Gazeteciler ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü tartıştı:
Gazeteci yazar Emin Karaca: “Gazeteciler 10 Ocak’a sahip çıkmalı.”
Gazeteci Sevinç Feyzioğlu: “Sadece ‘çalışan’ gazetecilerin günü mü?”
Gazeteci yazar Gökçer Tahincioğlu: “12 Eylül’den sonra gazeteciler tepetaklak aşağı yuvarlandı.”
Atakan Sönmez: “Gazeteciler ülkedeki emek ve hak mücadelesinden uzaklaştıkça kendileri de aşamalı olarak kazanılmış haklarını kaybetmeye başladı.”
DİSK Basın-İş Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Eren: “Ülkedeki kamplaşmadan gazeteciler de nasibini alıyor.”
30 yıllık meslek hayatımda gördüğüm; gazeteciler arasında mesleki dayanışma yok denecek kadar az, dayanışma kültüründen yoksunuz. Gazete, televizyon, internet haber portallarında “sendika, örgütlenme, mesleki dayanışmanın esamisi okunmaz, konuşulmaz. Bugün Türkiye’de çalışanların en az örgütlü olduğu iş kollarından biri de “basın”dır. Bu alanda çalışan yazı işleri emekçileri batılı ülkelerde çalışan meslektaşlarının sahip olduğu demokratik haklardan yoksundur. Sendika, sigorta, fazla mesai gibi insani kavramlarla aralarında ciddi mesafe vardır.
Muhabir-editörün çalıştığı gazete, televizyon ya da internet portalından emekli olması sayısal lotoda altı tutturmasıyla eş değer neredeyse. Sık sık iş yeri, gazete değiştirmek zorunda kalırlar. Çoğu muhabir-editör telifli çalışmak zorunda. Meslekte aradığını bulamayan çok sayıda iletişim fakültesi mezunu muhabir-editör meslek değiştirmek zorunda kalıyor. Özel güvenlik personeli olan da var emlakçılık yapan da. Hele ki haber ve analizleriyle sermaye ve muktedirleri rahatsız eden olursa bonus olarak mapushane kapıları ardına kadar açık. Gazetecilik mesleği paramparça edilmiş durumda. Etik, ahlaki değerler yerlerde sürünüyor. Temel mesleki demokratik hakları gündeme getirenlerin yollarına ‘Ho Şi Minh çivisi’ döşendiği günlerden geçiyoruz.
“10 Ocak” nedir?
27 Mayıs 1960 darbesini yapan Milli Birlik Komitesi tarafından 4 Ocak 1961’de kabul edilen ve basın çalışanlarına bazı haklar ve yasal güvence sağlayan ‘212 sayılı yasa’nın Resmi Gazete’de yayınlandığı tarih olan 10 Ocak günü, “Çalışan Gazeteciler Bayramı” adıyla kutlanmaya başlandı. (1971 askeri muhtırasından sonra gazetecilere verilen hakların bazıları geri alındı ve ‘günün’ adı “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak değiştirildi.)
212 sayılı yasa, 10 yıllık DP dönemindeki hem siyasal iktidar hem de gazete patronlarının baskısı altında sosyal haklardan yoksun bırakılan gazetecilere belirli bir güvence getirmekteydi. Bu yasa gazetecilerin talebi, tepkisi ve direnciyle çıkmamıştı elbette. Türkiye’nin çalışma hayatındaki diğer bütün sosyal haklar gibi yukarıdan, muktedirler tarafından bir “lütuf” olarak bağışlanmıştı.
Yasanın uygulanması konusunda gazetecilerin zorlu bir mücadele verdiğini ve Türkiye’nin önde gelen yedi gazete patronunun 212 sayılı yasayı uygulamamak için üç gün lokavt ilan ettiğini de belirtmeden geçmeyelim.
Emin Karaca: “Gazeteciler 10 Ocak’a sahip çıkmalı”
Gazeteci yazar Emin Karaca, Türkiye basın tarihinin sayılı ve önemli günlerinin daima akılda tutulması gerektiğinin altını çizerek şunları söyledi: “II. Meşrutiyet Devrimi’nin bir nişanesi olan 23 Temmuz 1908 ‘basında sansürün kaldırıldığı gün’ olarak yıllarca anılıp kutlandı. Basın meslek kuruluşlarının en büyüğü olan Gazeteciler Cemiyeti birkaç yıldır 23 Temmuz’u kutlamaktan vazgeçmekle doğru yapmadığı gibi; 10 Ocak’ın görmezden gelinmesi, 60 yıl önceki mücadele gününün hiçe sayılması da doğru değildir. Gazeteciler 10 Ocak’a sahip çıkmalı.”
Karaca, şöyle devam etti: “12 Mart 1971 askeri darbesi yasanın getirdiği hakları ‘tırtıklamaya’ başlayınca gazeteciler yasaya sahip çıkmaktan yavaş yavaş uzaklaştı. 12 Eylül askeri darbesi yasayı ağır bir şekilde budayınca 212 sayılı yasa ‘yok’ sayıldı. 10 Ocak kutlamaları bir kenara bırakıldığı gibi günümüzde neredeyse unutuldu.”
Sevinç Feyzioğlu: “Sadece ‘çalışan’ gazetecilerin günü mü?”
Gazeteci Sevinç Feyzioğlu, 10 Ocak’ın çalışan-çalışmayan tüm gazeteciler için dayanışma ve mücadele günü olması gerektiğini vurguladı. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nün ‘bayram’ gibi anılmasını eleştiren Feyzioğlu, “Sadece ‘çalışan’ gazetecilerin dahil edildiği bir önemli gün, bayram olabilir mi?” sorusunu yönelttikten sonra şöyle devam etti: “Gazetecilikte herkes her an çalışabilir, her an işsiz kalabilir. Bunu hepimiz biliyoruz. Şu günlerde binlerce çalışmayan, bir başka deyişle işten atılmış, attırılmış, işsizliğe mahkum edilmiş, bir de hapse atılmış yüzlerce gazeteci var. Yani çalışırken kutlayacağımız, işsiz kaldığımızda veya hapse atıldığımızda dışlanacağımız bir günümüz var öyle mi? Değil elbette. Peki ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ neyin nesi o zaman?”
Basının artık fiilen yok edilmiş olduğunun altını çizen Sevinç Feyzioğlu, şunları dile getirdi: “Her 10 Ocak geldiğinde aslında bir çoğu halen var olan ancak fiilen uygulanmayan kazanımlarımızı yâd ediyoruz. ‘Yâd ediyoruz’u özellikle seçtim çünkü görevini yapamaz hale getirilen, işsizliğe mahkum edilen, iktidara dokunan haber yapan, yazı yazanın kendini Silivri’de bulduğu bir dönemi yaşıyoruz. Basın artık fiilen yok edilmiş, kalemi kırılmış, mesleğin bir zamanlar elde etmiş olduğu kazanımları kutlayacak durumda değil. Gün dayanışma günü, çalışanlarla çalışmayanların ayakta kalma mücadelesi günü. Basının, toplumun bilgilendirilmesi ve demokrasinin doğru işleyebilmesi için yürütme, yasama ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olduğunu düşünecek olursak aslında tüm ülke için demokrasi mücadelesi günü.”
“Gelinen noktada gazetecilerin 10 Ocak’ta kutlayacağı bir şey yok”
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, tam 49 yıldır bayram olarak kutlanmıyor. Zaten Türkiye’de gazeteciler açısından kutlanacak bir şey de yok. Her 10 Ocak’ta “Neden sadece ‘çalışan’ gazeteciler? Çalışmayanların, işsiz kalanların günü değil mi aynı zamanda?” sorularıyla başlıyorsunuz güne. Hemen her gazeteci, her sene 212 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1961’de yaşananları anlatıyor: Gazetecilere sosyal haklarını veren kanunun yasalaşmaması için gazete patronlarının üç gün boyunca gazete çıkartmama kararı almasını, buna direnen gazetecilerin dokuz patronun kararına karşılık üç gün boyunca farklı bir gazete çıkartmak için çalışmasını, bu nedenle ‘çalışan gazeteciler’ direnişinin bayram olarak kutlandığını…
O direniş, gazetecilerin temel haklara kavuşmasını sağlayan 212 sayılı yasanın yürürlüğe girmesini sağladı. 1971’e kadar da ‘bayram’ olarak kutlandı 10 Ocak günü. Ancak 12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra gazetecilerin seslerini kısmaya yönelik ‘yasal’ geri adımlar atılmasıyla birlikte Çalışan Gazeteciler Bayramı’nın adı “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak değiştirildi. Öngörülü bir değişiklikti tabii…
Gökçer Tahincioğlu: “12 Eylül’den sonra gazeteciler tepetaklak yokuş aşağı yuvarlandı”
Gazeteci Gökçer Tahincioğlu, gazetecilere asıl darbenin 12 Eylül 1980’de askeri cunta tarafından vurulduğunu ifade etti: “Darbe yönetimi gazetecileri tepetaklak yokuş aşağı yuvarladı. Gazetecilerin ellerinde neredeyse hiçbir şey kalmadı. Sendikaların kaybedilmesi, güvencesiz çalışma, 212 sayılı yasa üzerinden fikir işçisi olarak değil normal sigorta üzerinden kadro yapılması, kadrosuz çalıştırma, işsizleştirme gibi uygulamalar olağan hale geldi. 2010’lara gelindiğinde gazetecilerin ellerinde zaten bir şey kalmamıştı.”
Son 10 yılda basındaki el değiştirmelerin etkisiyle haber merkezlerinin kapatıldığını, işsiz gazeteci sayısının çalışanlardan kat kat fazla olması gibi gelişmelerin izlendiğini dile getiren Tahincioğlu; “Ve bunlar olurken, zaten 212 sayılı yasaya göre kadrolu çalışmayan, çalışsalar da basın kartı verilmeyen gazetecilere bu kez ‘basın kartınız yok, gazeteci değilsiniz’ denilmeye başlandı. Uzun yıllardır cezaevlerindeki gazeteci sayısı 100’ün altına düşmüyor. Buna rağmen iktidar, basın kartı olmayanları gazeteci saymadığı için elindeki sayıları 3-4 olarak açıklıyor. Basın kartı bulunanların ise basın faaliyetlerinden dolayı cezaevinde olmadığı savunusu yapılıyor. Hangi iktidar ‘basın faaliyeti nedeniyle’ tutuklanan gazetecinin ‘basın faaliyeti nedeniyle’ tutuklandığını söyler?” dedi.
Gökçer Tahincioğlu şöyle devam etti: “Gelinen noktada gazeteciler dayanışmaya, yeni imkanlar kullanmaya, haber merkezleri oluşturmaya ya da bireysel olarak ayakta durarak mesleklerini sürdürmeye çalışıyor. Çok yol alındı ama gidilecek çok mesafe var. Bu tabloda elbette gazetecilerin 10 Ocak’ta kutlayacağı bir şey yok. 10 Ocak 1961’de direnen gazetecilerin yarattığı geleneğin bugün de sürdüğünü göstermek açısından anlamlı. Umarım ‘bayram’ olarak kutlanacağı günler de gelir.”
Atakan Sönmez: “Gazeteciler ülkedeki emek ve hak mücadelesinden uzaklaştıkça kendileri de aşamalı olarak kazanılmış haklarını kaybetmeye başladı”
Gazeteci Atakan Sönmez, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nün evrensel bir gün olmadığını dile getirdi. Sönmez, Türkiye’de demokratik ve sosyal hakların aşağının baskısıyla değil yukarıdan, tepeden verildiğini, bu nedenle gazetecilerin sosyoekonomik ihtiyaçlarına cevap vermediğini, buna rağmen 10 Ocak’ın Çalışan Gazeteciler Günü olarak anılmasında bir sıkıntı olmadığını ifade etti.
Atakan Sönmez, ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ olarak anılan günün gazetecilerin taleplerinin gündem olduğu bir gün olmaktan çok uzak olduğunu vurguladı. Kimi siyasetçilerin açıklamalarını samimiyetsiz bulduğunu dile getiren Sönmez; “Aslında bugün gazetecilerin içinde bulunduğu ekonomik, demokratik, mesleki sorunların ülkedeki temel sorunların bir parçası olduğunu, Türkiye’de emek mücadelesinin uğradığı erozyondan basın emekçilerinin de payına düşeni aldığını” belirtti.
Sönmez şunları kaydetti:” “Gazeteciler ülkedeki emek ve hak mücadelesinden uzaklaştıkça kendileri de aşamalı olarak kazanılmış haklarını kaybetmeye başladı. Basın iş kolunda meslek içi birliğin sağlanmasından önce, basın çalışanlarının bir dış müdahale ile farklı kamplara ayrılmış olma sorunu var. Bugün Türk medyasının büyük bir kısmında, çalışan gazetecilerin hak mücadelesini maalesef terör eylemi ile eş değer gören gazeteciler ve medya düzenlemesi var. Neoliberal ekonomi politikalarıyla her geçen yıl emeğin üretimden aldığı pay azaldıkça çalışanlara farklı ‘pozisyonlar’ üreterek emekçiler arasında farklılaşma yaratma yoluna gidilmiştir. Bu da en çok ‘beyaz yakalılar’ tabir edilen eğitimli ofis çalışanları arasında yaygındır. Basında farklı pozisyonlar yaratılarak bu kişilere ‘sanal’ yetkiler verilmek suretiyle aslında mensubu oldukları sınıfa ait olmadıkları efekti yaratılmış ve kimi zaman başarılı olmuştur.”
“Umudumuzu kaybetmedik”
Sendikalar Yasası’nın iş yerlerinde örgütlenme konusundaki zorluklarına da değinen Sönmez; bu duruma karşı iki yönlü mücadele edilmesi, bir yandan sendika dışında çeşitli meslek içi dayanışma modelleri geliştirilmesi gerektiğinin altını çizerek şunları ekledi: “Bu yüzden son yıllarda benim de katılımcısı olduğum ‘Gazeteci Dayanışma Ağı’ gibi kimi ağlar ortaya çıkmaya başladı. Belki bu ağlar sendika gibi ‘Toplu Sözleşme’ yapma yetkisine sahip değiller. Ancak gazetecilerin son yıllardaki kayıpları sadece ‘ekonomik’ değil. Çalışma koşulları, mobbing, taciz vb. pek çok sorun meslektaşlarımız için çalışma hayatının bir parçası haline gelmiştir. Bu anlamda dayanışmayı geliştirip büyütmek zorundayız.”
DİSK Basın-İş Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Eren: “Saray iktidarı kimin gazeteci olduğunu belirlemek istiyor”
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) üyesi Basın-İş Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı gazeteci Faruk Eren; Anayasa değişikliğinin ardından kurulan İletişim Daire Başkanlığı’nın basın kartlarını ‘keyfî’ olarak dağıttığını ya da iptal ettiğini söyledi.
Saray’a bağlı İletişim Daire Başkanlığı’nın neredeyse sadece kendi yandaşlarına basın kartı verdiğini, yüzlerce basın emekçisine keyfî olarak basın kartı verilmediğini dile getiren Eren, şunları kaydetti: “Üstelik yıpranma hakkıyla ilgili yeni düzenlemeye ‘basın kartı şartı’ konuldu. Yani Saray iktidarı kendi gazetecisinin yıpranma hakkından yararlanmasını, kendisinin gazeteci görmediğinin bu haktan yararlanmamasını istiyor. Ama daha vahim bir durum var: Gazetecilere mahkemelerde ‘senin kartın yok, sen gazeteci değilsin’ denilerek ağır cezalar verilmeye başlandı. Saray iktidarı, kimin gazeteci olup kimin gazetecilik yapamayacağını belirlemek istiyor.”
Yıllardır süren baskı ortamı, medyaya yönelik ticari operasyonlar ve doğrudan medya kuruluşlarının kapatılması sonucu yüzlerce basın emekçisinin işsiz kaldığını söyleyen Faruk Eren; “Bu koşullarda, ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ kutlamak manasız. Ancak gazetecileri ilgilendiren bu tür günler mesleğin sorunlarına dikkat çekmek, basın ve ifade özgürlüğü önündeki kısıtlamaların kaldırılması için verilen mücadeleye katkı sağlamak için önemli. Gazeteciler zaman zaman bir araya gelerek mesleğin sorunlarını ve çözüm yollarını tartışıyor. Ne yazık ki ülkedeki kamplaşmadan gazeteci örgütleri de nasibini alıyor. Bir araya gelinse bile sonuç alıcı çalışmalar çok az ortaya çıkıyor. Çözüm örgütlenme ve dayanışmada” dedi.
Küresel Gazeteciler Konseyi Genel Başkanı Mehmet Ali Dim ise 10 Ocak ile ilgili yaptığı değerlendirmede şöyle konuştu: “Bizim açımızdan sevindirici olan, ülkemizde son derece dinamik, etkin, ahlaklı ve etik değerlere sonuna kadar bağlı vatansever, seviyeli ve kaliteli medyanın bulunmasıdır. Her ne kadar 10 Ocak 1961’de kabul edilen 212 sayılı yasa ile gazetecilere verilen haklar yıllar içinde kısmen geri alınmış olsa da geleneksel olarak kutlanagelen ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ gazetecilik mesleğinin sorunlarının tartışıldığı ve bir araya gelerek kutlamaların yapıldığı bir gün olması nedeniyle anlamlıdır. Gazeteciler yazdıkları köşe yazıları ve haberler nedeniyle hapis cezası riskiyle karşı karşıya kalmamalıdır. 10 Ocak’taki talep ve beklentilerimiz arasında gazetecilerin can güvenliği başta olmak üzere Anayasa güvencesi altında olan basın özgürlüğü gibi kavramların korunması, gazetecilerin yaşam standartlarının yükseltilmesi ve Anadolu medyasının mali sorunlarının aşılması noktasında destek verilmesidir.”