Bilim camiası içerisinde sıklıkla duymanız mümkündür: Türlerin genetik haritalarına bakarak evrimsel geçmişlerinin çıkarılması ve birbirleriyle olan akrabalık ilişkilerinin belirlenmesi… Şempanzelerle genlerimizin %98,77 oranında benzer olması ama bir pirinç bitkisiyle bu oranın %60’lara kadar düşmesi, bir bakteriyle ise %2-3 arasına kadar gerilemesi… Bu sayıların hiçbiri uydurma değil! Bunlar, üzerinde sayısız farklı araştırma grubunun çalıştığı ve milyonlarca nükleotitin bilgisayar programları aracılığıyla taranması ve haftalar/aylar süren analizleri sonucunda ortaya konulan gerçeklerdir.
Üstelik evrimsel biyolojinin gücü, biraz da bu analizlerde saklıdır: Genlere bakmaksızın, başka yöntemlerle (morfolojik analizler, fosil kayıtları, fizyolojik incelemeler, vs.) geliştirdiğimiz evrim ağaçları, genetik analizlerle kontrol edildiğinde %100’e yakın bir başarıyla evrimsel biyolojinin doğru sonuçlar verdiğini görürüz. Yani evrim bir gerçektir ve bu gerçek, genlerimizde de net bir şekilde görülmektedir.
Türler arası genetik benzerlikten bahsederken, gerçek bir “benzerlik”ten söz ederiz. Genlerimizin kodladığı ve bizi “biz” yapan bütün özelliklerimizi kazandıran proteinlere ve onların yapıtaşı olan aminoasitlere baktığımızda, sadece 5 nükleotitin (adenin, timin, guanin, sitozin ve urasil) bütün genetik özelliklerimizi belirlediğini görürüz.
Aslında teorik olarak bu evrimsel bir dezavantajdır. Genomların birbirinden farklı “alfabeler” kullanılarak yazılması mümkün olsaydı, bir diğer deyişle bu canlıların “ayrı ayrı yaratılmış olması” onlara büyük bir avantaj sağlardı. Örneğin eğer ki şempanzelerle biz insanların genetik kodları bu kadar benzer olmasaydı, onların sahip olduğu SIV (maymun bağışıklık yetmezliği virüsü) bize bulaşarak AIDS’e neden olan HIV’e (insan bağışıklık yetmezliği virüsü) asla evrimleşemezdi. Fakat durum bu değil! Türler ayrı ayrı yaratılmış değiller.
Peki madem ki mantıklı bir canlılık tasarımında alternatif genetik planlar olması gerekirken, türlerin her birinin (istisnasız olarak her birinin!) genetik kodları neden birbiriyle aynı temele dayanır ve nasıl bu kadar benzerdir?
Sorunun tek bir bilimsel cevabı vardır: Tüm bu türler, genetik kodlarını ortak bir atadan almışlardır ve evrimsel süreçler tıpkı doğanın kendisi gibi kusursuz ve bilinçli olmadığı için, her bir canlının kendine özgü, diğer hiçbirinde bulunmayan genetik yapılar geliştirmesi mümkün olamamıştır. Yani bizler, atalarımızın torunu olan türleriz ve dolayısıyla onların genlerini taşımaktayız.
Genler arası benzerliği yakın kuzenlerimizle gördüğümüz en net örnekler, bu örnekleri keşfetmeden önce kurduğumuz evrim ağaçlarına tamamen uygun bir biçimde ortak genetik hataların yakın akrabalarda bulunmasıdır. Yani öngördüğümüz evrimsel akrabalıklar, her nereden türlere yaklaşırsak yaklaşalım, %100 doğruluk göstermektedir. Örneğin insanın 17. kromozomunda bulunan genetik bir hatanın yakın kuzenlerimizde de birebir aynı yerde görünmesi; ancak uzak kuzenlerimize gittikçe bu hatanın görülmemeye başlaması, evrimin en güzel kanıtlarından biridir. Her birimizin genlerinde bulunan hatalar, evrimin gerçekliğini net bir şekilde bizlere haykırmaktadır!
Paylaşılan genetik hataların evrimsel ilişkisini şuna benzetebiliriz: Bir sınavda kopya çeken kişileri yakalamaya çalıştığınızı varsayalım (ve ne sınavda, ne de kopya tespitinde teknolojiden hiçbir biçimde faydalanma imkanı olmasın). Eğer ki yan yana oturan A ve B kişileri, aynı sorulara, benzer doğrulukta cevaplar veriyorlarsa, bu bize pek bir bilgi vermez. Çünkü ikisi de çalışmış ve sorulara doğru cevaplar vermiş olabilir. Ancak eğer ki A, B’nin yanında oturuyorsa ve sınav sorularındaki hatalı cevapları %100 aynıysa… İşte bu bizi şüphelendirir. Dolayısıyla genlerdeki doğru parçaların benzerliklerinden çok, bu genlerdeki ortak hatalar, evrimsel süreci doğrulamak için kullanılabilir ve şimdiye kadarki tüm denemeler, evrimsel biyolojinin tartışmasız zaferiyle sonuçlanmıştır.
Evrimsel biyolojinin bize birçok farklı daldan sunduğu bir gerçek olan şempanze-insan yakın akrabalığı fikrinden yola çıkan Marcel Keller ve ekip arkadaşları, şempanzeler, onların en yakın akrabası olan bonobolar, goriller, orangutanlar ve bazı diğer primatlar üzerinde de bu genleri incelediler. Tam da tahmin edildiği gibi, en yakın kuzenlerimizde ve bonobolarda (ki onlar da bize şempanzelerle aynı yakınlıktadır) birebir aynı genetik hatalar keşfedildi. Bu tekrarların bizdekiyle tıpatıp aynı sorunlara neden olduğu tespit edildi. Ancak gorillere, orangutanlara ve daha uzak primatlara gidildiğinde, bu hataların giderek azaldığı ve nihayetinde kaybolduğu görüldü.
Bu da, evrimsel biyolojinin şimdiye kadar tespit edilen yüz milyonlarca farklı ispatından biri olarak bilimsel kayıtlara geçti. Bizler, şempanze ve bonobolarla çok yakın, goriller ve orangutanlarla giderek uzaklaşan miktarlarda yakın akrabayız. Şempanzeler kardeşimiz gibi, goriller dayıoğlu gibi, orangutanlar ise babamızın teyzesinin torunları gibi…