Hegelciliği, psikanalizin klasik bilinçdışı kuramını ve yapısalcılığı aşan “yersiz yurtsuzlaşma” kavramı; özgürlük sosyolojisinde, çok dilli ve çok kültürlü yaşamsal evrimi ve iç çelişkilerden beslenen değişimleri açıklar. Ayrıca öznenin/bireyin inşasındaki kaçış çizgilerinin önemini vurgulayan bir özelliğe sahiptir.
Her insanın hayat çizgileri, aynı zamanda o insanın özgün bireyselleşmesini oluşturan davranışları ve bakış açılarını ifade eden kaçış çizgileri içerir. Her insan, toplumsal ve tarihsel bütünlüğün birebir kopyası ya da tek hakimi değildir, olamaz. Her insan bu genel bütünsel akışın içinde, kendi özgün çizgileriyle varolur, kaçış çizgileriyle ilerler. Kaçış çizgileri, bütünsel hayatı renklendirir, özgürleştirir, çoklu ve farklı kılar. Hayatın tekdüzeliğini sarsan ve değişimi tetikleyen, toplumsallaşan bedende kılcal damarlar gibi varolan kaçış çizgileri, değişimde süreklilik sağlar. Bu anlamda özneyi/bireyi, en başta belirlenen bir öz ile sınıflandıran bir kalıplaştırma, her insana özgü varolan kaçış çizgilerini inkâr etmek zorundadır. Bu muhafazakâr, statükocu bir tutumdur ve bireyde/toplumda travmaları, şizofreniyi ve köleleşmeyi doğurur.
Bireyin tarihsel belleğinin ve kültürel anılarının bir değerler sistemi haline dönüştürülmesi, bireye merkezi bir eğitimle sürekli hatırlatılarak ve bireyi; yaşadığı an içinden/şimdiden geriye döndürerek, kendi kimliğini bulmasını öneren ve genellikle zorlayan, gayri-doğal bir kalıplaştırma ile ilerler. Bu kutup bütünleştiren, uzlaştıran ve sınırlayan “Moler kutuptur”. Birey, insanlık tarihinin katmanlarında, geriye doğru yolculuğa çekilerek belli bir merkezde/yerde inşa edilir.
Hâlbuki tarih aynı zamanda, coğrafyalar arasında sürekli göçlerin ve toplumlar arasında yer değiştirmelerin olduğu bir kaynaşma, melezleşme ve yersiz-yurtsuzlaşma tarihidir. Yeryüzünde göçler ve seyahatler, insanlığın arınmasına, yenilenmesine ve yeniden başlamasına vesile olan, arayış ve kaçış çizgileri olarak süreklilik arz eder.
Birey, kendi iç dünyasındaki göçler ve seyahatlerle, kendine özgü kaçış ve arayış çizgilerini sürekli kılar. Burada bireyin kendi iç yolculuğu, düşleri, hisleri ve algıları; kaçış çizgileriyle göç etmeye ya da göç ettiği mekâna uymaya yönelik bir doğallık içerir. Bu doğallık, bireyi; yaşadığı an içinden/şimdiden, geriye değil ama daha ileriye doğru taşıma özelliğine sahip kılmakta, yenilemektedir. Özneleşen insan/özgürleşen birey, ezberle sabit kılınan, dondurulan, yerleşik kalıbın içini yarmakta, onun içinden kendi sıcaklığıyla, yeni bir kök-sap oluşturan bir oluşa, eyleme, arayışa başlamaktadır. Aslında ona sanal/yapay gibi gelen köksüzlüğün içinden filizlenen yeni dallar ve çizgiler oluşturmaktadır. Bu oluş ve çıkışlar, aslında taklit yapmayı bırakıp, biz ve ötekiler ikiliğinin ardına sığınmadan ve hatta bu acımasız ve kahredici ikiliği yok eden ve tanımak istemeyen bir doğallığa ve hakikate açılan çıkışlar içerir.
İnsanlara hiç yaşamadıkları yerlerden ve geçmişinden bahseden çizgiler, bireyi eski yerine-yurduna döndüren çizgiler, kök-kaynak çizgiler olarak savunulup gösterildiği halde, yersiz-yurtsuzlaşma çizgisi; coğrafi olduğu kadar, tarihsel ilerlemeye de açılan arayış ve kaçış çizgileri içerir. Her birey, kendisine öğretilen tarihi ve geçmişi sorguladıkça, arayış ve kaçış çizgileri oluşturma potansiyeli taşır. Bu potansiyeller, aynı zamanda toplumda bireysel arayışların yani en küçük parçacıkların kaynaştığı, özgür “Moleküler alanlar” oluşturur.
Toplumsal bloklaşma ve bütünleşme olan tekçi “Moler Alan” ile çoklu ve farklı “Moleküler Alanlar”, sürekli çatışma ve baskın olma mücadelesiyle, zamana ve mekâna, birlikte çizgiler çizerler. Olanı ve oluşanı dönüştüren, değiştiren bu çizgiler, kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz, kırılma ve bükülmelere veya sıçrama ve yeni oluşlara yol açarak, hayata yeni olanaklar sunarlar.
Aydın Mutlu Dinçoğul
________________________________
(*) Köleleşme ve köleleştirmenin bilinmediği Orta Asya bozkırlarında yurdu çadır olan ve “Yurdu Kurun!” diyerek çadır kuran Moğol ve Türk boylarının göçer yaşamı, modern Fransız felsefesinde anti-hiyerarşinin özgürlük bildirgesi olan “yersiz yurtsuzlaşma” kavramına kaynaklık etmiştir. Bu kavram, Hegelci diyalektiğin karşısındadır.