Belki tek istisna BDP-HDP çizgisi. Onlar hükümete odaklanmaktan çok kendi siyasetleri ile kendi oy tabanlarını genişletme çabasında. Ve daha önemlisi seçim sonrası belki de siyasetin ateşini şimdikinin iki katı yükseltecek bir sürecin kitle tabanını da oluşturma gayretindeler. Bu konu ayrı bir yazıyı hak edecek kadar önemli, o yüzden siyasetin genel gidişine dair tespitleri burada sonlandırıp kente odaklanmak istiyorum. Daha doğrusu muhafazakârlık adı ile boy gösteren sağ siyasetin fikri sefaletine odaklanacağım.
Öncelikle şu tespitle iş başlamak istiyorum. Türkiye’de birkaç özgün düşünce insanını dışarıda bırakırsak otantik anlamı ile muhafazakârlık biz de mevcut değildir. Bizde Amerikan sağında gördüğümüz ve moral majority kavramı ile karşılanan ahlakçılık anlayışı egemendir. Dikkat ahlakilik demedim, ahlakçılıktan bahsettim. Çünkü otantik anlamı ile ahlakilik, genel olarak bireyden başlayarak sosyal yapının tüm davranışlarına ahlaki değerlerin yön vermesini amaçlar. Bu nedenle de ahlakçılığın tersine buyurgan değildir. Tıpkı otorite ve iktidar kavramları arasındaki fark gibi ahlakilik de kendiliğindencidir, yani birey kendiliğinden herhangi bir dış baskının yönlendirmesi olmadan o değerleri içselleştirdiği ve meşruluğunu hiç sorgulamadığı için de herhangi bir dış zorlamaya gerek duymaz. Ancak modernlikle birlikte bu ahlaki kodlar her an sarsıntıya uğradığında ahlakilik ahlakçılığa dönüşür ve dönüştüğü oranda da buyurganlaşır. Tıpkı geleneğin uğradığı erozyon nedeni ile kendi üzerinde düşünerek bir düşünce kalıbına dönüşen muhafazakârlık gibi.
İlerleme*, Hız ve Zorbalık Olarak İktidar
Otantik anlamı ile muhafazakârlık modernlik tarafından değersizleştirilen geçmiş toplumların değer yargılarını korumak üzerine kuruludur. Bu anlamda modern öncesi toplumlarda toplumun doğal hali olan o değerler bugün tehdit altında olduğundan, nadide bir tarihi eser gibi özenle korunmak durumundadır. Bu nedenle muhafazakârlık koruma esaslı bir değer dünyası inşaa eder. İtiraz ettiği şey modernlikle birlikte hayatın kendisini esir alan hız ve bu hızın modernliği zorbalaştırmasıdır. İlerleme adıyla toplumların doğal gelişimini hızlandırmak muhafazakârlığa göre ister istemez bir zorbalığa dönüşecektir. Tam da bu nedenle otantik şekli ile muhafazakârlık, kalkınma kavramında karşılık bulan biteviye gelişme fikrine de karşıdır.
Muhafazakârlığın tersine Türk sağı müthiş derecede ilerlemeci olduğundan korumacı değil tahrip edici olmuştur. Sağ hükümetler döneminde ülke kalkınırken şehirler tarihlerinin en büyük tahribatını yaşamıştır. Öyleki örneğin Menderesin ya da Özal’ın İstanbul’da yarattığı tahribatı ne Atatürk, ne de İnönü yapamamıştır. Bizim sağcılık tepeden tırnağa modernisttir ve bu bakımdan soldan çok daha becerikli olmuşturlar. Gerçekten de ilerleme denilen şey bizim sağın dilinde Kalkınmaya dönüşmüş, kalkınma uğruna doğanın da şehirlerin de tahribatı yaşanırken üzerlerine bastıkları ahlaki ve dini zemin de içi boşalmış bir kabuğa dönüşmüştür.
Tüm bu açıklamalardan sonra bir sonraki yazımda geniş bir biçimde ele alacağım AK Partinin tahripkâr şehirciliğini ve sosyal yapıda oluşturduğu diğer tahribatları ele alacağım ve son olarak da AK Partinin kendisi ile tutarlı olacağı medeniyet tasavvurundan söz edeceğim.
* İlerleme kavramı tarihin hep ileriye gittiği bu nedenle de geçmişin gelecek karşısında değersiz olduğunu savunan bir anlayıştır. İlerleme çağdaşlık olarak tercüme edeceğimiz, modernliğin ayrılmaz bir parçasıdır
Dilaver Demirağ – hurgeneral.com



