Eren Özel ,8 Eylül 2011 tarihinde ,Kahramanmaraş 5 inci zırhlı tugay komutanlığı aksu kışlasında askerlik görevini yaparken ,aynı gece nöbette olduğu arkadaşı Ahmet Aktaş’a ait G-3 piyade kurşunuyla hayatını kaybetti. Özelin ölüm sebebi için ilk yapılan açıklama da intihar etti yönünde oldu. Askeri yetkililerin yaptığı bu açıklama, diğer asker intiharlarının ardından yaptıkları açıklamadan çok da farksız değildi. Hep bilindik ve alışık olduğumuz öykümsü açıklama. ”Psikolojik sorunları vardı ve intihar etti ya da arkadaşı ile şakalaşırken kaza kurşununa kurban gitti”.
Eren Özel Malatyalı bir ailenin çocuğu. Babası siyasi tutuklu. Yani milliyetçi muhafazakar bir yapıya sahip bu toplum nezdinde, kabahatli ve suçlu olan bir babanın çocuğu. Hem de Kürt Alevi. Maalesef son yıllarda artan asker intiharlarının çoğunluğunu Kürt askerler oluşturmakta. Eren Özel de onlardan bir tanesi sadece. Ama intihar vakalarının ardından yapılan tutarsız açıklamalar, bize intiharın ötesinde bir şeylerin olduğunu bağırmakta. Bu bağırtıyı duymak içinde eren özel davasında, Özel ailesinin avukatının talebiyle, özel rapor hazırlayan İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim dalından Prof.Dr. Nadir Arıcan’ın sunduğu raporu incelemek kanımca yeterli olacaktır. Dün radikalin haberinde yer alan Arıcan raporunda, Eren Özelin kasten öldürülmüş olabileceğini iddia ettiğini okudum.Arıcan Adli tıp raporunun aksine, Özelin uzak atış mesafesinden vurulduğunu, iddia edildiği gibi tüfeğe uzanır gibi değil uyur pozisyonda öldüğünü,kulağının altında da darbe izi olduğunu ifade etmiş. Prof. Dr. Arıcan’ın bu raporu,olayın intihardan ziyade bir nefret cinayeti şüphesini doğrular nitelikte bir rapor. Kaldı ki böyle bir şüphenin doğrulanması ,bende dahil hiç kimseyi şaşırtmayacaktır. Çünkü son dönemlerde artan asker ölümleri ve sonrasında yapılan açıklamalar, bir çelişkiler yumağından öte bir sonuç yaratmadı. Bilhassa Kürt ve Ermeni askerlerin ölümleri hala muallakta.
Şimdi bu asker ölümlerinde ortaya atılan iki iddiayı da tartışalım .Askerde öldürülen Kürt ve Ermeni askerlerin aileleri, çocuklarının ırkçı cinayete kurban gittiklerini düşünmekte(haklı olarak).Askeri yetkililerde bu iddiaları yalanlayıp, kaza ya da intihar gibi açıklamalar yapıyor. Hangi açıklama yapılırsa yapılsın, ister kaza, ister intihar, ister nefret cinayeti olsun, bu üç durumda da suçlu askeri kurumlar ve uygulamalarıdır. Bu yüzden, öncelikle askeri yetkililerinin iddialarını tartışmaya sunalım. Şöyle ki..
TSK gibi koskoca ve övünülen(!) bir ordu var karşınızda. Belirtmek isterim ki, orduların büyük olmasıyla, ne kadar iyi savaştığıyla ya da ne kadar iyi silah kullandığıyla övünülmesi insanlık açısından utanılacak bir şey olmalı. Çünkü ordunun, silahın olduğu yerde, her zaman bir savaş ihtimali vardır. Bu da sayısız haksız ölümler demektir. Neyse şimdilik konumuz bu değil. Bu orduya bağlı birliklerde, dikkat çekici bir şekilde artış gösteren asker ölümleriyle gündemde ve her meydana gelen ölümün ardından kaza ya da intihar gibi gerçekliği tartışılır açıklamalarda bulunuluyor. Şimdi bir an için ölümlerin kaza sonucu meydana geldiğine inanalım. Soruyorum şimdi.20 yaşında gencecik delikanlıların, belki de sivil hayatında bir çakı bile taşımamış bu gençlerin, askerlik yapması ne kadar doğru o zaman? Kaldı ki bizim ülkemizde askerlik gönüllük üzerine değil zorunluluk üzerine kurulu. Zira böyle olması, işi daha acı bir boyuta çıkarıyor. Hiç eline silah almamış gençlerin eline silah vermek ve bunu yaparken onların rızasına başvurmadan yapmak. Böyle bir durumda kazalar da olur askerlerde ölür. Çünkü benimsemedikleri, yabancı oldukları bir nesneyi yani silahı ellerine almak zorundalar ve almamak gibi bir iradi tercihleri de yok. Bu yüzden, suçlu ve suçlular, var olan zorunlu askerlik sistemi ve bu sistemi savunanlardır. Bu durum intihar açıklaması içinde geçerlidir. Şöyle ki, artık herkes askerlikte hakaretin, şiddetin olduğunu kabul ediyor. Önemsiz şeyler yüzünden, saçma sapan cezaların verildiği de biliniyor. Bota, arabaya, izmarite, canlı cansız bütün nesnelere selam vermek gibi, hakaret içeren bir cümleyi kendine söyleyip, on kere yüz kere tekrarlamak gibi, dayak gibi..vs. Ses çıkarmaya kalktıklarında, disko gibi insani olmayan bir cezai yaptırıma maruz kaldıklarını da biliyoruz. Bu yaptırımlardan ötürü en milliyetçi şekilde gidip, devlet düşmanı olarak dönenler bile var. Şimdi bunu da biraz olsun düşünün. Hayatında karıncayı bile incitmemiş, ailesinden hiç şiddet görmemiş bir gencin bu insani olmayan ve eğitim olarak adlandırılan uygulamalara maruz kalması onu bunalıma itmez mi? Hele de şahsına edilmiş hakaretleri sindiremeyip, gurur meselesi yapıp intihar etmesi olası bir şey olmaz mı? Evet olur. Kaldı ki çoğu genç insanlar. İşte olayın bu boyutunu düşündüğümüzde askeriye kendini aklayamaz duruma düşmekte .Zaten askeri yetkililerin yaptığı kaza ya da intihar açıklamaları aklayıcı nitelikte de olamamalıdır. Açıklamalar gerçeğe yönelik ve aileleri rahatlatacak nitelikte olmalıydı. Zira bu açıklamalar doğru bile olsa, bu sonuçların meydana gelmesini sağlayan sebepler var ortada. Yani askeriyenin insani olmayan uygulamaları bu sonuçları doğurabilir ve hangi ihtimal olursa olsun sorumlusu yine askeriye olacaktır.
Bir de meseleyi nefret cinayeti açıklaması üzerinden değerlendirelim. Askeriyede kimin ne olduğunu anlamanın az çok mümkün olduğunu düşünüyorum. Hele de bir insanın milliyetçi mi Kürt mü Türk mü Alevi mi Ermeni mi olduğunu anlamak ,o insanın duygusal mı yoksa kavgacı mı olduğunu anlamaktan daha kolaydır. Özellikle ırk meselesinin, din kadar hassas olduğu bu ülkede, birileri kendini belli etmekte gecikmez. İşte bu hassasiyetlerin şiddetle savunulduğu bir ortamda, birilerinin eline silah vermek ne kadar doğru? .Düşünün. Milliyetçi bir asker, ayrıca üstlerinden hakaret, şiddet gören bir asker, psikolojinin savunma mekanizmalarından biri olan” yön değiştirme” de anlatıldığı gibi, öfkesini başka bir hedeften, en yakınında düşman olarak gördüğü bir Kürt’ten, Ermeni’den ya da Alevi’den çıkartmadığının garantisini vermek mümkün mü? Nasıl olsa hainler, teröristler ve bu yüzden ölümleri mazur görülebilir. Bu örnekle, meselenin psikolojik-siyasi olarak tartışılmasının önemli olacağını anlatmaya çalışıyorum. Bunu göz ardı etmemek asker ölümleriyle ilgili bazı şeyleri açıklığa kavuşturabilir. İşte bu önemli meseleyi göz ardı eden askerlik kurumu çelişkili açıklamaları ile olayı kapatmaya çalışmakta. Bu yüzden intihar ya da kaza diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışılması vahim bir durumdur ve insani de değildir. Zira dediğim gibi her durumda ölümlerin sorumlusu yine askeriyedir. Peki bu duruma nasıl bir tepki vereceğiz?
Bana göre , bu gün asker ölümlerine, zorunlu askerliğe ve savaş kültürüne karşı verilebilecek en önemli tepki “ Vicdani Ret”tini açıklamaktır. Vicdani ret demek, bir bireyin ideolojik, ahlaki ve dini değerlerinden dolayı zorunlu askerliği reddetmesi demektir. Vicdanı ile hareket edip, öldürmekten imtina etmesidir. Özcesi, vicdani ret; öldürmeyi reddetme hakkıdır. Bu yüzden, özellikle vicdanlı, duyarlı her bireyin bunu yapması gerektiğine inanıyorum. Evet biliyorum TCK’nın 318.maddesine göre ben, halkı askerlikten soğutma eylemini gerçekleştirmiş oluyorum. Ama asıl olan bu kelimeleri vicdanımın söylemesi. Bende Türkiye ‘nin ilk vicdani retçisi olan Tayfun Gönül’ün vicdanını dinlediği gibi vicdanımı dinliyorum ve herkesi eline silah almaktan, öldürmekten imtinaya çağırıyorum..
Savaşın, savaşın yarattığı haksız ölümlerin,intiharların ve silahların olmadığı cennet bir dünya dileğiyle…