- Bir Minnet Teşekkürü
Bu makâleyi mücâdele tarihini dışlanma, alaya alınma, iftiraya uğrama, karısına laf atılma, çocuklarını kaybetme, şehrinden sürülme, akrabalıktan uzaklaştırılma, savaşmaya zorlanma ve açlığa mahkûm edilme zulümlerine uğratılmış vicdân elçisi Muhammed ile yoksulluk, açlık, sürgünler, karaciğer hastalığı, ekonomik darboğaz, politik ve hukûksal yıkımlara maruz bırakılma yanında dört evladını hastalık ve fakirlik sebebiyle kaybetme belalarıyla yüz yüze kalmış; ezilenlerin sesi olarak kan emen sermâye sahiplerinin korkulu rüyası ve Avrupa burjuvasının hayâleti olmuş Karl Marks’a adıyorum.
Her iki devrimci de halkı sömürenlerle savaştı; kavmiyetçilik, cinsiyetçilik, mülkiyetçilik, emek-sermâye çelişkisi ve üretimle ilgilendi. Muhammed, köle pazarlarında ve kızgın çöllerde yükselen feryatların sesine kulak veren vicdânların elçisi oldu; Marks, fabrika köşelerinde ve yoksul semtlerde açlık ve yoklukla kan ağlayan ezilmişlerin ıstıraplarına tercüman ve isyanlarına pusula oldu. Birinin “Tanrı adına uydurulmuş şirk dini” dediğine öteki “halkların afyonu olan din” dedi. Her ikisi de insan onuru, adâlet devrimi, insanın insanı sömürmesini durdurma, barış ve kardeşlik devrimi, ilkelere dayalı ve alttan yukarıya doğru belirlenene yönetim biçimi; açlık, yoksulluk, yoksunluk, eşitsizliğin olmadığı bir dünya kurma ülküsü peşinden gitti. Her ikisi de ideali yolunda bedel ödedi, hem kurulu düzenlerden rahatsız oldular hem de statüko sahiplerini rahatsız ettiler. Her ikisi de zihinlerdeki putları kırmak için çaba sarf etti. Onların varlığı efendileri, ağaları, piyasayı belirleme gücü olanları, yönetim erkini elinde tutanları huzursuz ederken yoksulları, köleleri, işçileri, emekçileri, kadınları, garip gurabâyı zulme başkaldırı umuduyla doldurdu; dünyanın değişebileceğine, koşulların bir kader olmadığına iknâ etti.
Her iki devrimciyi iki yüz yıldır birbirine düşmanmış gibi göstermeye kalkan din tüccarları ile Kur’ân câhili sosyalist yobazlar; bir eline Kur’ân’ı diğer eline Komünist Manifesto’yu alarak, bir tarafına vicdân elçisi Muhammed’i diğer yanına isyanın onurlu direnişçisi Marks’ı yerleştirerek mücadele meydanına atımalı. Böylece idrâk yolları hastalıkları tedavi edilmelidir.
Hangi din, dinsizlik, mezhep, mezhepsizlik ve ideoloji çevresinden çıkarsa çıksın; insanlık âilesinin özgürlüğü, eşitliği, barış ve güvenliği için mücâdele veren tüm devrimcilere selâm olsun!
- Sol ve İslâm
Sağ ve sol, siyâset literatürüne 1789 Burjuva Devrimi’nden[1] önce de var olan Fransa Parlamentosu’ndaki oturum düzeniyle girdi. Meclis başkanının sağında oturanlar Fransa’nın burjuva sınıfı ve toplumsal değişimlere karşı olanları ile hiyerarşik ve sınıflı toplum düzenini doğal kabul edenlerden oluşuyordu. Bunlar sınıfsal farklılıkların millet, din, ekonomik olanak ve toplumsal statüden kaynakladığını düşünüyor ve bu ayrıştırıcı unsurları doğal sayıyorlar; Kilise değerlerini, milliyetçiliği,[2] kapitalizmi[3] ve Fransa’nın geleneksel toplum yapısını korumayı önemsiyorlardı. Başkan’ın solunda oturanlar ise özgürlükçü ve halkçı kesimlerdi, sınıflı toplum düzenine[4] karşı olmak temel özellikleriydi. Bu ortamın bir aynası olarak sol Hegelcilik[5] de monarşi,[6] burjuva iktidârı ve Hristiyanlık karşıtlığı ile bilinmekteydi.
Sol, 1918-1921 tarihleri arasında komünist hareket içinden çıkmış olan bir eğilimi de anlatır. Batı’da askerî vahşetlerin yayılması ve sosyal demokratların sosyalizmi sulandırması karşısında yükselen tepkici ve devrimci dalga nedeniyle emekçilerin bağımsız ve özgür topluluklarının devrimci rol üstlenerek kurulu düzeni radikal biçimde değiştirmesi fikri ve hareketi günümüzde bilinen soldur. Sol dediğimizde asıl kastedilen de budur. Politik ve kültürel solculuk, Marksizm’i emekçilerin devrimi için bir teorik alan olarak gördüğü gibi emekçileri baskı altına alan bir ideoloji olarak da görmüş ve eleştirmiştir. Bu nedenle sol, Marksizm’i de eleştiren diyalektik düşünme biçimidir.[7] Koşullara ve baskın faktörlere bağlı olarak sol genel grev, kurum işgâli, daimî kolektif meclisler,[8] sokak çatışmaları, propaganda, alternatif topluluklar kurma, mahalle delegeleri, silahlı mücâdele ve pasif direniş yöntemlerini izler.[9] Solun bu yöntemlerine baktığımızda İbrâhîm’in devlet başkanı Nemrut’a, Mûsâ’nın devleti yöneten Firavun’a, İsa’nın Roma yönetimine ve Muhammed’in Dâru’n-Nedve[10] idâresine karşı çıkması birer sol mücadele yöntemidir. Vicdân elçisi Muhammed’in öz yurdunda parya[11] yapılmaya direnip vatanını terk ettikten sonra Mekke ve çevre kabîlelerle silahlı mücadeleye girişmesi günümüz için sol eylemlerdir. Vicdân elçisi Muhammed, Mekke’nin azgın yönetimine biat etmeyi değil, isyan etmeyi seçerek tıpkı İbrâhîm, Mûsâ ve İsa gibi devrimci önderlerin sünnetini uygulamıştır. Bu bağlamda baktığımızda devrimci başkaldırı merkezli hareket eden peygamberler Orta Doğu’nun devrimci sol önderleridir. Bunu daha iyi anlamanın yolu sol’u tanımaktan geçer:
Sol, kurulu düzendeki eşitsizlikleri kaldırmayı; işçi-fabrikatör, ağa-maraba, amele-işveren, çalışan-patron arasında amele, maraba, işçi ve çalışanın yanında durmayı; insan merkezli olmayı; din, dil, ırk, cinsiyet ayrımları ve üstünlüklerine karşı olmayı; zengin-yoksul farkı üreten ekonomik sistemi yıkmayı; lümpen proleteryayı[12] uyandırıp burjuva demokrasisinden[13] halk demokrasisine geçmeyi,[14] herkese eşit biçimde sağlık, eğitim, ulaşım, çalışma, tatil, barınma, beslenme, giyinme, eğlenme ve yeteneğine uygun mesleği seçme hakkı tanımayı ilke edinmiş düşünce sistemidir. Bu sebeple solculukta eşitlik, özgürlük, sendikal haklar, feminizm;[15] çevrecilik, kapitalizm karşıtlığı, üretim araçlarının ortaklığı,[16] halkların eşitliği, milliyetçilik karşıtlığı; mezhepçi, tarîkâtçı ve cemaatçi baskılara karşı çıkma; dînî ve özel ahlâkî öğretilerin kimseye dayatılmadan ve topluma zorla uygulatmaya kalkmadan bireysel çerçevede özgürce yaşamaya imkân sağlama, gelenekleri değişebilir âdetler görüp tabulaştırmama;[17] sorgulama, akılcılık, analiz, karşılaştırmalı bilgilenme, sürekli yenilenerek düşüncelerin dondurulmasına karşı gelme ve değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bilincinden hareketle değişim ve dönüşümü tüm insanlık lehine gerçekleştirme esastır.[18]
Kapitalizmi yumuşatarak uygulatan, milliyetçiliğe prim veren; mezhep, tarîkât ve cemaatleri eleştirmeyen; düşünce, devlet, politika ve din içinden putlar üreten; sınır ve savaşı kutsayan, işgâllere fetih diyen, her alanda tek tipçiliği dayatan yönetimi benimseyen, farklılıkları ya ezen ya da uysallaştırmak için her türlü baskıyı yapan kişi, kurum ve kuruluşlar solcu olamazlar. Bu sebeple sosyal demokrat kimlikli hareketler sol gösteren sağcı hareketlerdir. Sosyal demokrat yapılar, solcu zannedilmektedir. Bunun temelinde de sağcılığın sağ ve sol kavramlarını kasıtlı biçimde yanlış tanıtması yatar.
- Sağcılık Batağına Çekilen İslâm
Müslüman ülkelerde sağcılık; Kur’ânsız dindârlığın,[19] cemaatçi faşizmin,[20] tarîkâtçı yobazlığın,[21] ırkçı bilinçaltının, mezhepçi bölücülüğün ve ritüelperestliğin[22] kalesi olduğundan solu baştehdit olarak görmüştür. Bu nedenle cemaat, tarîkât ve mezhebi sorgulayan solu dinsizlik; aklı iptal ederek bir şeyhe biat etmeyi eleştiren solu din düşmanlığı, dînî veya sözde dindâr bir politik lideri eleştiren solu kitapsızlık, Kur’ân İslâm’ını tarihsel süreçleriyle ele almak isteyen solu Peygamber düşmanı bir zındıklık, çocuk gelin geleneğine karşı çıkan solu imansızlık ile suçlamış; solu İslâm’ın en büyük düşmanı ilan etmiştir. Bu ötekileştirmenin altında “kral çıplak” diyen bir sesten ürken sağcılığın, bu sesin sahibi olan solculuğu boğma çabası yatmaktadır.
İslâm postuna bürünmüş olan sağcılık, Kur’ân’ın dostu değildir; ancak sağcılar bundan haberdâr olmayabilir. Sağcılık; Kur’ân neyi reddettiyse, Peygamber sosyal ve ekonomik alanda hangi yöntemi uyguladıysa bunların tam tersini rivâyet uydurmaları, mezhep içtihatları[23] ve şeyhü’l-İslâm fetvaları üzerinden uygulayıp bir de bunlara İslâm mührü basmıştır. Bizans, Sâsânî, Arap câhiliyesi ve asabiyetçilikten[24] miras alınan zihniyetlerin günümüzdeki yansıması olan sağcılık; kendini deşifre eden, bilgi ve analizle sorgulayan; antropoloji,[25] sosyoloji,[26] sosyal-psikoloji,[27] tarihsel gerçekçilik ve analitik bakış[28] eleklerinden geçirerek bir sonuca giden solculuktan hep rahatsız olmuştur. “Düşünme, iman et, kurtul!” sloganını savunarak dogmatik[29] bir zihniyet ortaya koyan sağcılık, “Düşün, analiz et, hücrelerine kadar inerek incele.” diyen solculuktan doğası gereği hoşlanmaz. Çünkü sağcılık insanları ne kadar uyutursa solculuk da o kadar uyandırır. Bu bağlamda iki bakışın toplumsal yansıması ve ürettiği insan tipleri de oldukça farklı olacaktır.
Geleneği putlaştırarak, sakal, sarık ve şalvarla din satarak; tespih ve zikirle dindârlık şovmenliği yaparak, şeyh putçuluğu üreterek, üstâd ve üstâz totemleri yaratarak,[30] câmileri toplantı merkezleri olmaktan çıkarıp tapınak haline getirerek din ve tarih üzerinden kendini var eden sağcılık; vicdân elçisi Muhammed ile asla yan yana gelemez bir ideolojidir. Türk-İslâm, Kürt-İslâm ve Arap-İslâm biçimindeki sentezci yaklaşımların ırkçılığı yumuşatan ve dine hizmet eden atalarla övünme bahanesi üreten dip akıntısı; Kur’an’daki gerçekliğinden saptırılan millet kelimesi, Medîne Sözleşmesi’ndeki anlamından kaçırılan ümmet sözcüğü sağcılığın saptırmalar koleksiyonudur. Din üzerinden politik ve ekonomik baronluklar kuran sağcılık, Kur’ân ve Peygamber’in ilkeleri üzerinden eleştiriler getiren, dinin ana kaynaklarına dayanarak koltukları sallayan solculuktan elbette nefret edecek ve solculuğu İslâm’ın önündeki engel olarak gösterecektir.[31]
İslâm târihinde Halîfe Ömer, Halîfe Ali, Halîfe Ebû Bekir, Ebû Zer, İmam Hüseyin, İmam Azam, Hucr bin Adiy, Mâ’bed el-Cühenî, Saîd bin Cübeyr, Gaylan ed-Dımaşkî, Hallâc-ı Mansur, İbn-i Rüşd, İbn-i Sînâ, Fârâbî, Fahreddin Râzî, Ahî Evran, Şeyh Bedreddin; Karmatîlik, Zenc hareketi, İmam Azam dönemi Hanefîliği ve Mûtezile (Tevhit ve Adâlet mezhebi) ile kısmen Mâtürîdîlik sol karakterlidir.[32] Ancak hepsinden önemli Kur’ân solcu bir devrim kitabı ve vicdân elçisi Muhammed 1400 yıl öncesinin devrimci önderidir.
devam edecek…
______________________________________________________________________
[1] BURJUVA: Köylü, işçi, soylu sınıfından olmayıp sosyal statüsü ve gücünü eğitimi, işveren konumu ve zenginliğinden alan kentli. Bunların kurduğu düzene burjuvazi denir.
[2] MİLLİYETÇİLİK: Millet, Kur’an’da “bir inancın ilkelerinden üretilmiş hukûk (düzeni)” anlamına geldiğinden milliyetçilik “bir hukûk düzenini kutsayıp eleştiriden uzaklaştırma”yı tanımlar. Ancak günümüzde miliyetçilik, devlette egemen bir kimliği yüceltip tüm farklılıkların o kimlik etrafında tanımlanması ve tek tip bir tanım üzerinden farklılıkları ilgili tanım içinde eritmeyi kasteder. Bu nedenle modernizmin tanımladığı zorlama milliyetçilik tanımı, tartışmalardan bir türlü sıyrılamamıştır.
[3] KAPİTALİZM: Sermâyecilik, paracılık. Sermayenin belli ellerde toplanmasını ve zenginliğin sadece belli bir grup arasında dolaşmasını sağlayarak kurduğu piramit düzeni içinde aynı anda zengin azınlık ve yoksul çoğunluk üreten sistem. Doyumsuz para kazanma ve kâr için emekçinin hakkından çalmayı kendine hak gören sistem Bu sistemin ideolojisi liberalizmdir. Ancak dinsel güdüsü Protestanlık olduğundan kapitalizm için “Protestan ahlâkın meyvesidir.” de diyebiliriz. Bu yönüyle Ali Şeriati’nin dile getirdiği “abdestli kapitalizm” ile benzerdir.
[4] SINIFLI TOPLUM DÜZENİ: Zengin-fakir, efendi-köle, mal sahibi-ırgat gibi ezen ve ezilen sınıflardan oluşan toplum düzenidir.
[5] Hegel, “Değişim, düşünce ile başlar ve sonsuzdur.” fikrini savunarak tez-antitez-sentez döngüsünün sonsuzluğunu kabul eder. Hegel’e göre her varlık, belli bir oluşum sürecinde yer alır ve hiçbir şey tam anlamıyla sona ermez. Doğa ve tarihte mutlak yok oluş söz konusu değildir. Sürekli ilerleme ve dönüşümün yer aldığı bu sisteme kısaca diyalektik idealizm denir. Hegel’e göre modern devlet, güç ve adâletin birleştiği devlettir. Yani devlet, hem politik hem de etik bir varlıktır. Bireyin doğa ve toplumdan bağımsız olduğu özgürlük kavramının Kantçı yaklaşımının aksine Hegel, insanın toplumsal ve kişisel varlığını uzlaştırmaya çalışır. Ona göre özgürlüğün ilk şartı bireyin özbilince sahip olması, yani kendi kendisinin farkında olmasıdır. Hegel, Spinoza’nın panteist (tüm evrenin toplamı Tanrı’yı oluşturur, lâ-mevcûde illâ hû) felsefesine eleştiriler getirmiştir. Hegel’in mutlak zihin kavramını “Her şeyi var eden her şeyin özü, temeli ya da yapıcısı olup madde olmayan varlık (tin), tüm insan dışında var olan nesnel bir varlıktır ki bu da Tanrı’dan başka bir şey değildir.” cümlesi oluşturur. (Şahin Özçınar, Düşüncenin Tarihsel Sürecinde Hegel’in Varlık, Yokluk ve Oluş Diyalektiği, Akdeniz Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 22. Sayı, Bahar 2014)
[6] MONARŞİ: Yönetimin tek kişinin elinde bulunduğu ve aile bireylerine geçtiği devlet düzeni. Krallık, padişahlık, sultanlık.
[7] DİYALEKTİK (Sokratik yöntem): Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimi. Tartışma ve düşünme sanatı olarak diyalektiğin Antik Çağ’daki en yetkin hâlidir. Değişim ve hareketin sürekliliği düşüncesi bu aşamada diyalektik olarak ifade edilmiştir. Diyalektik düşüncenin gerçek anlamda kurucusu Hegel’dir. Marks, diyalektiğin rasyonel özünü ortaya çıkarabilmek için onu tamamen materyalist temelde yeniden ele alma gereği duymuştur. Diyalektik; bir varlığın içinde iki karşıtın bir arada var olması ve sürecin sonuna kadar değişik yoğunlukta mücadele etmeleri, sistem içinde vazgeçilmez bir çelişki yaratmalarıdır. Diyalektik bir fikir ya da tez üzerinden yapılacak tartışmalar sonucunda mantıksal sonuçları kullanarak karşı tezi inceleme ve çürütme yöntemidir. Marks, ekonomik şartlarının bilimsel olarak incelenmesi, toplumsal gelişimin farklı aşamalarının dikkate alınması ve toplumun devrime doğru yönlendirilmesiyle değişimin sağlanacağını diyalektik üzerinden inşâ etmiştir. (markist.net)
[8] Kent konseyleri, köy konseyleri, okul konseyleri, fabrika konseyleri, hastane konseyleri gibi.
[9] Gérard Bensussan, Georges Labica, Marksizm Sözlüğü, Solculuk, çev. Volkan Yalçıntoklu, Yordam Kitap, İstanbul, 2016.
[10] DÂRU’N-NEDVE: Mekke’nin yönetim binası. Mekke’nin asiller (mele’) meclisidir. Her türlü savaş ve barış kararının alındığı, görüşlerin belirlendiği, nikâh töreni ve ergenlik çağına gelmiş genç kızların gömlek giyme törenlerinin yapıldığı bu meclise Kusayoğulları’ndan başka Mekke’deki Kureyş boylarının kırk yaşından yukarı başkanları katılabilirdi. (TDV İslâm Ansiklopedisi, Dârünnedve, 8. cilt, İstanbul, 1993.)
[11] PARYA: Hindistan’daki kast düzenine göre kast dışında kalan, hiçbir toplumsal sınıftan olmayan ve bu yüzden her türlü haklardan yoksun olan. Ayaktakımı.
[12] LÜMPEN PROLETERYA: Ezik. Mülk, kariyer ve makam sahipleri karşısında eziklik duyan; ancak toplumda ezen-ezilen çelişkisini kaldırıp herkesin özgür ve eşit sayıldığı, herkesin eşit hak ve sorumluluklara sahip olması gerektiği konusunda bir fikir sahibi olmayan; bir gün ezenlerin konumuna gelerek hava atmayı ve zenginleşerek kendinden aşağıdakileri ezmeyi hayal eden ezikler sürüsü. Bunlar ezenlere içten içe hayranlık duyarlar ve onların siyaset, ekonomi ve kamu görevlerinde güç sahibi olarak kalmalarında oyları, davranışları ve destekleriyle ayakçıık yaparlar. Kur’ân bu sürüleşmiş ve ezikliği içine iyice sindirmiş tipleri çok tehlikeli tipler kategorisine katar ve bunlar ile destekledikri azgın azınlığın aynı akıbete uğrayacağını belirtir. Yahûdî, Hristiyan ve Müslümanların muhâfazakârları değişim ve dönüşümlere karşı olduklarından en çok eziği barındıran sosyal yapılar muhâfazakâr toplum ve topluluklardır. (Sebe, 31-33.)
[13] BURJUVA DEMOKRASİSİ: Kurallar ve kurumsal yapıları sermâye sahipleri veya devletin kurduğu partilerin belirlediği, temsilci ve vekilleri halkın belirlemediği, seçkinciliğin egemen oduğu, kapitalist düzenin hiçbir biçimde sarsılmadığı, devlet kutsallarının halk üzerinde baskı aracı olarak kullanıldığı; eğitim, spor, sağlık, siyaset, ulaşım, tarım, imar, emniyet, hukûk ve ordunun gizli seçkinler, sermâye sahipleri tarafından kontrol edildiği, özgürlük ve hakların zenginlerin egemenlik alanına dokunduğu andan itibaren ekonomik, askerî, politik ve hukûk ayakoyunlarıyla engellenen düzen.
[14] HALK DEMOKRASİSİ: Tüm yönetim kademelerinin, halkın ihtiyaç ve önceliklerinin; kurumlaşma, yapılaşma ve sosyal düzenin aşağıdan yukarıya doğru biçimlendiği sistemdir. Köy ve mahalle meclislerinden ülke meclislerine doğru oluşturulan, halkın yönetimin her kademe ve aşamasında söz sahibi olduğu bir şûrâya dayalı yönetim tarzıdır. Kur’ân’ın da istediği budur. (Bakara, 256; Şûrâ, 38.)
[15] FEMİNİZM: Kadının politik ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini savunan düşünce akımı.
[16] ÜRETİM ARAÇLARININ ORTAKLIĞI: Meyve bahçesi, su kaynakları, ırmak ve nehirler, deniz ve göller, maden ve ormanlar, petrol ve gaz, yollar ve köprüler, okullar, sağlık kuruluşları ve tarım alanlarının kamu adına devletin malı olmasıdır. Devlet, bunların işletilmesini belli şartlara göre verse de mülkiyetini asla vermez.
[17] TABU: Korkuyla karışık saygı duyulan, dokunulması ya da kullanılması yasak olan, aksi yapıldığında zararı dokunacağı düşünülen insan, hayvan ve nesne. Ancak günümüzde tabu denilince belli normlarla ilişkili olarak kutsal/dokunulmaz kabul edilen oldukça güçlü toplumsal yasak(lar) kastedilir. Yani kutsal yasaklara tabu denmektedir Tabulaştırmak; dokunulmaz, eleştirilmez, sadece yüceltilir, ancak ve ancak tartışmasız biçimde saygı duyulur bir anlayışa sahip olmak, kutsal yasak kabul etmek demektir.
[18] Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Sol, 8. cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007; Paul Sweezy, Marksizm Üzerine Dört Ders, çev. Tuncel Öncel, 3. Baskı, Yordam Kitap, İstanbul, 2015; Marksizm Sözlüğü, çev. A. Kadir Gülen, Dipnot Yayınları, İstanbul, 2021; Kemal Okuyan, Solculuk Nedir, 10.12.2021, haber.sol.org.tr.
[19] Kur’ân’ı ana dilinden okumayan, geleneksel tefsirlere bile nadiren bakan, Kur’ân’ın tarihsel ortamı ve dinler tarihindeki yerini hiç irdelemeyen; Kur’ân’da etkili olan Arap kültürünün Mısır, İran, Suriye ve Mezopotamya kültürü ile etkileşiminin yansımalarını hesaba katmayan; ama kendini oldukça dindâr zanneden bir dindârlık modeli.
[20] FAŞİZM: Siyasi, ekonomik, hukûksal ve toplumsal alanlarda baskı, dayatma ve zorbalıklar ile özgürlükleri kısıtlama; din, dil, mezhep ve dünya görüşü serbestliğini yok etme; seyahat ve tercih sınırlaması getirme, konuşma ve eleştirme hakkını alma veya kısıtlama, devlet sembollerini kutsamayanlara savaş açma, lider putçuluğu yapma, sorgusuz itaat etmeyi dayatma, devletin bireysel ve toplumsal hayatın her alanını belirlemesini tartışmasız kabul etmedir. Tanrı-devlet modelinin çağdaş biçimidir. Kur’ân’ın Firavunluk dediği düzendir.
[21] YOBAZ: Bir inanç, düşünce ve ideolojiye körü körüne bağlı olan ve kendi dünya görüşü dışındakilere tölerans tanımayan.
[22] RİTÜEL-PERESTLİK: Namaz, oruç, kurban ve haccı önemseyip bunların gerçekleştirmek istediği dayanışma, yakınlaşma, eşitlik ve açıkla mücadeleyi görmezden gelen, hatta bu amaçları dindârlık bile saymayan çarpık zihniyet. Namaz kılmamayı günah sayıp yardımlaşma ve dayanışma içinde olmamayı hiçbir biçimde günah saymayan Kur’ân dışı anlayış.
[23] İÇTİHAT: Özel görüş, anlayış, kavrayış. Bir şeyi elde edebilmek için olanca gücü harcamak. Olay ve durum karşısında âyet, hadîs ve sünneti kişinin yaşadığı koşulları dikkate alarak yorumlama ve bir karara varma.
[24] ASABİYE(t): Damar, fanatizm, gözü kapalı taraftarlık, kızıl elma, yüceltilen ve tartışma dışı tutulan değer. Soy üstünlüğüne, soyun kutsanmışlığına, soyun Tanrı’nın rızasına uygun hizmetler ürettiğine inanma, soyun kutsallığını kabul etme. Soyculuk, boyculuk, bölgecilik, takımcılık, sendikacılık, particilik, mezhepçilik, tarîkâtçılık, cemaatçilik, cemiyetçilik, örgütçülük, ocakçılık, akrabacılık, grupçuluk.
[25] ANTROPOLOJİ: İnsan bilimi. İnsanın kökeni, evrimi, biyolojik özellikleri, sosyal ve kültürel değişim ve gelişim sürecini inceleyen bilim dalı.
[26] SOSYOLOJİ: Toplumbilim, toplum bilimi. Birey ve toplum ilişkilerinin, sosyal davranış ve toplumsal kurumların nasıl işlediğini inceleyen bilim dalı.
[27] SOSYAL-PSİKOLOJİ: Bireyin duygu, düşünce ve davranışlarının çevresel koşullardan nasıl etkilendiğini bilimsel teknikler kullanarak açıklayan bilim dalı. Toplumun birey üstündeki etkilerini ortaya koyan bilim dalı.
[28] ANALİTİK: Bir problemi ortadan kaldırmak için probleme sebep olan ögeleri ele alarak ve ulaşılan bilgilerle birleştirerek çözüme ulaşma, tahlil etme, problemleri çözebilmek için sistematik düşünce yapısına sahip olma. Bir olay ve durumu önce parçalara ayırıp herbirini ayrı ayrı inceledikten sonra bütüncül bir sonuca ulaşma. Tahlilî, analizci. (Bunun tersi olan yöntem kategoriktir.)
[29] DOGMATİK: Dogmaya ait, dogma ile ilgili. Bir düşünce, inanç ve kabulü araştırma, inceleme, zıtlarıyla karşılaştırma, deneme-yanılma, tecrübe etme yöntemlerinden geçirmeden doğru veya yanlış kabul etme davranışı.
Doğal din: Vahiy, peygamber ve kitaba gerek duymadan evrensel işleyiş yasalarına ve evrensel tasarıma bakarak üretilen bilgi ve inanç.
[30] TOTEM: Eski dönem topluluklarında kutsal sayılan hayvan, ağaç veya rüzgâr gibi nesneler. Put.
[31] Bayram Koca, Türkiye’de İslam ve Sol, Vivo Yayınevi, İstanbul, 2014; Antikapitalist Müslümanlar Manifestosu, Evrensel gazetesi, 30 Eylül 2012, www.evrensel.net.
[32] Mehmet Azimli, Müslümanların Engizisyonu Ölümcül Kovuşturmalar-Mihneler (I, II, III), Mana Yayınları, İstanbul, 2020.