Yardımlaşma çabası ve duygusu varlıkların yaşam temelinde olan değerlerin başında gelir. Her varlık diğerine muhtaçtır. İnsanın yardım talebi karşısındaki tutumu onun değerini yansıtır. Dünyada yardıma muhtaç insan, topluluk ve devletler hep olagelmiştir. Savaşlar, depremler, doğal afetler, yoksulluk, iç savaş, ekonomik krizler, sokak çocukları, evsizler, işsizler, ekonomik bölüşüm adaletsizlikleri, açlık gibi bir çok alanda yardım ihtiyacı doğmaktadır. Yardım taleplerinin kurumsal düzeyde karşılamak için yapılanmalar oluşturulmuştur. Bunu devlet düzeyinde karşılığı olduğu gibi özellikle toplum içerisinde oluşan dernek ve vakıflar yaygındır. Yaşadığımız zamanları esas alırsak toplumun kendi içindeki örgütlenmesi ile oluşan yardım örgütlerinin ulusal ve uluslararası alandaki çalışmaları önemlidir.
Yaşadığımız zamanda sınırlar ortadan kalkmış ve tüm dünyadaki olagelen olay- durumlara karşı sorumluluk alanı genişlemektedir. İnsanların ilgi- bilgi alanına giren yardım organizasyonları içinde özellikle örgütlü olanların yapıları iyi anlaşılmalıdır.
Yardım örgütleri finans olarak kişisel ve toplumsal kaynaklar oluşturmaktadırlar. Zengin kişiler aile büyükleri veya kendi adına oluşturdukları vakıflar- dernekler yoluyla toplumsal alanda yardımlarını paylaşmaya çalışmaktadırlar. Bunu okul, hastane, kültür merkezi gibi sosyal alanlara yönelik yapısal kurumlarda göstermektedirler. Ancak bu süreç daha asli sorumluluğu ertelemekte veya görmezden gelinmeyi sağlamaktadır. Elde ettikleri gelirleri sosyal- kültürel alandaki alanlara yönelik katkıları büyük bir minnet ifadesi olarak sunulmaktadır. Her binaya kondurulan aile ismi ile hakimiyet olarak gücünü her daim yansıtmak çabasındadır. Yardım faaliyetlerinde özellikle yoksulluğun azaltılması, mallarından ihtiyaçtan arta kalanını onların kendileriyle eşit düzeye gelmesini sağlayacak bir paylaşım temelinde ortaya koymamaktadırlar. Özellikle yoksulluğa ve çalışanlarına yönelik eşitleyici bir tutum temelinde farklılığını göreceli üstünlüğünü kanıtlayacak bir çaba içinde olunmaktadır. Eğitim bursları olarak bile çok düşük düzeydedir. Son dönemde zenginler kulübü olarak anılan ailelerin üniversite açma modası yaygınlaşmaktadır. Bu üniversiteler insanları kendileriyle eşitleyecek bir süreç için değil fabrikasyon çalışmalarına ara eleman sıkıntısını karşılamak için açmakta ve bursluluk oranlarını çok iyi düzeyde tutmamaktadırlar.
Varlıklı kişilerin katkılarıyla oluşan yardım organizasyonlarında süreci kendi çıkarlarına hizmet eden pozisyona yönlendirmek için yapılan eser ve yardımları vergilerden düşerek göstermesi kapitalizm ahlakının en dip noktalarından biridir. Yardımları vergilerden düşerek vergi kaçırmaktadırlar. Yapılanı var olan maliyetinin çok üzerinde rakamlarla göstermekte ve sömürü çarkını yalancı merhamet gösterileri içinde devam ettirmektedirler. Devletler yardımları çoğaltmak için vergiden düşürerek zenginlerle ayrı bir manipülatif işbirliği içerisine girmektedirler. Normalde zaten kamusal alana ait olan miktarı onlara dolaylı yoldan tekrar vererek yeni mülk hırsızlıklarına kapı aralamaktadır. Zenginin malından yoksullara ve yoksunlara vermesi zorunluluğu sadece gönüllü değil her anlamda gereklidir. Devletler onların bu zorunluluklarını yine kendilerine kolaylıklar sağlayarak yeni bir sömürü çarkının daha derin şekilde işlemesine zemin hazırlamaktadırlar. Devletler onların bu zorunluluklarını yine kendilerine kolaylıklar sağlayarak yeni bir sömürü çarkının daha derin şekilde işlemesine zemin hazırlamaktadırlar. Kapitalist çağda devletler ekonomik planlarını zenginleri önceleyerek ve koruyarak oluşturmaktadır. Devlet yapılanması zenginlerin varlık etki alanlarını arttırması temelinde değilde kazançların tüm toplum kesimleriyle paylaşılmasını tesis etmelidir.
Yardımların bir pazarlama ve güç gösterisine dönüştürüldüğü çağlara ermiş bulunmaktayız. Yaptığı yardımı gizleme değil en ince ayrıntısına kadar açığa vurma ve bunu reklâm öğesi olarak üzerinde güç devşirme çabası olmaktadır. Zenginler yaptıkları yardımları ve katkıda bulundukları projeleri kendi firmasının tanıtımına katkı olarak değerlendirmektedirler.
Kurumsal düzeyde derneklerin son dönemde Türkiye’de yaptıkları yardım faaliyetlerinin gelişimi ilginç bir seyir izlemektedir. Dernekler televizyon, gazete, internet ve bültenler aracılığıyla yaptıkları yardımları tanıtma yarışındadırlar. Ancak özellikle her hafta çoğunlukla bir tv yıldızının sunumuyla yardımlaşma hislerini görsel efektlerle çeşitlendirerek acındırma noktasının en üst seviyesini yakalamak için gösteriye dönüştürülen yardımlar ahlaki olarak tartışılmalıdır. Yardım yapılan insanın onurunu ve gururunu ayaklar altına alarak dünyanın her yerinde gösterilmesinin hangi yardım ahlakında yeri vardır? Yardım yapılan insanları bırakın göstermeyi yardım yapanın kim olduğunu gizlemek esası vardır. Oysa şimdi her şeyi insanların gözü önüne getirerek insanları rencide etmek, kendi kendini rahatlatmak çabası yardımlaşmayı erdemli değil ahlaksız bir seviyeye indirmektedir. Bu programların insanların yaptıkları yardımların nerelere gittiklerini merak ettikleri için güven öğesi olarak yapıldığını söylemek ayrı bir garabettir. Yardım yapan insanın bu şüpheye düşmesi anlamsızdır ve bunu kimsenin bilmemesi gerektiren bir çaba içine girmemektedir. Yardım faaliyetlerinin reyting malzemesine dönüştürülerek yine kurumsal kazançların elde edilmesine dönük bir işleyişe döndüğünü görmekteyiz.
Zenginlerin dernek ve vakıflara yapılan yardımlarda kazancından arta kalan malını değil az bir parçasını vererek görevini yerine getirmiş olduğu hissine kavuşmak isteği vardır. Özellikle dindar olanlarda bu daimi bir süreklilik içinde değil dönemsel vicdan rahatlattırma ve sorumluluk savma çabası hüviyetindedir. Yardım organizasyonlarının çoğu fakirlerin fakirlere yardımına dönüşmekte zenginler bu sürecin dışında pasif olarak kalmaya özen göstermektedirler.
Yardımlaşma öğeleri olarak sadece açlık- giyim sorunu temelinde bir yapı oluşturulmuştur. Kişinin kendi ayakları üzerinde duracağı bir yapının teşekkülü hedeflenmemektedir. Öğünlük yardımlar kalıcı bir çözümü beraberinde getirememektedir.
Yardıma muhtaç olan insanı kendisi gelmeden, yardım talep etmeden, kapısında dilendirmeden, yardım bürokrasisi içinde dolaştırmadan Kur’an- ı Kerim’de “onların halinden belli olur” anlayışıyla ayaklarına gidilmelidir. Basın- yayın organlarında derdini açıkladığı yada yeterince beslenmediği için öldüğü, asker cenazesi geldiğinde gidip televizyonda görüldüğünde yardım götürülmektedir. Zor durumda kalan fakir ve muhtaç insanlar televizyon anahaber bültenlerinde -reyting malzemesine dönüştürülerek- yardım akışını sağlamaya çalışmaktadırlar. Varlıklılar ve yardım örgütleri insanların kendilerine ulaşmasını bekleyerek, yardıma muhtaçlığı noktasında kendilerini ikna etmeleri istenmekte ve yardım faaliyeti dizayn edilmiş dilenciliğe dönüştürülmektedir. Kendi araştırma kaynaklarıyla onları bulması ve tanıması gerekir.
Yardımlaşma alanında örgütlenen dernek ve vakıflar yardımın biçim ve özüne yönelik çaba değil ait olunan cemaat ve grubunun güç gösterisi alanına dönüştürülmektedir. Her grubun ayrı bir yardım organizasyonu bulunmaktadır. Kendilerine bağlı televizyon ve gazetelerde yapılan yardımların kime ve nasıl gittiğini göstererek ikna etmekte! yardım çağrılarını anons etmektedir. Bu noktada birbirleriyle yarışmaktadırlar. Bu yarışın bir hayır yarışı mı yoksa güç ve hakimiyet alanı mücadelesi mi olduğu noktasında şüphe vardır.
Yardımlaşma dernek ve vakıfların asli sorumluluğuymuşçasına giderek yaygınlaşmaktadır. Bu noktada şu soru sorulmalıdır? Bu tür yardım faaliyetlerini sürdürmek dernek ve vakıfların mı görevidir yoksa toplumsal- siyasal- ekonomik organizasyonun en tepe noktasındaki devletin mi görevidir? Sağcı kültür bu noktada bireysel sorumluluk dahilinde bu çabayı gösterirken devletin bu sorumluluk alanındaki yerini unutmaktadır. Dillere pelesenk olan ancak pratikte karşılığı olmayan bir yönetici olarak Hz. Ömer adaleti ve hassasiyetleri siyasi söylem edebiyatından öteye geçmemektedir. Oysa bu köyde, mahallede, şehirde, ülkede hangi ihtiyaç sahibi var diyerek dolaşan erdemli yöneticilerin sorumluluk alanında olması gerekmektedir. Devletin rolünün azaltılması adına zenginlerin yaratılarak onların devletleştiği ve onlara da kimsenin yaklaşamadığı, bir şey isteyemediği zamanlara gelmiş bulunmaktayız. Devlet bu organizasyonu halkı arasında yapmak zorundadır. Ama devletin ideolojik aygıtlarına dönüşen sivil toplum örgütleri bunun talebinin devlete ulaşmasını engellemekte ve adil bir paylaşım düzeni kurulmasını önlemektedir.
Yardım ederken dini, coğrafi farklılaştırıcı hiçbir üslup ve unsur farkı gözetmeksizin hareket etmek önemlidir. Bir çok yardım örgütü ve kişileri yardımın muhatabına ara niyetler gözetmeksizin yardım etmemektedir. Müslüman dindarlar yardım önceliğinde kendi dininden olanı tercih etmekte diğerinin başına gelen durumdan dolayı onların Allah’ın cezalandırdığı topluluk olarak görerek içten içe sevinebilmektedir. Türkiye’de bu kalıpların kırılması noktasında henüz Mavi Marmara olayı ile bu eşik atlatılma girişimi yaşamıştır. Yardımlar sosyal etki alanı oluşturup hegamonik bir yapıya dönüştürülmektedir.
Yardım organizasyonlarında Allah, Ekmek, Adalet ve Özgürlük unsurlarından Allah’ın zenginlik ve paylaşım noktalarındaki emirleri verilmemektedir. Ticari şirket gibi zarar etmemek için zenginlere bu sorumluluklar hatırlatılmamaktadır. İnsanlara yardım verilirken bu yardımın zaten gerçek sahibi ve yapılması gereken zorunluluk değil güç gösterisinin estrümanı olarak sunulmaktadır. Ekmeği kendisinin kimseye muhtaç olmadan kazanacağı bir konuma getirmek için çalışmalar yapılmıyor. “Fakirsin fakir kal” düşüncesiyle sürekli zenginlerin eline bakan, haline şükrederek kaderine ve kederine razı olan bir insan yapısı oluşturulmaktadır. Adaletli bir bölüşüm değil bu taleplerin yüksek sesle ifade edilmemesi için sus payı verme çabasıdır. Özgürlük taleplerini dillendireceği bir referanstan yoksun kılmaktadır.