Salak mı bu Ertuğrul, çıkıp bizzat kendisi şantaj yapacak? Bakan, ona, “senin elinde dosya varmış aleyhimde?” diye sorduğunda, “evet, var” diyecek. Kimi kandırıyor? Zafer, daha pişkinidir MEME’nin. “Hatırlamıyorum” der, çıkar işin içinden (Tkl: 1). Demek ki, MEME’nin laikçi cenahında kopartılan 15 yıllık şantajcı sürecin vaveylasının ne olduğunu anlamak için taraflara soru sormayacağız. Gazeteciliğin temeli bu. Soru sormamak. Ya da, yanlış soruları yanlış kişilere sormamak. Düşünün adam cinayetten tutuklu, bizim iletişim fakültesi mezunu stajiyerlerin efendisi Reha Muhtar mikrofonu uzatmış, adama, soruyor, “siz mi öldürdünüz?”.
Başörtülülerin temel kuranı Elif Çakır’ınki (Tkl: 2) buna benziyor. Adam “evet” dese, hiç bir şeyi açıklamaz; zaten tutuklanma sebebi o; “hayır” diyeceği çok yüksek bir ihtimal ama dese de, henüz belli değil. Eee ne diye soruyorsun o zaman o soruyu Ertuğrul’a?. Yoksa, “ben yapmadım patron yaptı” mı demesini bekliyorsun? Patron da gardını almış zaten; “asarım onu” diyor: Omerta! Elif Çakır, Omerta’yı da duymamış olacak ki, hâlâ temel kuranlığa devam ediyor (Tkl: 10).
28 Şubat’ı 15 yıl sonra akla getirenlerin gazeteciliği de, sordukları sorularla ve akılları ile müsema.
Demek ki, sormayacağız.
Birinci kuralımız bu.
Gazeteci sormaz.
Ne yapar?
Sorgular, araştırır.
Bilmiyorsan araştıramazsın.
Ölçmüyorsan bilemezsin.
Merak denilen illet peşimizi bırakmıyor ya…
Şantaj var mı, yok mu? Sakın sorma.
Sormayı yasakladım, peki, ne yapacaksın?
İlletişimi anlamak için iletişim bilimlerinde yoğunlukla kullanılan bir yöntem var, merakımızı gidermek ve gerçekleri görmek ve bulmak için, ona başvuracaksın: İçerik analizi.
Küçük bir örnek veriyorum. Bütün gazetecilere küpe olsun.
Bunlara sormadan, Can, Ertuğrul, Zafer ve Ahh ahh Hakan’ın karıştığı şantajcı medyanın olup olmadığına dair ne gibi bir analiz birimi saptayabiliriz ki, “evet Can’ın dedikleri doğrudur” diyebilelim. Hoş, doğru olduğu tarafların ve o günlerin doğrudan tanıklarının (Tkl: 3) açıklamalarından şimdiden belli oldu ama biz yine kuşkulu davranalım.
Mesela, bu dört yazarın son 15 yıldır yazdıklarının tamamını (Internet’te mevcut olduğu kadarıyla, ya da kütüphanelerde) tarayarak, kullandıkları “şantaj”, “tehdit”, “politik mühendislik”, “demokrasi,” “asker”, “siyaseti tanzim”, “irtica”, “terör”, “rüşvet” gibi kelimeleri kaç defa kullandıklarını bulabiliriz. Tabii, uyanıklarınız hemen, “ama kullandıkları bağlamı bilmiyorsak nasıl sonuca varırız” dedi, değil mi? Kolay, hemen bir bağlam analizi yaparız. Her kullanılan seçtiğimiz kelimeyi “olumlu” veya “olumsuz” anlam yükleriyle yeniden sayarız. Bu da mı yetmedi? Öznelliklerini tanımlarız. Yani, bu seçilen kelimeleri “olumlu, kendinin özelliği ve karşısında/karşıtında olmayan” olarak tanımladıkları ile “olumsuz, diğerinin özelliği ve kendinde olmayan” olarak ikiye ayırıp, çapraz tablolama yapabiliriz. Bu da mı yetmedi? O zaman, bu tablolara bir de, yazıları zamansal olarak gruplandırarak, her zamanın en önemli siyaset olayı veya olgusu ile yeniden analize tabi tutarız. Karşımıza şöyle bir tablo çıkabilir. Diyelim ki Can, 28 Şubat süreci içinde, “şantaj” kelimesini, kendisi için olumlu olarak (yani “şantaja uğradım”) 25 defa kullanırken; Zafer 45, Ertuğrul 124, Hakan (ki henüz gazete yazarı değildi) 0 defa kullanmıştır. Yine aynı kelimeyi, diğeri için olumlu olarak (“şantaja uğradı”) sırasıyla, 46, 75, 219, ve 0 olarak; karşıtı hakkında olumsuz olarak (şantajcı), 45, 67, 116, 0; diğeri için olumsuz olarak (şantaja uğramadı), 78, 56, 245, 0 olarak kullandığını saymış olalım. Bu sayıları iyi bir analizci “kim, kimin için, hangi dönemde şantaj kelimesini kullanmış” biçimindeki bir araştırma sorusuna cevap bularak (soru sormayı gazetecilere yasakladım, araştırmacılar sorabilir), bir de bu analizi, “neden kullanmış” sorusuyla birleştirerek, son panik atak Can olayında kimin doğru söyleyip söylemediğini, ona sormaktan daha büyük bir isabetle bulabilir. Elimizde gerçek data olmadığından bu istatistik analizi burada yapmıyorum ama bir başka türlü içerik analizi var ki, onu somut olarak yapabiliriz: Yazdıkları yazılara attıkları başlıkların içerik analizi. Buna üst içerik analizi denir.
Bu analizi Ertuğrul’a uygularsak, ki üzerine en fazla alınmış olan o ve patronu tarafından da yakında idam edilecek, şu sonuçlara varıyoruz:
Elimizdeki data mebzul. Ertuğrul’un Hürriyet varakı arşivinde, 1997 yılı Temmuz’una kadar geri gidilebiliyor. Nedense tam da 28 Şubat dolayları arşivde yok ama ne gam, yetiyor da artıyor bile. Üstelik arşivde ciddi atlamalar da var, sanki bazı yazılara erişim engellenmiş gibi.
Ertuğrul’un başlık sevdası, ne kadar da kendini faş eder’e iki örnek sunarak, analizime geçeceğim. 1997 Temmuz ayında ilginç iki yazı başlığı ile karşılaşıyoruz: Birincisi, “Paşa’dan anlamlı mesaj” (Tkl: 4 ). Bu yazının sonunda şu saptaması var: “Benim yorumum şu: Bu Askeri Şûra’dan sonra Batı Çalışma Grubu faaliyetini durduracak.” (31.07.1997). Oysa, bundan on gün kadar önce, “BÇG Faaliyetini Dururacak mı?” başlıklı yazısında (Tkl: 5) şöyle diyor, Ertuğrul: “Batı Çalışma Grubu faaliyetine devam edecek. Ne zamana kadar? Bu grubun kurulması emrini veren komutanlığın, emri ortadan kaldırmasına kadar.” (18.07.1997).
Maksadı şu olabilir: BÇG’nin en aktif personelini, İstanbul Sermayesi koordinatlarına alarak,1. Ordu Komutanı olarak önermek: “Bir için iki muhtemel görevden söz ediliyor. Birincisi, Koman‘dan boşalacak Jandarma Genel Komutanlığı’na getirilecek. Bir başka ihtimal ise, Birinci Ordu Komutanlığı’na getirilmesi.” (31.07.1997).
İkisi de uyuyor Ertuğrul’a. Çevik Bir, 1. Ordu Komutanlığı’na getiriliyor, ancak devir teslim töreni yapılmadan komutanlıktan erken emekli edilen ilk paşa ünvanını kazanıyor. Yıl: 1999.
Değişen ne, anlamak için yine arşive dönelim ve şu örneklere bakalım: “Güneş Taner’in Politikası Desteklenmeli” (Tkl: 6) başlıklı yazısı şöyle bitiyor: “Tayland’da yaşanan son kriz, Güneş Taner tipi gerçekçi politikaların önemini bir kere daha ortaya çıkardı. Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde Tayland’ın düştüğü duruma düşmemek için mutlaka ve mutlaka Güneş Taner’in ekonomide ağırlığını artırdığı bir zihniyete ihtiyacı var.” (23.09.1997).
Yine, “Güneş Taner’in Kritik Değerlendirmesi” (Tkl: 7) başlıklı yazıda şu görüşlere yer veriyor, “O yüzden, Güneş Taner’in bu kadar kısa sürede hak etmediği bir şekilde eleştirilmesini bir beyin israfı olarak görüyorum… Ekonomide kurulmuş olan bu güzel kadro, uyum içinde çalışan Taner-Çelebi ikilisiyle Türkiye’yi sakin sulara götürebilir.” (06.09.1997).
Bu yazılardan tam bir yıl sonra 22.10.1998 günü Güneş Taner ile yaptığı karton fabrikası teşviki ile ilgili telefon kayıtları yıllar sonra ortaya çıkıyor (Bu tarihin alttaki yazılardan biri ile çakışmasına dikkat edin. Tkl: 8). Biz de, ne vatanperver adam, Galiçya’nın nerde olduğunu bilmiyor ama ülkenin menfaatlerinin nerede olduğunu biliyor diye düşünürken, neden yazmış bu yazıları, yıllar sonra anlıyoruz. Güneşe doğrultmuş av tüfeğini, sadece uygun Bir an kolluyor. Ancak, Bir de, Taner de boş çıkıyor. Beceremediği bir durum olsa gerek. Onu da yazının sonunda anlatacağım. Bir de 28 Şubat’ı aklamak hırsına değinip asıl analize geçelim: (Tkl: 11) “Hizbullah vahşeti, artık 28 Şubat tartışmalarına kesin bir çizgi çekmiş olmalıdır. Halk zaten referanduma çevirdiği 18 Nisan seçimi ile oyunu vermişti. Çıkarılan cesetler, bir anlamda, 28 Şubat’ın gerekçeli kararını oluşturuyor.” (23.01.2000). Hizbullah da sakın KCK gibi MİT tarafından organize olmuş olmasın?
Bütün bunlar ne gösteriyor, tek bir şeyi: Ertuğrul oldu mu durum, her şey durduğu yerde bağlam içinde. Kulakları çınlasın Ali Bulaç’ın (Tkl: 9).
Demek ki emin olabiliriz: Ertuğrul kafaya taktığı konuyu (av da diyebilirsiniz) ayda en az iki kez vurguluyor. Hem de başlık, başlık. Tersi olursa, “ben sana iki kez söyledim, dinlemedin,” diye çakacak. Özetle Başlıkların Efendisi Ertuğrul’un bağlamı çok kuvvetli. Siyak, sibak tanımıyor. Onun için varsa, yoksa, düz anlam, üst başlık.
Şeffaflık mı, maskeli yayıncılık mı? 04.12.1997
Taner: Bilseydim ihaleyi onaylamazdım 22.10.1998
Medya mafyası ihaneti affeder mi 29.01.2002 (Tkl: 15)
Şantaj imparatorluğu uzatmaları oynuyor 31.01.2002
Biz köşe yazarları biraz fahişe miyiz 21.04.2002
Kürşat Bumin ise bu başlıkları “nereden çıktı durup dururken bu sorular” diye sorguluyor (Tkl: 12 13); G. Adaklı irdeliyor (Tkl: 14). Ortada garip bir durum var; henüz AKP iktidarı ortada yok, Ertuğrul bu başlıklarla hizaya sokmaya çalışıyor, siyasalı, Omerta çığlıkları atıyor, aileyi susturmak için. Kendisi de patrona, “ben de susuyorum haa…” diye manyel veriyor.
Sonunda da Taksim’de idam edilme ile karşı karşıya.
Şimdi kalkıp sorun ona, “sen panik atak Can’ın iddialarına ne diyorsun?” Ahhh, ahhh Ahmet de destek çıksın omerta’yı bozanlara. Belli ki yine bir kumpas var ortada.
Gorki’nin Yaz Misafirleri’nin son repliği Kerim Afşar sesiyle hâlâ kulaklarımda: “Bunlar insan ilişkileri, sözünü etmeye bile değmez.”
Bunlar MEME ilişkileri, sormaya bile değmez. Boşuna uğraşma Elif Hanım, seninki de dahil, tümü MEME…
Okusaydın, Medyaya Düşman Yetiştiriyorum’u…
Anlardın biraz olsun durumu.