Bugünün dünyasında yerellerden hareketle doğal bir kaynaşma ve buluşma ağı yaratılması ön plândadır. Yerel idareler; komşuluk, mahalle ve köy seviyelerinde, doğrudan-demokratik ve kimyasal tarıma karşı çıkan organik bahçeciliğin, çeşitlendirilmiş tarımın ve diğer doğal seçeneklerin tekrar güncelleştirilmesini ve farklılıkların bir arada çiçek açtığı halk meclislerinin tekrardan canlandırılmasını sağlayabilmektedir. Bu dönüşümle, yani çoklu ve özgürlükçü seçeneklerin halkla tartışılarak kararlaştırıldığı, şeffaf yerel yönetimcilik politikasıyla, doğal ekonomi güçlendirilebilir. Yerel yerleşimler de yaşayan insanların kaynaşmaları, sorunlarını el birliğiyle çözmeleri doğaldır ve sorunlarını, kendi aralarında oluşturdukları karar mekanizmalarıyla çözmeleri haktır ve meşrudur. Yerelciliğinin tehlike oluşturduğu, bölünme ve ayrışma yarattığı iddiaları ise, kâr güdücü iktidarını korumaktan başka, sefil bir endişe taşımayan zalimlerin uydurmasıdır. Elbette merkezi devletin zıttı olan merkezsizleşmiş toplumun, herkesin kendisini idare ettiği ve özerk hale getirdiği yerel yönetimler arasında, mutlaka en adil ve ahlâki bütünlük oluşturulmalıdır. Komşusu açken tok yatmanın günahına, hiçbir yerel idare kaynaklık etmemelidir.
Hakk’ın emanetine kardeşlik ve barış adına sahip çıkma ruh haliyle, çalışanların işletmeleri, istişare ve liyakat esasına göre çalıştırdıkları ve toprağı işleyenlerin de toprakta düzenli çalıştıkları müddetçe, insanın doğasına uygun olan doğal ekonominin sürdürülebilmesi, nimetlerin paylaşım ve bölüşümünün adil yapılması koşuluyla mümkündür. Böylece asalak merkezi bürokrasi gereksiz kılınacak, kırsaldan kentlere göç durduğu gibi tersine dönecektir. Her çalışan, çalıştığı işe yabancılaşmadan işini daha da güzel sahiplenebilecek ve çalışma alanının çevresinde yaşayan insanların işi benimsemeleri, işe gidip gelmeleri daha kolay olacaktır. O yerleşim yerinde yaşayanların ekonomik ilişkileri idare edebilecek bir konsey/meclis vb. bir birim kurarak, kendi özgür iradeleriyle hayatlarına yön verebilmeleri, daha etik ve ahlâki olacaktır. Bu anlayış, idari birimlerin katılımcılarının, her renkten, her dilden ve her inançtan, ayrım yapılmadan katılım sağladığı, sadece yerelde yaşayanların ortak iyiliklerinin gözetildiği meclisler olması nedeniyle, yerinden yönetim anlayışının iç doğasına yakın durmaktadır. Ancak yerel idarelerin gücünün yetmediği ve daha geniş bir alanda ortaklaşmanın gerektiği çalışmalarda, herkesin eşit oranda temsil edildiği bölge meclislerinin varlığıyla ve böylece, ihtiyaçlar ölçüsünde kapsamı daha da güçlendirilen yönelimleriyle, daha kapsamlı ve geniş bir anlayışa açılmak gerekir. Bütün karar mekanizmalarının; insanların ayrışmasını değil, ortaklaşmasını sağlayacak bir güven ve saygı bilinciyle hareket edebilmesi ve gönüllülük eksenli bu bilince ulaştırılması esas olmalıdır.
Özel mülkiyetçi kapitalist sistemin karşısında, geleneksel sol zihniyet, yetersiz ve eksik kalmıştır. Yerin ve göğün sahibi olan Hakk, insanlara sadece mülkü kullanma hakkını vermiş ve mülkü, insanlara emanet etmiştir. Ancak yeryüzü mülklerini, merkezi ulus-devletlerin tekelleşmiş mülkü haline getirmek amacıyla uygulanan kamulaştırma ekonomisini yürütmek, toplumsal özgürlükler açısından birçok zaaf içermekte ve doğal ekonomi açısından eleştirilmektedir.
İnsanların iç mutluluğu için, topluma vermek zorunda oldukları emek miktarının giderek azalmasını mümkün kılan koşulların geliştirilmesi esastır. Örneğin insanların çalışma alanlarının kendi bölgelerinde olması, daha az zamanda daha verimli üretim yapma isteğini daha kolay benimsemelerine, daha az çalışarak, kendilerine ve ailelerine daha çok zaman ayırabilme konusunda çözüm üretmelerine yeni imkânlar sağlayacaktır. İnsanlar arasındaki doğal ilişkilerin korunması ve insanların birbirlerini sevmeleri, birlikte sevdikleri bir işi yapmalarıyla mümkündür. Çalışmanın ortak bir eğlence veya yararlılık ve yaratıcılık üretmesinden dolayı bir ibadet gibi görünmesi, yerelleşen ekonominin insan doğallığıyla birleşmesi demek olacaktır.
İnsanların yabancılaşmayı aşma, kendileri olma ve yeteneklerini geliştirme istekleri, yaratıcı ve üretici emeklerinin toplumun iyiliğine yaradığını somut olarak gördükçe daha da artacaktır. Faydalı olduğunu hissetme , toplumda barışı ve güveni arttıracaktır.
Örneğin her yöre kendi karar mekanizmalarında, en yararlı ve ekonomik, yenilenebilir ve en uzun vadeli enerji kullanımının hangisi olduğuna kendisi karar verecektir. Yine güneş ve rüzgâr enerjilerinin, kirli enerjilere alternatif teknolojiler olarak yaygınlaşması, doğal eşitlikçi toplumun güçlenmesine yol açacaktır. Bu enerji politikalarıyla, kimsenin kimseye muhtaç olmayacağı bir işleyiş kurulabilir. Böylece bireyselliğin yararlı bir şekilde toplumsallaştığı, hiçbir insanın yaratıcı zekâ ve emeğinin heder edilmediği, paylaşımcı ve sürekli karşılıklı destekleşen bir hayat kurulabilir. Herkesin herkese yetenekleri oranında katkı sunma gücü ve olanağı kazandığı bir özgürlük alanı olarak yerel ekonomilerin özerkliği, doğal toplumsallaşmaya ön açıcı ilk adımdır.