Yıllar yılı insanlara dayatılan putlar, yani; şahıslar, gelenek görenekler, tarih, inanç, mal, mülk, güç, para, şöhret, şehvet, ırk, bayrak, vatan, millet vb. gibi şeyleri, terraneli kutsallarla içselleştirilerek ve sinsice belleklere kazıtılarak, bilinçli bir şekilde yaygınlaştırılması sağlanmıştır.
Hayatlar/iradeler hiçe indirilmiş ve yaşam bu şekilde cehenneme dönüştürülmüştür.
Egemen güçler (Allah’ın mülk’ünü tapulayanlar ve zimmetlerine geçirenler, kapitalist sistemler, imparatorluk yarışı yapanlar, saltanat hırsı olanlar, ruhbanlık/hocalık/imanlık tutkusu olan dindarlar, başkanlık veya koltuk sevdası olanlar, devletlerarası rekabetten dolayı vahşileşenler, tekeller, sınıflar, baronlar); dinin içini boşaltarak tamamen şekle bürümüş ve sınıflaştırıp tekel haline getirdikten sonra, devlet güçleri ve tüm kurumları ile beraber bu durumu perdeleyip korumuş ve bu cehennem durumunu sofistike anlayışlarla ve muhafazakârlıkla, muhafaza etmişlerdir.
Buna da, dindarlık veya “toplumsal kanunlar” diyerek insanlarla alay etmişlerdir.
İnsanoğlu daha doğar doğmaz bir anda kendini belli bir sistemin, yapının ya da dogmaların içinde buluverir. Bu dogmalar zaman içerisinde kurulu sistemler tarafından toplumlara şırınga edilerek insanların içlerine işletilir.
Bunlar; inançlar, gelenekler, kültürler, örf adetler, kapital sistemler, ırkçılık, muhafazakârlık ve benzerleridir.
İnsanlar bu olan bitenlerin doğruluğunu ve yanlışlığını test etmeden, muhasebesini yapmadan, üzerinde fazla tefekkür etmeden, düşünmeden, sağını solunu incelemeden kendilerini içerisinde buldukları toplumların özelliklerini benimsemeye ve uymaya başlarlar.
Zaman geçtikçe de bu dogmaları içlerinde içselleştirerek kaskatı kesilirler. Artık onları çözmek zordur. Bir buz kalıbı veya aysberk (buz dağı) kitlesi haline dönüşürler.
Yüz derecede kaynatmak gerekir ki eritilebilsinler.
Bazıları da bu dogmaları o kadar içselleştirmişler ki yüz derece şoku bile fayda etmez.
Öylece ölüp giderler.
Birçok saçma ve akıldışı dogmalara körü körüne bağlı kalmak; at gözü ile dünyaya bakmak dediğimiz şeydir.
Toplum içerisinde bu dogmaları içselleştirmiş ve zaman içerisinde bu dogmaları sıkı sıkıya savunan ve özellikle kendine dava edinen saf ve temiz insanlar da maalesef yok değildir.
Bazı insanlar düşünmeden, tartmadan, sıfır noktasına inmeden ve en önemlisi sıfır noktasından tarafsız bir gözle bakmadan hareket ettiği için dogmalardan sıyrılamazlar ve gün geçtikçe de birçok saçma sapan dogmanın koyu birer elçisi ve savunucusu haline gelirler.
İnsanın, içerisinde yaşadığı toplumun; dinini/inançlarını, mezhebini, ritüellerini, örf adetlerini, giyim kuşamlarını, gelenek göreneklerini, ahlak ve namus algılarını ve toplumun tüm ön yargılarını hiç düşünmeden, ölçüp biçmeden, mutlak doğru olarak kabul etmesi büyük bir hatadır.
Şüphenin, sorgulamanın, kritik etmenin, tefekkürün olmadığı bir hayat; tamamen bilinçsiz ve bozulmuş eski bir teyp kasetinin kopyasından farksız değildir.
Bu şekilde içselleştirilen dogmaların hiçbir sağlam temele dayandığı söylenemez.
İnsan sadece yaşadığı toplumda, gördüğü şeyleri doğru kabul etmesi ve bunları içselleştirmesi ve körü körüne savunması bir yönüyle kölelik ve kukla olma durumudur.
Bu da insanı, kurulu bir makineye dönüştürerek; taklitçiliğe, bağnazlığa, barbarlığa ve vahşiliğe doğru götürür.
Mesela İran’da dindar bir ailede doğup büyüyen bir kişi muhtemelen Müslüman (Şii) olacaktır. Aynı kişi Amerika da doğsa Hıristiyan, Türkiye’de doğsa Sünni Müslüman, Hindistan veya Tayland’ta doğsa Budist, İsrail’de doğmuş olsa kipa giyen Musevi bir Hıristiyan olur ki; inandığı şeyler ve savunduğu şeyler de genel olarak farklı olacaktır ve de nihayetinde de bu olmaktadır.
Bakın! sadece doğduğu ortam değiştiğinde neler oluyor görüyorsunuz?
Kim nerede dünyaya geliyorsa oranın ortalama zihin dünyasını alarak yaşamını sürdürmektedir.
Sizce bu anormal bir durum değil midir? Problemli bir kişilik değil midir?
Nerden bakarsanız bakın, kopyala yapıştır bozuk kaset durumu…
Sadece ve sadece bu kişiliklerin özgür olamamasında ülkelerin etkisi yoktur. Bazen doğulu olmak veya batılı olmak, siyah tenli veya beyaz tenli olmak, Müslüman veya Hıristiyan olmak, Türk yahut Kürt olmak, kadın yada erkek olmak yada bir cemaate/tarikata veya bir partiye üye olmak bile yeterlidir.
Bu yüzden dünyada ki insanların çoğu everensel değerleri ve doğruları savunmuyor. Her durumu ve her meseleyi bu değerlere ve doğrulara göre kritik etmiyor. Maalesef ki; bir dinin, bir mezhebin, bir grubun, bir cemaatin, bir partinin, bir ülkenin ve hatta bir şahsın değerlerini ve doğrularını savunmayı daha çok tercih ediyor.
Bu insanlık için çok vahim bir durum!
Örneğin bir keresinde; bir karıncayı bile ezemeyeceğini düşündüğüm, bu denli çok iyi tanıdığım ve başı secdeden kalkmayan bir cemaat üyesinin; cemaatiyle ilgili -hem de haklı olarak- basında çıkan olumsuz bir habere karşın; “Bu ülkede bir temizlik şart” dediğini duyunca şok yaşadım.
Anlayacağınız bu mülayim görünen kişi; bir anda Hitler’e dönüşerek, cemaate karşı olumsuz konuşan her kim varsa kesip doğramak istiyor. Sözün haklılığını/haksızlığını hiç tartıp biçmeden, bu haberi -iftira dahi olsa- “evrensel doğruların mihenk taşı”na vurmadan bunu söyleyebiliyor.
Cemaatine dokunan yanıyor yani!
Bu nasıl bir öfke ve nasıl bir barbarlık?
Bir insanın köle olması işte tam da budur.
Bu arkadaşın kıstası; tüm kutsal kitaplarda da geçen ve evrensel olan “adalet, hakkaniyet, doğruluk, dürüstlük, vicdan, sağduyu, merhamet ve empati” gibi doğrulura göre değil! Cemaatin o’na enjekte ettiği bencil, tarafçı, kayırmacı, vicdansız, merhametsiz doğrulara göre…
Özgür olamadığı zaman bu hale gelebiliyor insan…
Aslında cemaatle bir bağı olmasa, özünde iyi birisi ama beynini cemaate kaptırdığı için bu insan, bir anda bu hale gele biliyor.
Demek ki; kafasında ki dogmalarla yaşadığı için o’na göre, sadece o’nun ve o’nun cemaati gibi düşünenler doğru söylüyor ve en kötüsü onlar gibi düşünenler yaşama hakkına sahip iken diğerleri yaşamayı bile hak etmiyor.
Tabloda gördüğümüz bu…
Maalesef dünyadaki insanların çoğu böyle! Evrensel doğrular yerine bir grubun veya bir kişinin doğruları ile hayatını biçimlendirmektedir. Bu uğurda hayatlarını bile boş yere feda etmektedirler.
Doğruların “evresel mihengi”si olmayan yerlerde her türlü vahşet, haksızlık ve kötülük meydana gelir ve nihayetinde gelmektedir.
Bu, aslında Allah’a iman etmemenin de diğer adıdır. Çünkü evrensel doğrular; kişiden kişiye değişen değil, Allah’ın bize emrettiği ve uymamızı istediği ve herkes için olan doğrulardır.
Dolayısıyla bazen çekirdek bir ailedeki anne ve babanın zihin dünyaları, 70 yıl yaşayan çocuklarının zihin yapısını esir alır. Çocuk 70 yıl boyunca, o anne ve baba hegemonyasını aşamadan 70 yıl zindan ve pranga hayatı yaşar.
İnsan nerede, hangi inanç ortamında ve hangi zihin yapısında doğup büyüyorsa genel olarak oranın tüm dogmalarını içselleştirir ve savunuculuğunu yapar.
Bu da özgür olamamanın adıdır.
Özgür olamayan birey de, yaşayan ölüdür.