* Yerebatan sarnıcının yanından geçerken sarnıcın büyük bir sırra ev sahipliği yaptığını hiç düşündünüz mü?
* Medusa’nın hikâyesini dinlediniz mi?
* Sarnıcın Medusa’dan başka hangi hikâyelerin ortasında durduğunu biliyor musunuz?
* Osmanlı döneminde aşk ve cinayet sarmalının arasında kalan Yerebatan Sarnıcının saraya uzanan gizli yolları ile ilgili neler duydunuz?
* Merak etmiyor musunuz?
* Sarnıcın sırrı Yerebatan’da…
1640 yılında Osmanlı tahtında Sultan İbrahim vardır. İstanbul’da işlenen bir dizi cinayet üç sadrazamı başından etmiştir. Peki, bu cinayetleri kim ya da kimler işlemektedir? Mitos Efendi sarayın Harem odalarına nasıl girmişti? Cinci Hüseyin’in yıllarca Yerebatan’da aradığı esrarengiz sır neydi? Büyük bir pişmanlık ve sırlı bir aşk cinayeti…
Öncelikle kitabınız hayırlı olsun diyor ve hemen sormak istiyorum; Taha KURUTLU kimdir?
Teşekkür ederim. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki ben şahsıyla değil eserleri ile yâd edilmek ve hatırlanmak isteyen bir insanım. Bir eseri ortaya koyduktan sonra riyakâr söylemlerle olmadığım gibi görünmekten imtina ederim. Ancak merak eden okurlar için şu kadarını söyleyebilirim; Türkiye’nin en güzel illerinden birisi olan Giresun’da dünyaya geldim. Bugüne kadar çeşitli gazete, dergi ve internet haber sitelerinde yazılar neşrettim. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü mezunuyum. Akademik hayatıma kaldığım yerden devam etmek istiyorum.
“Yerebatan; Sarnıcın Sırrı” oldukça etkileyici bir isim. Neden “Yerebatan”? Eserinizle tarihçiliğiniz arasında bir ilişki kurulabilir mi?
Elbette. Yerebatan zaten tarihi bir roman. Şunu ifade etmeliyim ki hayatımda kendimi şanslı gördüğüm noktalardan birisi sevdiğim mesleği icra ediyor olmamdır. Tarihe ve bilinmeyene olan merakım lise yıllarından itibaren beni tarihçi olmaya itti. Tarihçi elbette tarihin karanlık dehlizlerinde, puslu kıtalarında dolaşmaktan keyif alır. Bu namütenahi bir lezzettir. Ben Yerebatan’ı tarihin gizemli bir köşesi ve estetik bir mirası olarak görüyorum. Bilindiği gibi Türkiye ilk çağ medeniyetleri ve Türk-İslam medeniyetlerine ev sahipliği yapmış zengin bir kültürel mirasa sahip dünyanın sayılı ülkelerinden birisi. Yani tarihi eser açısından oldukça zengin bir potansiyele sahip. Yerebatan’ın sahibi İstanbul ise Osmanlı mirasının başkenti. İstanbul’u gezip de hayran kalmayan tarihi estetikten yoksun demektir. İstanbul’daki tarihi mirasın tamamına yakını gün yüzünde olmasına rağmen Yerebatan yeraltındaki bir güzelliğin adresidir. Karanlık ve gizemli mermer sütunların arasında ilerlerken aklınıza onlarca hayali hikâye gelebilir. Yerebatan’a ilk girdiğimde aslında eserimin ismini de bulmuştum.
Yani kitabınızın çıkış kaynağı Yerebatan mı? Kitabınızın içeriğinden kısaca bahsedebilir misiniz?
Önce romanın içeriğinden bahsedeyim dilerseniz. Roman 1640 yılında yani Sultan İbrahim dönemimde geçmektedir. İstanbul’da yaşanan bir dizi cinayet ve bir aşk sarmalının ortasında kalmış genç bir delikanlı ve Yerebatan’ın gizemli sırrını delikanlıya sunmasıyla değişen bir hayatı konu edindim. Yerebatan gerçekten büyük bir sırrın romanıdır. Sadece Osmanlı motifleri değil antik yunan mitolojisinden esintileri de barındırır. Bu romanı okuyunca yaşadığınız hiçbir olayın aslında tesadüf olmadığını düşünebilirsiniz. Ayrıca bir yeniçeri isyanı, bir İstanbul yangını, üç sadrazam portresi ve Yerebatan’ın saraya giden gizli yolarlını tahayyül edeceksiniz. Medusa’nın gizemi sizce nelere yol açabilir?
Tam bu noktada şunu sormak istiyorum son dönemde Osmanlı Padişahlarından “Abdülhamit “ gibi popülerlik kazanmış bir padişah dururken neden belki de kimsenin aklına gelmeyecek Deli İbrahim’i seçtiniz? Bundan sonra ilk seçeceğiniz portre kim olabilir?
Nedeni açık aslında. Sizinde tebeyyün ettiğiniz üzere “Abdülhamit” son dönemde tarihçi olsun olmasın herkesin yazdığı bir şeyler ürettiği bir portredir. Ancak Sultan İbrahim “Deli” olarak nitelendirilmiş “Mazlum” bir padişahtır. Üniversite yıllarında Sultan İbrahim’in hayatı üzerine hayli araştırmalarım olmuştu. Tüm bu çabaların sonunda esasen Sultan İbrahim’in bir “Deli” olmadığını gördüm. O yıllarda amacım bir eser yazarak (belki de tarih metodolojisine uymayacak bir yaklaşım sergileyerek) Sultan İbrahim’in deli olmadığını ispatlamaktı. Ancak tarihçilik alanında olgunlaştıkça tarihin bir mahkeme salonu tarihçinin de tarihi şahsiyetlerin avukatı olamayacağını kavradım. Bunun üzerine eğilimlerim de değişti ve bir roman yazarak belki de satır aralarında Sultan İbrahim’e atıflar yapmanın daha makul bir yöntem olacağını düşündüm. Ayrıca bugüne kadar edindiğim bilgiler, dönemin entrikaları, Yerebatan ve Medusa’nın bana sunduğu eşsiz hayal gücü sonucu bu roman ortaya çıktı. Cinci Hoca faktörünü de unutmadan söylemeliyim. Bizim tarihimizde yıllarca Sultan Murat alkolik, Abdülhamit zalim, Vahidettin hain, Abdülaziz canına kıyan adam olarak lanse edildi. Murat Bardakçı’nın da söylediği gibi bu ülkede maalesef geçmişine sövmeyenler entelektüel sayılmıyor. Tarihi romanlar belki de bu garabeti ortadan kaldırma da önemli bir unsur olabilir. İnsanımız tarihini doğru öğrenmeli ve tarafsızca eleştirmelidir. Bundan sonra belki Abdülaziz hakkında bir eser yazabilirim.
Sizin için Ankara’dan bir İstanbul romanı yazmak zor olmadı mı?
Ben İstanbul’a aşığım bunun rasyonel bir izahı yok. Nice şairin, aşığın, ilim sahibinin dilinden düşürmediği hatta Nedim Efendi’nin bir taşına yek pare acem mülkünü feda ettiği İstanbul’u sevmemek elbette bir noksanlıktır. Eğer İstanbul’un ruhunu anlayabilirseniz Ankara’dan İstanbul’u yazmak çokta zor olmasa gerek. Ben bu romanı 2,5 sene gibi uzun sayılabilecek bir hazırlık evresinden sonra ortaya koydum. Bu zaman esnasında ayda bir İstanbul’a gidip Yerebatan’ı beynimde iyice tasavvur ettim.
Yerebatan’ın “2010’a damgasını vuracak roman” sloganıyla raflara girmesi oldukça iddialı görünüyor. Siz edebiyat dünyasında kimleri beğenir veya kimlerden etkilenirsiniz?
Öncelikle uzun uğraşlar sonucu ortaya bir eser koymak iddialı olmak demektir. Bir kitap üç günde de yazılabilir önemli olan yazdıktan sonra “zahmetsiz oldu” diyememektir. Benim tarih dışında severek okuduğum yerli roman yazarları arasında İskender Pala, İhsan Oktay Anar, Orhan Pamuk, Nazan Bekiroğlu ilk sırayı alır. Ancak son dönemde artan tarihi romanların hepsini okumaya gayret ediyorum. Onun dışında klasik yerli yazarlar ve eserlerini de keyifle okurum. Ahmet Vefik Paşa’nın tiyatroları, Namık Kemal’in eserleri, Nabizade Nazım, Filibeli Ahmet Hilmi aslında edebi zenginliğimiz de en az tarihi zenginliğimiz kadar çeşitlidir. Elbette ki okuduğunuz her yazar sizde bazı derin etkiler bırakır. Medeniyetlerde yıllarca süren etkileşimlerin sonucu değil midir? Mesela; Yerebatan Bizans’ın, Topkapı Osmanlı’nındır. Bu etkileşimden bu kitap ortaya çıkmıştır.
Bu keyifli sohbet için size çok teşekkür ediyor Yerebatan’ın hak ettiği başarıyı yakalamasını temenni ederek tüm okuyucuları Yerebatan’ın mistik atmosferine davet ediyoruz.
Güzel temennileriniz ve Yerebatan’ın sesini duyurduğunuz için asıl ben teşekkür ederim.
HaBertaraf.com