Abdullah Ataşçı yalnızca insana çeviriyor yüzünü. Parmağını kimsenin suratına sallamadan ve bağırmadan.
Kürtçe’de “yaralı” anlamına gelen “birîndar” sözcüğünden yayılan sızı, romanı okumaya başladığımız ilk andan itibaren koyu bir sis tabakasının içindeymişçesine çevreliyor ruhumuzu. İnsanları birbirine yabancı ve düşman olmaya götüren yollarda geçen bir hikâyenin ortasında buluyoruz kendimizi. Bir gerilla grubu, tutsakları olan Celal subayı dağ yollarından, bin bir türlü zorluğu aşarak başka bir kamp yerine götürmekle görevlidir. İşte bu yolculuğun romanıdırBirîndar. Kabuk bağlamayan yaralarla yaşamaya çalışan insanların yaşadığı bu coğrafyanın kendisi de yaralıdır. Geçmişten gelen ve tedavi edilmek yerine kanırtılan/kanatılan yaralarla yaşamaya çalışıyoruz. Oysa bizi yaralayan neyse tedavi edecek olan da odur.
Birîndar’a can veren Abdullah Ataşçı 1973 Elazığ doğumlu. Daha önce yayımlanan Sığ Suyun Balıkları, Vicdan Saatleri adlı iki öykü kitabı ve Dağda Duman Yeri Yok adlı bir romanıyla edebiyat dünyasında sağlam adımlarla ilerleyen bir yazar. Ataşçı romanlarında zor bir konuyu ele almasına karşın başarıyla üstesinden geliyor. Birilerini yargılarken birilerini aklamak gibi bir tutumun peşine düşmeden, yalnızca insana çeviriyor yüzünü. Parmağını kimsenin suratına sallamadan ve bağırmadan…
Birîndar sürükleyici kurgusu ve özenli anlatımı ile okuma hazzını besleyen ve büyük bir emeğin ürünü olduğu izlenimi bırakan bir roman. Tek bir anlatıcısı yok Birîndar’ın, Ferhad ve Celal’in anlatımıyla ilerleyen roman bir babanın oğluna yazdığı mektupla başlıyor ancak bu mektubun kime yazıldığını, babanın ve oğulun kimler olduğunu son sayfalarda anlıyoruz, çoğul anlatı mektupların gizinin açığa çıkmasıyla destekleniyor.
Vicdan…
Aslında tüm yolculuklar insanı kendi içine ve geçmişine götürür. Celal ve Ferhad’ı aynı yerde buluşturan geçmişe ayna tutulur yol boyunca. Çocuklukları, aileleri ve tercihleri ile dost olabilecek iki insanın nasıl düşmana dönüştüğünü okuruz ve şu soru düşer bir kez daha aklımıza; tercihlerimizin ne kadarı bizimdir? Celal futbolcu olmak isterken, asker babasının zorlaması ile asker olmuştur örneğin; asker olmuştur ve emir komuta zinciri içerisinde sorgulamadan itaat etmeyi öğrenmiştir. Tanrı’nın sesini duyduğuna inanan bir ölüm makinasına, zalim bir işkenceciye dönüşmüştür. Genç bir doktoru işkence ile öldürdüğü andan itibaren de onmaz bir biçimde yaralanmıştır. Onu yaralayan şey, tüm katılığın altından inatla ses veren vicdandır, kapanması en zor belki de imkânsız olan bir yaradır bu. Yaptıkları yakasını bırakmaz ve aylarca tedavi görür Celal. Vicdana bu kadar güvenmek ve herkesin bir vicdana sahip olduğuna inanmak iyi insanların tercihidir, bazılarının vicdanı her durumda kendini haklı çıkaracak biçimde işler. Ataşçı, vicdana, dolayısıyla insana güvenmeyi tercih ediyor. Celal’in peşini bırakmayan suçluluk duygusu, kâbuslar ve gündüz düşleri şeklinde ortaya çıkar ve uzun süren tedavilerle aşılmaya çalışılır. Hangi ilaç ya da doktor vicdanın sesini susturma becerisine sahiptir ki? Celal yalnızca günlük yaşantısına devam edebilir hale gelir, artık yeryüzünde kendisi için huzurun kalmadığını bilerek ve geçmişi ile yüzleşme arzusu ile yeniden eski görev yerine döner.
Yaşamak için düşmanını dostundan çok sevmek ve düşmana muhtaç olmak üzerine kafa yorarken, yolculuğun yoldakileri birbirine yaklaştırdığını okuruz romanın sonlarına doğru. Celal ve Ferhad giderek birbirilerine benzemeye başlarlar. Düzen inşası için görevli bir asker ve buna karşı çıkan bir gerilla ortak bir yazgıda buluşur. Dünya, hızla cehenneme dönmeye devam etmekte ve bu dönüşümün son bulacağı umudunu diri tutmaya çalışmakta birileri. Bir gün ateş sönüp, küller üflendiğinde yitip gidenlerin hikâyelerini merak edecek insanlar ve Birîndar gibi romanlar kutup yıldızı gibi ışıyacak.
BİRÎNDAR
Abdullah Ataşçı
Everest Yayınları
2015, 205 sayfa, 14 TL.