Demokrasi; hayatı kuşatan bir yönetim biçimi olarak, toplumsal yaşamın ilk anda görünen yüzü, yaşamın değişik biçim ve renklerdeki dış kabuğudur. Toplumda otorite oluşturan ve yaşamın merkezi derinliklerinde gizlenen ve korunan çekirdek ise, toplumsal yaşamın esas yönlendiricisi ve omurgası olan zora dayalı hiyerarşidir.
Yoğunlaşmış bir güç olarak zora dayalı hiyerarşi çekirdeği, toplumun devasa enerjisini sürekli olarak kendi bünyesinde toplamayı başaran, en güçlü çekim merkezidir. Toplumsal yaşamın belli bir yörüngede ya da değişen bir hızda akmasını sağlayan bu güç, muazzam enerjik çekim gücü olarak çekirdekte toplanmış olan ve toplumsal ve tarihsel egemenliğin rotasını ve yörüngesini belirleyen bir güçtür. Toplumun doğal iradesi dışında, bütün zor mekanizmalarıyla (yani ekonomik ve siyasal zor, kültürel üst-anlatılar ve resmi ideolojilerle) teslim alınmasını ve kendisine mahkûm edilmesini sağlar. Görünen demokrasi ise, merkezdeki zora dayalı hiyerarşiyi dışarıdan gizleyen daha hassas bir işleyiş mekanizması oluşturmaktadır. Görünen demokrasi, zorba hiyerarşi çekirdeğini daha iyi koruduğu için hiyerarşik dizilişteki egemenler tarafından 2500 yıldır tedricen daha da mükemmel kılınarak sürekli geliştirilmiştir.
Merkezi hiyerarşik dizilişte, tarih boyunca belli farklılıklar oluşmuş olsa da hiyerarşinin esas varlığında bir değişiklik asla düşünülmemiştir. Değişim, asırlardır dış kabukla sınırlı tutularak yaşanmakta ve toplumsal değişimin, hiyerarşik çekirdeğin içsel gücüne zarar vermesi mutlaka engellenmektedir.
Bugün yeni liberal demokrasi, çağımızın egemenleri için sihirli bir değnek gibidir. Liberal demokrasinin gerçekleri daha ince ve hassas çarpıtabilme esnekliğini koruyan püf noktası ve sihri nedir? Bu sihir, liberal demokrasinin; halkın çoğunluğunun yaşam enerjilerini, daha az kan dökerek ve daha az bir maliyetle ele geçirme noktasında ve egemenlerin meşruiyet ve otoritesini daha yüksek bir güçle iktidarda tutabilme noktasında daha ehven bir işleyiş ve tarz oluşturabilmesinde gizlidir.
Kaba zora değil ama “hassas zora” dayalı ve ‘Çoğunluğun Yönetimi’ diye tanıtılan bu oluşum, daha ince bir şekilde gizlenen tiranlık ve despotluktan başka bir şey değildir. Yani liberaller, halka her şeyi sorarlar ve işleyiş buna açıktır ama en sonunda, çoğu gösterip aza ikna ederler ve gene kendilerine en uygun olan planı hayata geçirirler. Genel anlamda demokrasi, kendine has yöntemlerle bir araya getirilen bir çoğunluğun, diğer kesimler üzerinde kurulan iktidarının meşrulaştırılması olarak görülse de aslında demokrasi; her zaman iktidar kurucu bir azınlığın, çeşitli ikna ver rıza yöntemleriyle kandırılmış bir çoğunluğu, daha rahat koşullarda yönetebilmesidir.
Gösteri ve kalıplaşmış ritüeller zinciri olan görünen demokrasinin, hiyerarşi eksenli tarihsel bir evrimi vardır. Avrupa ve Amerika’da liberal demokrasilerin yaygınlaşmasından çok daha önce; merkeziyetçi ve homojen ulus-devlet mekanizmalarında ve daha dar bir temsil gücüne dayanan mutlak ve katı demokrasilerde; statükocu ve muhafazakâr bir işleyiş sürdürüldü. Şiddetin çok daha açık gözüktüğü ve sömürünün daha çıplak yürütüldüğü bu tarz ve yöntemin, hiyerarşik çekirdeğin çekim gücünde ve işleyişinde, açık bir zaaf oluşturduğu zaman içinde iyice açığa çıktı.
Bu aşamadan sonra, sistemin kabuk değiştirmesi, şiddetin ve sömürünün daha hassas bir şekilde gizlenmesi yani bu katı tarzın aşılarak, sistemin; siyasal katılım kanallarını, daha esnek ve nazik bir işleyişe açması, bir zorunluluk haline geldi. İnsanların kendi yaşam tarzlarını etkileyecek önemli kararlarda, göreceli de olsa söz hakkına sahip kılınmaları, sistem için tehdit oluşturduğuna inanılan kimi parti ve derneklerin siyaset yapma hakkı kazanmaları, liberal demokrasiye çıkan açılımın bir ifadesiydi. Aslında bu değişim, küresel bir güç kazanarak devasa gelişen hiyerarşik tahakküm sisteminin, çevresindeki birçok farklılıkları kendi bünyesinde barındırma ve özümseme gücü kazanması ile başlatıldı. Günümüzde hiyerarşik kapitalist sistemin ulaştığı devasa kontrol ve çekim gücü, her şeyi kendi bünyesinde toplayabilmesini sağlamaktadır.
Demokraside siyasal üst yapının en görünür kısmı “serbest seçimler”le oluşturulmaktadır. Seçimler ise, fırsat eşitliğinin en baştan beri hiç olmadığı ama rekabet koşulları arasındaki uçurumun hayâsızca gizlendiği, ahlaksız bir yarış olarak düzenlenmektedir. Bin bir reklam ve göz boyama ile yapılan, “serbest ve adil” seçimler, “milletin iradesi” sayılarak hoş görülmekte ve aslında siyasetin otoriter ve hiyerarşik işleyişi, çaresiz, yoksul ve yoksun bırakılan insanlara kanıksatılmaktadır. “Demokrasi bilincinin içselleştirilmesi” demek, aslında toplumun bıkkın, duyarsız ve umursamaz hale getirilerek, seçimlere endeksli bir robotlaşmaya tabi kılınması ve pinpon topu gibi iki dar sahayla sınırlı bir alanda salınıp durması demektir. Sonuçta batı demokrasilerinde seçimlere katılım yıllar içinde düşmüştür ve hala düşük bir seviyede kalmaya devam etmektedir. (ABD’de neredeyse %50)
Toplumun doğal reflexlerinin ve aktif tepkilerinin kontrol edilebilmesi ve belli bir düzeyde tutulabilmesi için liberal demokrasi, sivil toplum kuruluşlarına belli bir alan açmıştır. Başka bir deyişle liberal demokrasi, “özgür bir yaşam biçimi” olarak algılanmak amacıyla halkı, demokratik sisteme katan farklı ‘sivil kurumlar’ oluşturmuştur. Ancak bu farklılıklar, belli sınırlar içindedir ve bu ‘sivil kurumların’ büyük çoğunluğu, gene sistemin bekasını koruyan ve hiyerarşik çekirdeğin denetiminde olan, merkeziyetçi yani devlet eksenli kurumlardır. (Örneğin sarı sendikalar, yardım ve spor kuruluşları vb.) Öte yandan liberal demokrasi, ülke gelirinden belli bir pay verilen geniş bir orta sınıf oluşturulamadığı zaman soluk almakta zorlanır. Orta sınıfların refah düzeyinin daha yüksek tutulması, liberal demokrasinin sürdürülebilirliğini korur.
Liberal demokrasi için görünür hedef: “Geniş ve yaygın bir katılım içeren Açık Toplum” olsa da aslında bu açıklığın, esas olarak ilk bakışta fark edilmeyen hassas bir alanı gizlediği anlaşılmaktadır. Bu hassas alan, derin ve sanki kutsalmışçasına dokunulmaz kılınan zorba hiyerarşi alanıdır.
Değişime her zaman açık gözüken ve umut yayan güler yüzlü bu demokrasinin işleyişi içinde gizlenen esas temel nedir? Tarih boyunca hiç değişmeyen tek gerçek olarak ve mutlaklaştırılmış bir amaç olarak zorba hiyerarşinin korunmasıdır. Öyle ki halkın kendi iç dinamikleriyle, ilerici, geleneksel veya tarihi bir bilinçle oluşturduğu birçok farklı kurumlaşma, sistem dışına taşabilir endişesiyle tehdit, baskı ve olası imhalarla karşı karşıya bırakılmaktadır. Ve daha acınası olanın da güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, din, vicdan, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerin; son tahlilde sistemin bekasını koruyan ama daha ince yöntemlerle gizlenmiş olan, zora dayalı hiyerarşik bir işleyişe mahkûm edilmiş bir konumda tutulmasıdır.
Üstelik toplumun eşitlik ve adalet temelinde bir arada yaşayabilmesi için bir uzlaşma ve sözleşme metni olarak hazırlandığı iddia edilen anayasalar, iktidar aygıtlarını halkın yararına sınırlandırmak şöyle dursun tam aksine halkları, mevcut hiyerarşik işleyişin sınırları içinde tutmaya hizmet etmekten öte bir anlam ve işlev taşımaz. Liberal anayasalarda halkın yararına olan kısım, hiyerarşinin yararına olan kısmı perdeler ve gizler. En üst-anlatı ve toplumsal üst özleşme olarak kurgulanan bu anayasalar, liberal demokrasilerin en yaldızlı ve gösterişli savunma mekanizmalarıdır. Bu anayasaların değiştirilmesi ise halk güçlerinin tepki ve memnuniyetsizliklerinin artık yönetilemez duruma ulaştığı veya devasa iktidar gücünün arttığı ya da azaldığı şartlarda, değişen koşullara uyum veya çözüm olarak yukarıdan gerçekleşmektedir. Yaşamı özgürleştiren gerçek anayasalar ise, değişim ve dönüşüm eksenli toplumsal mücadelenin bağrından sokak sokak, mahalle mahalle, köy köy, hak ve adalet mücadeleleriyle aşağıdan oluşturularak netleşen, doğal ve gönüllü mutabakatlardır.