10 Emir Tevrat’ta geçen ve Hz Musa tarafından bir levhaya yazılarak insanlara getirilen, Allah’ın 10 emri olarak bilinir. Tevrat’ta 10 emirden iki yerde bahsediyor. Biraz uzun cümlelerle anlatıyor ama 10 emrin özeti şu:
İlk 3 tanesi Tanrı ile ilgili…
- Tanrı’ya ortak koşmayacaksın.
- Tanrı’dan başka putlara tapmayacaksın.
- Tanrı’nın ismini boş yere ağzına almayacaksın.
Diğer iki tanesi komşularla ilgili…
- Komşuya kötü gözle bakmayacaksın ve komşunun karısına, kızına, malına tamah etmeyeceksin.
- Komşuna karşı yalan şahitlik yapmayacaksın.
Geri kalan 5 tanesi de insan hakları ile ilgili. Diğer insanlarla olan ilişkileri belirliyor.
- Babana ve annene hürmet edeceksin.
- Öldürmeyeceksin.
- Zina etmeyeceksin.
- Çalmayacaksın,
- Cumartesi yasağına riayet edeceksin. Yani altı gün çalışıp yedinci gün dinleneceksin. Çünkü Tanrı da altı gün çalışmış yedinci gün istirahat etmişti der.
Şimdi bu 10 emre baktığımız zaman ilk üç tanesinin Tanrı ile ilişkileri düzenlediğini, beş tanesinin insanlar arası ilişkileri düzenlediğini, iki tanesinin de komşuyla ilgili olduğunu görüyoruz. Aslında komşuyla olan iki emir de insanlar arası ilişkilerle ilgilidir. Tanrı ile ilişkiyi düzenleyen üç maddeden sonra geriye kalan yedisi insanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemeye yöneliktir. Hepsi de temel hukuku belirler. Öldürmek; yaşamakla, çalmak; emek ve alın teri ile, zina etmek; sözleştiğimiz kişiye yalan söyleyip kandırmakla, ana babaya hürmet; bizi yetiştirip büyütenlerin üzerimizde olan haklarına saygı göstermekle ilgilidir. Cumartesi günü çalışmamak aslında mülkiyetsizlik günü yani herhangi bir şey kazanmama günüdür. Cumartesi günü ilk ortaya çıktığında, altı gün boyunca çalışıp kazanılanları paylaşma günü anlamındaydı. Ama daha sonra çarpıtılarak tatil gününe dönüştü. Aynı zamanda bu Müslümanlarda Cuma günü, Hristiyanlarda Pazar günü dağıtma, paylaşma, bölüşme günüdür. Her üçü de çarptırılmış vaziyettedir ve bir tapınak gününe dönüşmüş durumdadır.
Peki şimdi bu ilk ortaya konulan 10 Emir acaba sadece Tevrat’ta mı geçiyor?
Ondan öncesi bir yerde geçmiyor mu?
Ondan önce hem dini metinlerde, hem de imparatorluk kanunlarında buna benzer yasaklar ve emirler hep olmuştur. Mesela Hammurabi Kanunlarında bunların bazıları geçer. Dini metin olarak Nuh’un 7 Kanunu olarak bilinen emirler veya maddeler vardır. Onlar da aşağı yukarı 10 Emir’de geçen sözlere benzer.
Nuh’un 7 Kanunu da şöyle sıralanır:
- Puta tapmamak
- Tanrı’nın ismini mübarek kılmak bu isimle lanet etmemek
- Cinayet işlememek
- Cinsel ahlaksızlık yapmamak
- Hırsızlık yapmamak
- Adil bir yargı sistemi oluşturmak ve uyulmasını sağlamak.
- Canlı bir hayvanın etini kopartıp yememek.
Bu 7 prensipte 10 Emir’e benzer bir şekilde Nuh’un 7 Kanunu olarak bilinir ve dini dünyada çok yaygındır. Bu da aşağı yukarı 10 Emir’deki insan ilişkilerini düzene sokma amacıyla vaadedildiği görülmektedir. Keza Maniheist metinlere baktığımız zaman orada da Peygamber Mani’nin 3 prensibini görürüz. Buna 3 Mühür de denir. Eline, beline, diline sahip olacaksın prensipleri. Bu Maniheizm metinlerinde geçer. Bugün çağımızda Alevilik’te de çok yaygın olarak ifade edilir. Keza Buda’nın 5 Doğru Davranış Yasası, Konfüçyüs’ün 4 İlkesi, Aristo’nun Altın Orta Anlayışı (aşırılıktan, ifrattan, tefritten uzak, her şeyin orta denge yolunu izleme)… Bütün bunlar insanlık tecrübesinde ortaya çıkmış ve insanların nasıl birbirine zarar vermeden barış içinde, adalete uygun bir şekilde yaşayacaklarının bulunmuş örnekleridir. Bunların kutsal kitaplarda geçiyor olmasıyla, herhangi bir filozofun metninde yer alması, aslında durumu pek değiştirmiyor. Çünkü hepsi de aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyor.
Bugün dünyada insanlık tecrübesinin en gelişmiş ve ilerlemiş hukuk metni Avrupa Birliği Mevzuatı’dır. Adeta Avrupa Birliği Mevzuatı kendinden önceki çağlar boyunca gerek dini metinlerde, gerek krallık metinlerinde, gerekse modern devletlerin yasalarında yer alan bütün hukukun özünü ruhunu, özetini ve onlardan kaynaklanan sonuçları ifade eder. Ve dünya hukuk sisteminde en gelişmiş, en ileri hukuk mevzuatı olarak bilinir. Avrupa Birliği Mevzuatı’ında binlerce sayfa hukuk mevzuatı vardır. Bu mevzuatın girişinde adeta 10 Emrin, Nuh’un 7 Kanununun, Buda’nın 5 Doğru Davranış Yasasının, Konfüçyüs’ün 4 İlkesinin, Aristo’nun Altın Orta Anlayışının bir özetinin çıkarılarak çağımız literatürü ile ve çağdaş bir lisanla yeniden yorumlandığını ve ifade edildiğini görüyoruz.
Avrupa Birliği Mevzuatının girişinde adaletten, haktan, öldürmemekten, çalmamaktan, doğru davranmaktan, insanların birbirine zarar vermemesi gerektiğinden, hakların, hukukunun korunması gerektiğinden bahsetmektedir. Aşağı yukarı dünyanın bütün anayasalarının girişi böyledir ve yine dünyadaki ceza yasalarının tamamı neredeyse 10 Emir’de ve 7 Kanun’da, 3 Mühür’de ifade edilen yasakların yorumlanmış bir özetinden ibarettir. Yani İnsanlık tarihi boyunca insanlar bir arada yaşamak ve adaleti bulup uygulama konusunda hemen hemen aynı şeyleri söylemişlerdir. Mesele neyin söyleneceği, adaletli olmak için nelerin yapılıp yapılmayacağı değildir; mesela bunları icraata geçirmek, bilfiil uygulamaktır. Yoksa aşağı yukarı herkes aynı şeyleri söylüyor.
Acaba 10 Emir, Nuh’un 7 Kanunu, Mani’nin 3 Davranış Yasası, Buda’nın, Konfüçyüs’ün, Aristo’nun, Eflatun’un adalet söylemleri ve insanların riayet etmeleri gereken temel yasalar Kur’an-ı Kerim’de geçiyor mu?
Evet bunların hepsi geçiyor. Çünkü Kur’an-ı Kerim kendisine musaddık diyor. Musaddık kendisinden önce doğru namına ne kalmışsa hepsini sürdüren kitap demektir. Fakat 10 Emir şudur, 7 İlke budur, 3 Mühür şudur, 5 Doğru Davranış Yasası budur diyerek değil; Kur’an-ı Kerim sayfalarına serpilmiş şekilde, yeri ve zamanı geldikçe, şartlar ve koşullar el verdikçe bunları açıklandığını görüyoruz.
10 Emir’den itibaren insanlık literatürünün ortaya çıkardığı temel hukuk metinleri, temel hukuk yasaları, hakları koruma altına alan prensipler ve ilkeler Kur’an-ı Kerim’de yer almıştır. Bunlar çeşitli surelere dağılmış şekilde yer alırlar. Bir olay meydana geldiğinde, o olayı düzene sokmak amacıyla söylenirler. Mesela bir yerde öldürmeyin, kan dökmeyin, fesat çıkarmayın, hırsızlık yapmayın der, başka yerde rüşvet alıp vermeyin, adaletli davranın, dürüst olun, aklınızı kullanın, doğru düşünün, şeytanın peşinden gitmeyin (yani kin, öfke, nefret, haset, kıskançlık gibi insanı büyük suçlar, günahlar işlemeye yönelten duygulardan içinizi arındırın) der. Bu şekilde çeşitli sayfalara yayılmış halde insanlıkta o ana kadar var olan tüm hakları düzenleyen hukukun temellerinin hepsinin tek tek zikredildiğini ve devam ettirildiğini görüyoruz.
Peki bunlara yönelik olarak Kur’an’ın getirdiği yenilik nedir? Bunların ele alınış ve yorumlanış biçimidir. Mesela Hammurabi Kanunlarında; ‘’güneşe yönelik olarak idrarını yapan öldürülür’’ diyor. İnsanların birtakım dini inançlar ve bir takım ideolojik takıntılar sebebiyle bunlara ters hareket edenlerin cezalandırılması gibi bir durum söz konusu. Mesela daha önceki hukuk mevzuatında Tanrıya karşı işlenen suçlar ile insan hakları ile ilgili olan ihlaller diye bir ayrım genellikle yoktu. Yani bir insanın adam öldürmesi ile Allah’a şirk koşması veya suya idrarını yapması, güneşe yönelik olarak çıplak vaziyette durması aynı suç kategorisinde değerlendiriliyordu. Bugün İslam dünyasında da Kur’an’ın getirdiği bu ayrımı fark edemeyen bunu kavrayamayan bazıları namaz kılmayanların cezalandırılacağını, cezalandırılması gerektiğini söylerler. Namaz kılmayanlar kırbaçlanmalı, cezaevine atılmalı veyahut, Allah’a şirk koşanlar küfre girdikleri sebebiyle öldürülmeli, bunları yapanlar dünyevi cezalarla cezalandırılmalı derler. Bunların birçoğu da fıkıh kitaplarına geçmiştir. Şu anda İŞİD’in uyguladığı da aşağı yukarı budur.
Neden böyle yapıyorlar? Çünkü hukuku yorumlayamıyorlar. Yorumlanması gereken ve Kur’an’ı yaptığı ayrım nedir? Tanrıyla kişi arasında olan; Tanrıya inanmamak, namaz kılmamak, oruç tutmamak, hacca gitmemek gibi istekler ve emirler ihlal edildiği takdirde bunların hiç birine Kur’an-ı Kerim’de ceza öngörülmemiştir. Mesela Kur’an-ı Kerim’de ‘’Suya idrarınızı yapmayın’’ diye bir emir olsaydı eğer, bu dini bir suç mu, yoksa insani bir suç olarak mı algılanacaktı? Su kirletiliyor diye insanı suç olarak algılansa bile ölümle cezalandırılması aşırı bir ceza olur. Dolayısıyla önceki hukuk sistemlerinde bir aşırılık ve işi karıştırma söz konusuydu.
Kur’an-ı Kerim’de insan hakları ile ilgili olan suçlar cezalandırılmıştır; öldürmek, çalmak, iftira atmak, zina yapmak, tacizde ve tecavüzde bulunmak. Bunlar çeşitli sebeplerle insanların canlarını, emeklerini, mallarını, namus, şeref ve onurlarını ihlal sayarak, insanların birbirlerine karşı işlediği suçlar kapsamına alınmış ve cezalar öngörülmüştür. Bu cezaların ne olduğu da önemli değildir. Çünkü cezaların kendisi tarihseldir. Ama bu değerler bu yasaklarla korunmak istenen insana ait evrensel değerlerdir. Öyle evrenseldir ki 10 Emir’den, Nuh’un 7 Kanununa, Hammurabi Kanunlarından, Avrupa Birliği Mevzuatına, Tevrat’tan Kur’an’a kadar bütün dini ve dindışı metinlerde korunmak istenmiştir. Hepsi insanın yeryüzündeki varlığı ve paylaştığı doğanın korunması ile ilgilidir. Hukuk dediğimiz şey bundan ibarettir.
Dolayısıyla bunu korumak, kollamak ve sürdürmek gerekir. 10 Emir’in ruhunu devam ettirmek gerekir. Cumartesi yasağı hariç 10 Emir’deki bütün emirler, Nuh’un 7 İlkesi, 3 Mühür, Doğru Davranış Yasalarına kadar hepsi Kur’an’da sürdürülmüştür. Bugün de aynı şekilde bunların sürdürülmesine ihtiyaç vardır. Çünkü yeryüzünde insanoğlunun mutlu bir şekilde, barış içinde, bir arada yaşaması için doğa ve insan yaşamına dair hukuk mevzuatının yaşatılması, korunması, kollanması, sürdürülmesi gerekiyor. Aksi halde insanlık fesada boğulur, doğa ile ilişkileri bozulur ve insanın yeryüzündeki varlığı tehlikeye bile girebilir.