Zalimlerin politikası, idrak edişin ve algıların, zor ve ikna araçlarıyla yönetilmesidir. İnsanların kendi özgür iradeleri ile karar verdiklerini sanmaları sağlandığı müddetçe, toplumdaki tarihsel algılar ve idrak ediş biçimleri, daha kolay değiştirilebilir ve toplumsal hafızaya yönelik derin operasyonlar başarıyla yürütülebilir.
Algıları yöneten muktedirler ve iktidar güçleri, toplumsal muhalefet güçleri içindeki algıları da yönetebilecek düzeyde irade geliştirmek arzusuna sahiptirler. Sistem dışı muhalefet güçleri, kendi içlerindeki ve kendi aralarındaki ortaklaşma iradesini geliştirebildikleri oranda, iktidar güçleri; toplumsal muhalefetin algılarını yönetme ya da yöneltme gücünü kaybederler.
Genel olarak üçüncü dünya ülkelerinde ve özelde İslam coğrafyasında, anti-hiyerarşik/anti-otoriter ve Le hül mülk felsefesi doğrultusunda hayata müdahale eden devrimci İslami bir hareket henüz oluşmamıştır. Çünkü böylesi bir siyasal çıkışı hedefleyen devrimci bir hareketin oluşmasını engelleyen algı ve idrak operasyonları, çok köklü ve derin tarihsel bir zemine sahiptir.
Ayrıca bu ülkelerdeki muhalefet hareketlerinin tamamında lider kültü ve merkeziyetçi bir örgütlenme tarzı asırlarca bir gelenek oluşturarak, hakim kılınmıştır. Muhalefet hareketleri, bir liderin/öncünün etrafında örgütlenen katı hiyerarşik hareketler olduğu müddetçe, sistemin algı operasyonlarına ve bağımlılık ilişkilerine açık tutulabilmektedir.
Anti hiyerarşik/anti-otoriter, Le hül mülk felsefesi ile yaşama müdahale eden İslami örgütlenmeler de ise kurumsal bağımlılık ilişkileri, en aza indirilmiş hatta yok denecek kadar tüketilmiş olmalıdır. Bu yapılarda, bilgisini tahakküm aracına dönüştürme ve bilgi tekeli kurmak olanaksız olmalıdır. Tek merkezlilik olmamalıdır. Doğal olarak birbirine danışma, görüş alışverişi geliştirme, eksiklik ve yetmezlikleri dayanışarak giderme ve ortak iş üretme, en üst seviyede geliştirilmiş olmalıdır.
Genel anlamda devrimciler, sözünü sadece kitaplarda değil, hayatın içinde ortaklaşan emekle söyleyenlerdir. Devrimcilerin sözü, bireysel ve grupsal değildir ve toplumsal hayatın içinde, tarihsel anlamda ortaklaşabilen bir söz birliğinin gücüne sahiptir.
Zulmedenlere ve bizi sömürenlere hizmet eden, onların efendiliğinin bizim de köleliğimizin teminatı olan ve benimsedikçe, bizi bize yabancılaştıran mevcut “geleneksel ümmetçi ve enternasyonalist paradigma” tamamen çökmüştür. Geleneksel, iktidarcı-otoriter İslamcılık ve geleneksel sosyalizm, toplumsal sorunlara çözüm üretemiyor ve üretemez. Bugün geleneksel ümmet anlayışının ve halkların eşitlik ve dayanışma kültürünün, en çıkarsız ve yalın şekilde, en köklü tarihsel bir derinlik içinde yenilenme ihtiyacı vardır.
Sorun, önü alabildiğine açık tutulan sistem içi İslamcı veya Solcu olmak değildir, sorun bir türlü gerçek anlamda “İnsan” olamamak veya kendini diğerlerinden tarihsel olarak önde ve üstün ya da tarihsel değişimin merkezinde görmektir.
Öte yandan radikal İslamcı veya radikal solcu yapılanmalar, her yenilgilerinde sistemin perçinlenmesini sağlamakta ve küresel egemenlerin ekmeğine yağ sürmektedir.
Türk, Arap, Kürt, Çerkez veya Fars olabiliriz. Kültürel, dinsel ve tarihsel farklılıklarımızın olmasından daha doğal ne olabilir? Dolayısıyla sorunlarımızın çözümünde birebir aynı yöntemleri uygulamamız olanaksızdır. Küresel kapitalizm yeni mevziler kazandıkça, iktidarların; toplumlara dayattıkları mühendislikler evrimleşmektedir. Bu nedenle direniş mevzilerine açılan yol ve yöntemler de evrim geçirmek zorundadır. Bizler; bambaşka ve özgün ama denenmesi riskli, farklı olasılıkları değerlendirmek zorundayız. Farklı yöntemlere ihtiyacımız var.
Artık şunu söyleyebiliriz: Biz; Türk, Arap, Fars, Kürt vb. İslamcılığı ve geleneksel solculuğu reddediyoruz.! Bugün bizlerin, zamanın ruhuna hitap edebilen yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. İslam’ın, insanlığı özgürleştiren ve eşitleyen ortak iyilik gücüne ve toplumsal adalet yönüne vurgu yapan, özgün bir yapılanmaya ihtiyacımız var. Yolumuzu daha berrak kılacak olan ve bugüne kadar üstü sıkıca örtülen “Le hül mülk la ilahe illallah” vurgusu günlük yaşamın içinde kuvvetlendirilmelidir. Bugün Tevhid; toplumsal mülkiyetin korunduğu, sınıfsız ve sömürüsüz toplum inancıyla ete kemiğe büründürülmelidir. Ancak Tevhid inancı içinde Muvahhid Müslüman olunur. Elbette kavimcilik yapmak, şirktir… Herkesin kendi dilini konuştuğu ancak herkesin Allah’a kul olarak, mülk üzerinde birlikte üretim ve birlikte eşit paylaşarak tüketim yaptığı, toplumsal mülkiyet içindeki tam kardeşlik olan bir İslam, bizim aradığımız İslamdır… Bu ideal olandır ve bugün var olan İslam inancıyla ve İslam yaşamıyla hiç bir alakası yoktur. Bugün, topluma dayatılan din kapitalizmdir ve kapitalist kölelik kültürüdür.
Öyleyse mülk ve otorite Allah’ın oluncaya dek
Allah Ekmek Özgürlük şiarıyla yürünmelidir…
Adilmedya