- Varoluş Gerekçesi
İslâm adlı barış ve güven devrimini yaşadığı çağın koşulları içinde inşâ eden vicdân elçisi Muhammed “servet ve sermâyenin sahiplerine;[1] baskı ve dayatma yöntemleriyle gerçekleri gizleyip insanların ellerindekini alan veya azaltanlara,[2] sürekli biriktirme hırsıyla dopdolu olanlara,[3] mal obezi olmuş kimselere,[4] servet tepesi oluşturanlara,[5] hortumladıklarını hesapsızca harcayanlara,[6] servet ve makamın gücüne dayanarak büyüklenen, hesabına gelen kanunları çıkarıp yönetmelikleri değiştiren ve kontrol ettiği tüm toplumsal varlıkları çıkarının devamı için kullanan kibir heykellerine,[7] zenginlik, kariyer, makam ve konfor şımarıklığı sergileyenlere;[8] kız çocuğunun doğar doğmaz öldürülmesine neden olan düzenin kurucularına,[9] ekonomik mülkiyeti sadece servet içinde yüzenler arasında dolaştıranlara,[10] zenginleşip sınıf atlama hayali kuranlara,[11] köle ve esirlerle özgürlük ve zenginlik konularında eşitlenmekten kaçanlara[12]” LÂ (Hâyır, Olamaz, Asla)[13] diyerek başkaldırdı.
Vicdân elçisi Muhammed’in varoluş gerekçesi sadece buydu. Bu nedenle İslâm (barış) ve iman (güven) dincilerin iddia ettiği gibi bir öte dünya projesi değil, yeryüzünü inşâ eden ve dinler tarihini sonlandıran bir devrimin başlangıcıdır. Çağındaki vicdânın en gür seslisi olan Muhammed, Tevrat’ın peygamber profilindeki gibi bir Tanrı sözcüsü değildir; dini yukarıdan aşağıya indiren, her şeyi vicdândan başlatan, sözün gücünü gücün sözüne tercih eden, kimsesizlerin kimsesi olan ve on dört asır öncesinin devrimci önderleri arasına giren biridir.
- İlk Çözümlemeler
Barış ve güven devriminin önderi ve vicdânın elçisi Muhammed, içinde bulunduğu koşullar gereği kimi yerde ıslahât (düzenlemeler) kimi yerde de inkılâb (devrim) yaptı. Haccı, eşitlenme; namazı dayanışma; kurbanı yakınlaşma ve orucu açlıkla mücadele araçlarına dönüştürdü. Din denilen ve insanlığın derin hâfızasında gelenekleriyle süren kültür kodlarına ait ritüellerin biçimlerinde kısmen ıslahât yaparken içeriğinde inkılâb yaptı. Ritüellerin dışşal eylemlerine hasenât diyerek dokunmadı, ama ritüelin içeriğini, amacını pratik yaşamda eyleme sokarak devrime giden yolları gösterdi ve devrimci eylemlere amel-i sâlih[14] yahut salihât[15] dedi. Fakat yeniden düzenleme ve eskiyi devirip yenisini ortaya koyma hiç de kolay değildir. Devrim yoldaşlığı yapanlardan bile alışkanlığını hemen terk edemeyenler daima bulunur. Pek çok sahabenin mülkiyet, ribâ, çok evlillik, köle edinme, ganîmet ve kabîle konularında devrimin ruhunu kavrayamaması veya görmezden gelmesi; hatta bu meselelerde elçi Muhammed’le ters düşmesi her devrim sürecinin oldukça sancılı geçtiğinin kanıtlarıdır.
Bin dört yüz yıl öncesinin Mekke ve Medîne koşullarında ilk çözümlemeler olarak “kölelik düzeniyle savaşmak,[16] yoksullara geri ödemesiz biçimde mal/para vermek,[17] toplumda ihtiyaç duyulan maddeleri istifleme yerine paylaşmak,[18] hem yoksullara harcamak hem sınıflaşmanın arasını kapatmak hem de toplu yaşamın ihtiyaçlarında kullanmak üzere varlıklılardan mal ve para almak;[19] İhtiyaçtan artan malı, gereğinden fazla büyüyen serveti, ortalama yaşam standardının üstünde çoğalan mülkü ihtiyaç sahiplerine ya hiç geri istememek kaydıyla ya da onlar kendilerini toparladıktan sonra geri almak şartıyla vermek;[20] elbise diktikten sonra artan kumaş, içtikten sonra kalan su, ektiğimiz arazilerden sonra boş duran tarla gibi vermemiz halinde bizi zorlamayan, darda bırakmayan ihtiyaç fazlası malımızla toplumda açılan delikleri tıkamak;[21] kendisi ihtiyaç sahibiyken başkasının ihtiyacını gidermek;[22] çaba, alın teri ve emeğe gereken karşılık ve değeri vermek;[23] hak edilen payı hak edene vermek;[24] ihtiyaç sahibine karşılıksız vermek,[25] bir şeyler verirken hiçbir çıkar hesabı yapmadan vermek;[26] iyi, güzel ve faydalı eylemlerde yarışmak;[27] borç yerine geçmeyen ve içinden geldiği gibi para veya mal vermek,[28] ekonomik kazanç ve gelirleri toplumun tüm kesimleri arasında döndürmek,[29] siyasal ve hukuksal iktidâr güçlerini tek kişi veta tek bir güç merkezinde toplamamak,[30] bilinçli biçimde yemin edip de yeminini yerine getirmeyene kefâret ödetmek,[31] zıhar yaparak[32] karısını mağdur eden bir erkeği cezalandırmak,[33] yanlışlıkla da olsa bir insan öldüreni cezalandırmak,[34] savaş zamanlarında bile olsa ortada fiilî bir çatışma yokken düşman tarafından birini öldürene diyet ödetmek,[35] Vedâ Hutbesi’yle ana ilkeleri yeniden hatırlatmak, Yesrib’de Şehir Sözleşmesi imzalamak[36]…” biçiminde ortaya konan pratikler, yaşanabilir bir dünya kurmanın öncülleri olmuştur.
- Sınıf Mücâdelesi
Vicdân elçisi Muhammed’in devrimci önder olduğunun kesin kanıtı bizzat Kur’ân’dır. Kur’an’da ezen ve ezilenler öncelikle mustazaf ve müstekbir sınıf olarak ayrıştırılır ve insanlığın tüm mücadele tarihi bunlar arasındaki savaş üzerinden anlatılır. Yani Kur’ân’a göre tarih, ezen ve ezilenler arasındaki amansız çatışma ve mücadelelerdir. Kur’ân, proleter sınıflarını “sâil (kânî, mu’ter),[37] zuafâ,[38] bâis,[39] âmil,[40] yetîm,[41] feteyâti’l-biğâ,[42] feteyâti’l-mü’minât,[43] cev’ân,[44] fakîr,[45] ibn-i sebîl,[46] gârim,[47] mahrûm,[48] miskîn,[49] mümlig,[50] rigâb,[51] nisâ,[52] musrim,[53] mugtir[54]” başlıklarıyla ele alır ve bunların yanında durduğunu, ezilenlerin mücadelesi için var olduğunu söyler.[55]
Kur’ân, ezilenlerin tümünü günâhsız, sorumsuz ve çaresizler olarak görmez; onları da kendi içinde farklı konumlara yerleştirir. Ezilenlerin en altında kadın, erkek, çocuk, hasta ve çaresizlerden oluşan; güç ve imkânı olmadığından yardım bekleyen ezilmişler vardır.[56] Bunların dışında makam ve güç sahiplerine yalakalık eden, onları ayakta tutan ve destekleyen ezikler var ki Kur’an bu ezikler ile onların üstünden güç devşiren ve toplumu ezen egemenleri aynı kefeye oturtur. Kur’ân bu tür yalaka eziklerin diğer ezilenlerle aynı muameleye uğramayacağını ve eziklere acınmayacağını söyler. Çünkü tüm zamanlarda firavunluk, nemrutluk ve faşizm düzenleri ayaktaysa bilinsin ki bu sistemler ezilen ezikler sayesinde yaşamaktadır.[57] Kur’ân’dan övgü alan başka bir ezilen grup ise çalınmış haklarını kazanmak için hırsız egemenlerle şartların gerektirdiği biçimde savaşanlardır. Kur’ân bunların bir gün mutlaka tüm ezilenlere önderlik yaparak faşist düzenleri yıkacağını ve toplumlara önderlik edeceğini belirtir.[58]
Kur’ân, eziklerin toplumda yayılmasını sağlayan kesim olarak “ahbâr,[59] ruhbân,[60] rabbânî,[61] Bel’am[62]” tiplerini öne çıkarır. Bunlar kalemini satan aydın sınıfı, cehennem ve günâh tehditleriyle dindârlık üretenler; insanları siyasal, ekonomik, askerî ve hukuksal sistemi sorgulatmaktan uzak tutanlar; yaşamını Tanrı’ya vakfettiğini iddiâ edenler, halkı âhiret ve öte âlemle uğraştırıp ritüellerle meşgul ederek yönetimlere itaat ettirenler ve devlet içinde bürokratik din işleri görevi yürüten kesimlerdir. İncil’de bunlara ilaveten Ferisîler[63] var ki onlar da tapınak, dinsel hiyerarşi, ritüel, kostüm, mezhep ile kutsal bir dünya kurup halkı egemen düzenlerin hizmetine girdiren din sınıfıdır. Tüm zamanlarda halkın ezilmeyi içselleştirmesine giden yolda din ve milliyetçilik taşları döşenmiştir. Taşları döşeyen ustalar da belirttiğim beş kesimdir. Bu kesimlere İslâm tarihinde saray ulemâsı, beşik ulemâsı, saltanat dininin emir erleri denmiştir.
Kur’ân’da kapitalist burjuva sınıfı “ağniyâ,[64] bâhis,[65] kânîz,[66] mele,[67] murâbî,[68] müsrif,[69] mütref[70]” başlıklarıyla ele alınır. Kur’ân’ın temel görevi bu harâmîlerin saltanatını devirmektir. “Para babaları, gayr-ı menkul zenginleri, hortumcular, mala çökenler, hesapları inanılmaz şişenler, ayrıcalıklı yaşayanlar, mevkî ve güçlerini çıkarlarına hizmet ettirenler, güç zehirlenmesine uğrayanlar, zenginlik şımarıklığı sergileyenler” bu yedi sınıftır.
- Başkaldırı Çağrıları
“Mülkiyetin tekeller ve tröstlerde[71] toplanmasının önüne geçilmesi,[72] zenginleşme yarışının durdurulması,[73] mal ve servet biriktirme tutkusuyla çoşanların karşışına çıkılması,[74] ezilenlerin çığlığının ezenleri devirmesi,[75] toplumdan çalanların cezalandırılması,[76] yolsuzluk yapanlarla savaşılması,[77] direnişin kök salması,[78] zulmedenlerin ateş çemberinde tutulması,[79] bireyleri sürüleştirmeye kalkanlara karşı çıkılması,[80] ortak akılla hareket edilmesi;[81] keyfince yargılayan, cezalandıran, işten atan ve işe alan düzenbâzlara boyun eğilmemesi;[82] din ve değerler ile aldatanlara itibar edilmemesi;[83] inanç, din ve yaşam biçimi dayatmasına karşı çıkılması;[84] gerçekleri dayatmalarla karartan zorbalara acınmaması,[85] kitabına uydurarak memleketin kaymağını yiyenlere tölerans gösterilmemesi,[86] hırsızların tüm hortumlarının kesilmesi;[87] siyasal, hukuksal, askerî ve ekonomik alanda tükenmez bir güce ulaşma tutkusuna kapılanlarla savaşılması;[88] iktidârı asla terk etmek istemeyenlere karşı mücadele edilmesi,[89] güç, zenginlik ve makamı üzerinden mobbing yapanlara yanıt verilmesi[90]” Kur’ân’ın totaliter, otoriter, diktatör, oligarşik ve monarşik yönetim anlayışlarına karşı önerdiği tepkisel yöntemlerdir.
- Emek ve Adâlet Hareketlerine Çağrımdır
Kur’ân; barış, özgürlük, eşitlik, dayanışma, paylaşma ve sevgi uygarlığının kurulmasını direniş teolojisi[91] üreterek var etmeyi gerekli görmektedir. Çünkü zulme din, zalimliğe milliyetçilik elbiseleri giydirilen bir coğrafyada adâlet ve özgürlük mücadelesi, dinin özünde olmayan sağcılık reddedilerek sol karakteri üzerinden gerçekleştirilebilir. Vicdân elçisi Muhammed’in İslâm adlı ideolojisi özünde de eşitlikçi, barışçı ve özgürlükçü karakterdedir. Bu bağlamda bir yandan mezhepçi, tek tipçi, saltanatçı ve hilâfetçi geleneğin sağcılaştırdıkları İslâm’a karşı mücadele ederken öte taraftan devrimci, emekçi, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve güven toplumu inşa etme ideali taşıyan solcu İslâmla barışmak tüm emek ve adâlet çevrelerinin üzerine bir görevdir. Bu topraklarda zulmün bitirilmesinin en gerçekçi yöntemi İslâmî sol damarla barışık bir kolektif[92] kurmaktan geçer.[93]
Latin Amerika, Afrika, Asya ve Ortadoğu’da dinin sol yüzüyle barışmayan bir direniş fikri, dinden beslenen ve din için var olduğunu iddiâ eden bir zulüm düzeni karşısında ezilmeye mahkûmdur. Çünkü dinin motivasyonu felsefeyle arası açık olan ve itaati putlaştıran toplumlarda çok yüksektir. Bu nedenle Ortadoğu’da Kur’ân’ın dili ve çözümlemelerinden uzak bir çağrı tam karşılık göremeyecektir. Tüm özgürlük ve barış çağrısı yapan ideoloji mensupları, bütün eşitlik sevdalıları ve adâlet savaşçıları, yeryüzünün şûrâ ile yönetilmesini isteyen herkes uydurulmuş din kültürü ve külliyâtından yüzünü Kur’ân’a çevirirse hem hayalinin peşinde realist bir koşucu olur hem de emek ve zamanını zulmün kapılarını kırmak için gerçekçi bir yönteme başvurur.
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü vesîlesiyle tüm emek ve adâlet çevrelerini İslâmî sol düşünceyle tanışmaya çağırıyorum. Bugünden itibaren heybesinde “özgürlük ve eşitlik, antifaşizm ve antiemperyalizm, barış ve kardeşlik, halkların kardeşliği ve emekçilerin sınıf bilincine dayalı birlikteliği” gibi bilinç kodlarını taşıyanlar bu çağrıma kulak versinler; özgürlük, barış, adâlet ve sevgi bahçesine beğendikleri renk ve türdeki çiçeklerini eksinler. Yeter ki çorak arazileri gürül gürül suları ve rengârenk çiçekleriyle imâr etmeye niyetlensinler.
Başta Ortadoğu’nun devrimci önderleri olan peygamberler olmak üzere yeryüzünün tüm devrimci ve emekçi önderlerini saygı ve sevgiyle selâmlıyorum.
___________________________________________
[1] Haşir, 7.
[2] A’raf, 85.
[3] Tövbe, 34.
[4] A’raf, 60; Mü’minûn, 33.
[5] Bakara, 275.
[6] Nisa, 6; A’raf, 31.
[7] Sebe, 31-33.
[8] Sebe, 34.
[9] Tekvîr, 9.
[10] Haşir, 7.
[11] Müddessir, 6.
[12] Nahl, 71.
[13] Âl-i İmrân, 3.
[14] Amel-i sâlih: Sulh eylemi, barışı sonuçlandıran bilinçli eylem tercihi
[15] Sâlih(ât): Sulh(lar), barış(lar)
[16] Beled, 13.
[17] Bakara, 245.
[18] Bakara, 261, 270.
[19] Bakara, 196.
[20] Bakara, 43.
[21] Bakara, 219.
[22] Haşir, 9.
[23] Necm, 39.
[24] Mâide, 42.
[25] Sa’d, 35.
[26] Bakara, 184.
[27] Bakara, 148.
[28] Nisâ, 4.
[29] Haşir, 7.
[30] Âl-i İmrân, 140.
[31] Mâide, 89/ On yoksulu doyurur veya giydirir, bunu yapamayan bir köleyi özgürlüğüne kavuşturur, bunu da yapamayan üç gün oruç tutar.
[32] Zıhar: Bir kimsenin kendi karısını “annesi, kız kardeşi, kızı, halası, teyzesine” benzetip “Sen benim için onlar gibisin.” diyerek karısını hem kendine haram etmesi hem de boşamamasıdır. Zıhar yaparak karısını mağdur eden bir erkeğin cezası karısıyla cinsel ilişkiye girmeden önce bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması, bunu yapamıyorsa altmış yoksulu doyurması, bunu da yapamıyorsa iki ay ara vermeksizin oruç tutması gerekir.
[33] Mücâdele, 3.
[34] Nisa, 92/ Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak, bunu yapamıyorsa kan bedeli ödemektir.
[35] Nisa, 92/ Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak.
[36] Medîne Vesîkası.
[37] Mearic, 25; Duhâ, 10.
[38] Bakara, 266; Nur, 61; Tövbe, 91; Fetih, 17.
[39] Hac, 28.
[40] Tövbe, 60; En’am, 135; Âl-i İmran, 136, 195.
[41] Bakara, 83.
[42] Nur, 33.
[43] Nisâ, 25.
[44] Bakara, 155.
[45] Âl-i İmran, 181.
[46] İsrâ, 26.
[47] Tövbe, 60.
[48] Meâric, 25.
[49] İsrâ, 26.
[50] İsrâ, 31; En’am, 151.
[51] Tövbe, 60.
[52] Resmî mushaf sıralamasına göre dördüncü, nuzul sırasına göre 101. sûre adıdır.
[53] Kalem, 20.
[54] Bakara, 236.
[55] Namık Kaya, Paradigmanın İnşâsı, Flora Yayıncılık, İstanbul, 2021.
[56] Nisâ, 75.
[57] Sebe, 31.
[58] Kasas, 5.
[59] Tövbe, 31.
[60] Tövbe, 31.
[61] Âl-i İmran, 79.
[62] Mâide, 44.
[63] Mâide, 44; İncil, Luka, 9-14.
[64] Haşir, 7.
[65] A’raf, 85.
[66] Tövbe, 34.
[67] A’raf, 60; Mü’minûn, 33.
[68] Bakara, 275.
[69] Nisa, 6; A’raf, 31.
[70] Sebe, 34.
[71] Tröst: Kapitalist şirketlerin kârlarını azaltmamak için için aralarındaki rekâbeti kaldırıp birlikte fiyat belirlemeleri.
[72] Haşir,7/Lâ yekûne dûleten beyne’l-ağniyâ(i) min-kum
[73] Tekâsür 1-2/Elhâkumu’t-tekâsür hattâ zurtumu’l-megâbir
[74] Fecr, 21/Kellâ izâ dukketi’l-arzu dekkân dekkân
[75] Abese 33/Fe-izâ câeti’s-sâhha(h/tu)
[76] Tövbe 34/Ve’l-lezîne yenkizûne’z-zehebe ve’l-fizzate ve lâ-yunfigûne-hê
[77] Mutaffifîn 1/Veyl(ün) li’l-mutaffifîn
[78] Ğâşiye, 1/Hel etâ-ke hadîsu’l-ğâşiye(ti)
[79] Hûd 113/Velâ-terkenû
[80] Bakara 104/Lâ tegûlû râ’inâ ve gûlû unzur-nâ ve’s-me’û
[81] Şûrâ 38/Egâmu’s-salâte ve emru-hum şûrâ beyne-hum
[82] Ğaşiye 22/Leste ‘aley-him bi-musaytır
[83] Fâtır, 5/Lâ yeğurranne-kum bi’l-lâhi’l-ğarûr
[84] Kâfirûn, 6/Le-kum dîni-kum veli yedîn
[85] Bakara, 119/Ve lâ-tus’elu ‘an ashâbi’l cahîym(i)
[86] Mâide, 42/Ekkâlûne li’s-suht(i)
[87] Mâide, 38/Ve’s-sârigu ve’s-sârigatu fagda’û eydiye-huma
[88] Tâhâ, 120.
[89] Tâhâ, 120.
[90] Mâide, 22.
[91] Direniş teolojisi: Dinsel kaynaklardan beslenen başkaldırı anlayışı.
[92] Kolektif: Birçok kişi ya da grubun bir araya gelmesi sonucu oluşan ortak hareket etme durumu.
[93] Örneğin Antikapitalist Müslümanlar hareketi İslâmî sol düşüncenin önemli bir ayağıdır. Bu hareket bir fikir okulu olarak içinde entelektüeller yetiştirmeye ve entelijansiyasıyla meyve vermeye başlamıştır.