Çocuklar için adalet çağrıcıları, TMK mağduru çocuklar için yargıya açık mektup yayınladı. Yaşları 18’in altında olduğu halde “Terör” suçu ile ilişkilendirilen çocuk sayısı dört binli rakamlarla ifade ediliyor. Türkiye hukuk mevzuatı çoğu eylem ve işlemin geçerliliği için 18 yaşı sınır olarak kabul ediyor. Ama iş “terör” suçlamasına gelince durum değişiyor ve cezai ehliyet yeterli görülmekle kalmayıp, ağırlaştırılmış hukuk düzenlemeleri hayata geçiriliyor.
Taraf olunan sözleşmeler görmezlikten geliniyor. Ne BM Çocuk Hakları sözleşmesi ne de Avrupa Sözleşmesi kimsenin aklına gelmiyor. Oysa Anayasa’nın 90.maddesi söz konusu sözleşmeleri iç hukukun parçası olarak görüyor. 90.maddenin gereğini yapmayan yargıçlar da bu yönde TMK’da gerekli değişiklikleri yapmayan parlamenterler de suç ortaklığı yapıyorlar. Hem de geleceğimizin güvencesi olarak ilan ettiğimiz çocuklara, çocuklarımıza karşı.
MHP dâhil bir çok partinin yeni düzenleme talebine rağmen bu yönde bir adım atılmıyor, atılamıyor. Erzincan davasından hareketle yargıya yönelik yeni düzenlemeler yapma ihtiyacı hisseden hükümet tutuklu çocukların özgürlüğü için aynı ihtiyacı hissetmiyor. Zaman zaman verilen olumlu sinyallere rağmen “ama onlar çocuk değil terörist” tanımlaması ağır basıyor.
Kısa bir süre sonra meclis tatile girecek, tabi yargıda da adli tatil başlayacak. Çocuklarımız da bu yaz tatilini cezaevlerinde geçirecekler.
HANİ HAKLAR REFERANDUM KONUSU YAPILMAMALIYDI
Anayasa paketinde hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelere kimsenin itirazı olmamasına rağmen paketin bir bütün olarak ele alınması dolayısı ile 120 gün sonra referandum konusu yapılacak. Referandum konusu anayasa değişikliğini esastan ele alma hakkı olmamasına rağmen konu anayasa mahkemesince karara bağlanacak. Yani yargı referandumda yürütmeyi durdurur yada iptal kararı verilirse siyaset kurumunun yapacağı bir şey kalmayacak. Bu durumda siyaset kurumu içinde uzlaşma sağlayamamanın izahı olmayacak.
Yanlışı bir başka yanlışla düzeltmeye çalışmak Türkiye siyasetinde bir yönetim geleneği olarak devam ediyor. 367 krizi ile cumhurbaşkanını halkın seçmesi gibi bir çözüme yöneldik. 367 yorumu nasıl yanlış idi ise ona karşı bulunan çözüm yani halk oyu da başka bir yanlıştı. Tabi ki cumhurbaşkanları halk oyu ile seçilebilir ama bizdeki gibi hem yıllarca cumhurbaşkanının aşırı yetkilerinden şikâyetçi olup hem de onu doğrudan halka seçtirip güçlü kılmanın izahı olamaz. Bu yanlışın bedelini önümüzdeki dönemde ödeyeceğiz. Henüz görev süresi konusunda bile uzlaşmadığımız bir cumhurbaşkanı var. 2012 yılı gelip dayandığında yeniden tartışmaya başlayacağız, 5+5 mi, 7 yıl mı diye.
NÜKLEER RİSK VE ARABULUCULUK
İran’ı takasa ikna etmenin ne kadar çözüme katkı sunacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu konuda sorumluluk üstlenmenin ne kadar önemli olduğunda şüphe yok. Ancak BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerin ilk tepkilerine bakılınca boykotun engellenmesi konusunda çok işe yaramayacağı görülüyor.
Türkiye, İran konusunda bugün durduğu noktada ne kadar ısrarlı davranabilecek? Asıl soru budur. Zira önümüzdeki günlerde boykot konusunda BM ısrarcı davrandığında, Türkiye buna boyun eğmek zorunda kalacak ise bugün atılan adımlar göz boyama, günah çıkartmadan öte bir anlam ifade etmeyecek. OECD üyeliği konusunda İsrail’e destek veren Türkiye’nin nükleer kriz konusunda İran’ı sonuna kadar savunması pek mümkün gözükmüyor. Eğer son atılan adımla birlikte İran’a “biz üzerimize düşeni yaptık ama” demeyi planlıyorsak bunun hiçbir anlamı olmayacağını izaha gerek yok sanıyorum. Zira bu konu ne İran’ın geri adım atmaya yanaşacağı ne de Batı’nın tehditlerini yutabileceği bir alan değil. Aynı tablo BM için geçerli. İsrail’in telkinleri doğrultusunda askeri müdahaleye sıcak yaklaşmasalar bile İran’ın uranyum seyreltme çabalarında zaman kazanmasına göz yummak istemeyecekleri açık.
ZONGULDAK’DA GÖÇÜK ALTINDA KALAN DEVLET
Maden ocağındaki patlamada göçük altında kalanlara ulaşmak 30 kişinin hayatını kurtarmak açısından son derece önemlidir elbette. Ancak daha önemli olan benzer durumlarla karşı karşıya kalmamak için denetim çalışmalarının ciddi yapılmasıdır. Son yıllarda gittikçe yaygınlaşan maden faciaları devletin sorumluluğu açısından yeniden tartışmaya açılmalıdır. Gelişen teknolojiye rağmen neden kazalar yoğunlaşmaktadır. Aslında yapılan uyarılara rağmen yeterli tedbir alınmadığına bakınca kaza bile demek doğru değil.
Kar hırsı ve kayırmacılığa dayalı göz yumma alışkanlığının bedelini ödüyoruz. İşsizliğin can yakıcılığı karşısında ölümü göze alarak çalışmak zorunda kalmanın faturasına katlanmak zorunda kalıyoruz. Devletin görevi acıları paylaşmak değil, acıların yaşanmasını önleyecek tedbirleri zamanında ve etkin biçimde almaktır.