklerle beslenir. Ancak ego onu orada da yakalar; ‘’şişir beni, şişir beni’’ diyen sese, yaptığı hayrı göstere göstere cevap verir. Ve oyun oynar yine egosu ona, türlü kılıflar bulur yaptıklarına; ‘’iyilik bulaşıcıdır, insanları yardıma çağırıyorum’’ vs. der. Kimin iyiliği bulaştırmak için yaptığını, kimin, hangi hareketinin insanları hareketlendirdiğini ve örnek olduğunu hepimiz pek iyi biliriz. Yeter ki kişi tevazu kamçısını günde en az bir öğün yemeyi unutmasın, niyeti yüzüne yansısın, güzelleştikçe güzelleşsin. Yapılan işteki samimiyeti arayan, apaçık görür, ne yapan gizleyebilir niyetini, ne görenin kalbindeki his değişir.
Manevi narsisizmden bahseden bir yazı okudum. “Manevi Üstünlüğün Keşfi: Kendini Geliştirme Paradoksu” başlığı adı altında araştırmalar yapılmış. Araştırmanın sonucunda, manevi üstünlüğe erişmek için yapılan uygulamaların tam tersi sonuç verdiği görülmüş. Bu uygulamaların kişinin egosunu şişirme eğilimini arttırarak, bir tür manevi üstünlük duygusuna sahip oldukları tespit edilmiş. Çünkü tevazu ile kamçılanmayı unutmuş ego, daha erdemli olayım derken daha kibirli oluvermiş.
Hiç mi takdir edilmeyelim, övülmeyelim, insanlar beğenilerini sunmasın? diye düşünülebilir. Elbette ki hayır. İnsan sosyal bir varlık olduğu için diğer insanlarla etkileşim içinde olmak durumunda. İnsanın düşmanı insan olsa da insanın ilacı da insan. Başkasının beğenisine sunulmayacak olsaydı, hiçbir iş, değer, düşünce ortaya çıkmazdı heralde. İnsan ruhunu incelediğimizde takdirsiz bir hayatın insan doğasına uygun olmadığını görürüz. Küçüklüğümüzden itibaren olduğu gibi, önce anne-babamızın, okula gidince öğretmenimizin, çalışınca ustamız, müdürümüzün, âşık olunca sevdiğimizin takdirini kazanmak için çalışıp dururuz. Ve elbette inanıyorsak Yaradan’ın takdirini kazanmak isteriz. Ve biliriz ki Yaradan’ın takdirini kazanmak diğer insanların takdirini kazanmaktan geçer. Takdir edilme duygusu bizimle doğan, yaşamın devamlılığını sağlayan bir duygu. İşte tam da bu aşamada takdir eden de takdiri alan da ölçüyü kaçırmamalı ki dengeler bozulmasın. Dengenin mükemmelliği şudur ki: Takdir edilerek besleniyoruz ve onaylanmak için de habire bir şeyler üretiyoruz. Ürettiklerimizden yani sahip olduklarımızdan dolayı tevazu gösterirsek; haset olmuyor, paylaşım artıyor, iyilik ve güzellik oluyor. Farkındalıklarımızdan ve elde ettiklerimizden dolayı eğer kibre kapılır, gösterişe girer, hegemonya kurarsak da insanlığın çöküşüne giden, aklınıza gelebilecek her türlü kötülük oluyor.
Hayatı anlamanın yolunun ilk olarak insanı anlamaktan geçtiğini, anlayamadığımız kısmının da merak ve takdir üzere olan insanın doğasına uygun olduğunu düşünüyorum. Zehrimiz de, panzehrimiz de içimizde olduğundan, işe kendimizi anlamaya çalışarak başlamak en iyi yol alacaktır.
Ayşe Yıldız
adilmedya.com