Klişelerden vazgeçemiyoruz, zira açıklayıcı güçleri bir ölçüde devam ediyor. Ortalama zekaya sahip her birey takdir eder ki, milyonlarca yurttaşın kaderini tek bir insanın eline teslim etmek kötü bir fikirdir. Söz konusu zat ne kadar zeki, karizmatik ya da vasıflı olsa da, bu kötü bir fikirdir. Genetik mühendisliği yoluyla süper bir insan yaratırsak belki o zaman tek adam yönetimine itirazımızı da yeniden düşünebiliriz. Ancak şimdiye kadar Zimbabwe (Mugabe), Libya (Kaddafi), Mısır (Mübarek) hatta Şili’ye (Pinochet) kadar edindiğimiz tecrübeler gösteriyor ki tek adam yönetimlerinin sonu hayırlı olmuyor.
Peki ama tek adam yönetimleri neden kötü? Herhangi bir sosyolojiye giriş metni bize toplumların ilkelden karmaşığa doğru evrilişini anlatır. İnsanlar daha büyük ve geniş toplumlar kurarken giderek daha karmaşık bir iş bölümü de oluşturmuş. Milyonlarca insan aynı siyasi yapı içinde yaşamaya başlayınca artık örneğin feodal bir köy gibi işleyemezsiniz. Ekonomiyi idare etmek, büyük nüfusu doyurmak, genç kuşakları eğitmek, asayiş ve güvenlik sağlamak, temel sağlık hizmetlerini sunmak, kentsel altyapı ve planları kurmak ve hatta trenleri vaktinde işletebilmek için bile, belli uzmanlıklara ihtiyacınız olur. Ne kadar istisnai bir kişilik olursa olsun tek bir lider kendi başına bu karmaşık ve teknik meselelerin üstesinden gelemez.
Bugün Venezuela’nın nüfusu 31 milyonun üstünde. Türkiye’den daha geniş, Kaliforniya’nın iki katı, oldukça büyük bir ülke. Kolombiya ve Brezilya’nın her biri ile 2000 km’den uzun sınırlara sahip. OPEC üyesi ve çoğu zaman dünyanın en büyük 10 petrol üreticisi arasında yer alıyor. Geniş doğal kaynaklara da sahip olmasına rağmen bugün tam bir iflas halinde. Para birimi adeta serbest düşüşte. Marketlerin rafları boş. 4 milyondan fazla Venezuelalı ülkeyi terketmiş. İlaç, gıda ve temel tüketim maddelerinde ciddi kıtlık yaşanıyor. İshal gibi basit hastalıklar yüzünden çocuklar hastanelerde ölüyor.
Venezuela’nın başına herhangi bir doğal afet gelmediğine göre, yaşanılan bunca sefaletin sorumlusu insan kaynaklı. Daha doğrusu, Venezuela’yı bütünüyle çöküşün eşiğine getiren yönetici sınıfın başarısızlığı. Durum o kadar ciddi ki, Marco Rubio gibi bazı ABD’li senatörler insani yardım için ABD’nin askeri müdahalesi gibi önerileri gündeme getiriyor.
Bir OPEC üyesi nasıl olur da halkın yetersiz beslenmesi, kıtlık, karaborsa, suç ve şiddet oranlarının patlaması ve milyonlarca vatandaşının ülkeyi terk etmesi ile karşı karşıya kalabiliyor? Cevap büyük oranda tek bir liderin tüm siyasi erki elinde toplanmasında yatıyor. Yakın tarihe bakarsak, 1999’dan 2013’e Venezuela’yı Hugo Chavez yönetti. 14 yıllık Chavez devrinde işler bu kadar kötü görünmüyordu. Bunun sebebi de özelikle petrol fiyatlarının varil başına 100 doların üstünde seyrediyor olmasıydı. Ne var ki Chavez, anayasa ve diğer demokratik kurumlarda sürekli yapısal değişiklere gitti. Görev süresi kısıtlarını kaldırdı, yasama ve yargıya karşı yürütme gücünü demokratik sınırların çok ötesine genişletti. Kendisi dışındaki tüm siyasi sesleri susturdu ve zirvesinde kendisinin oturduğu keskin bir siyasi hiyerarşi inşa etti.
Chavez ülke içindeki demokrasiye aykırı hamlelerinin üzerini uluslararası arenada hem ABD, hem de kurulu düzen karşıtı söylemlerle örtebildi. Özellikle solda yer alan pek çok aktör Chavez’in yurt içindeki demokratik kusurlarını göz ardı etmeye istekliydi, zira Chavez uluslararası arenada ilerici bir lider görüntüsü veriyordu.
Chavez kansere yakalanıp sağlığı kötüleşince, kendi seçtiği halefi Nicolas Maduro başa geçti. Maduro sadıktı ama, bir kamyon şoförü olarak eğitimsiz ve düşük vasıflıydı. Kariyerini doğru zamanda doğru yerde olmasına borçluydu. Maduro’nun başkanlığa gelmesi seçimle değil Chavez’in atamasıyla olduğundan, demokratik meşruiyeti de yoktu.
Siyasi erkin demokratik paylaşım mekanizmaları zaten Chavez döneminde son derece zayıflatılmış olduğundan, Maduro geldiğinde de tek adam rejimine devam kolay oldu. Ancak petrol gelirlerinden faydalanma konusunda Chavez kadar şanslı değildi. Maduro’nun döneminde petrolün fiyatı varil başına 30 dolar civarına geriledi. Bu da tek adam rejiminin üretim, bölüşüm, güvenlik ve sağlık hizmetleri alanındaki beceriksizliğini petrol parasıyla kapatma imkanının olmadığı anlamına geliyordu.
Bütün tek adam sistemlerinde olduğu gibi Venezuela’daki rejim de bugün büyük ölçüde baskıyla ayakta kalıyor. Askeri ve güvenlik teşkilatı toplumu boyun eğmeye zorluyor. Maduro rejimi Venezuela toplumunun temel ihtiyaçlarını karşılamakta başarısız oldukça daha fazla baskıya başvuruyor. Toplumun önemli bir kesimi yetersiz beslenme hatta açlıktan mustaripken, rejim gösterişli askeri geçit törenleriyle parayı israf ediyor.
Venezuela’daki durum kaçınılmaz olarak akla benzer vakaları getirebilir. Türkiyeli okurlar için denge ve denetleme mekanizmalarının zayıflaması, görev süresi sınırlarının kaldırılması, gücün yürütme erkinde toplanması ve yerel para biriminin hızla değer kaybetmesi gibi benzerlikler ürkütücü gelebilir. Bunların tümü tek adam rejimlerine giden yoldaki tipik aşamalar. Ancak iki örnekte ekonomik bağımlılık ve kırılganlık düzeyleri farklı. Venezuela için Aşil topuğu petrole aşırı bağımlılıktı. Ağustos böceği ve karınca hikayesindeki Ağustos böceği gibi iyi zamanlarında Venezuela rejimi tasarruf etmedi, bir varlık fonu kurmadı. Farklı sektörlere yatırım yaparak ekonomiyi çeşitlendirme yoluna gitmedi. Sonuçta petrol fiyatları düşüşe geçince ağır bir darbe yedi.
Türkiye’nin Venezuela’ya oranla daha karmaşık ve çeşitli bir ekonomisi var. Ne yazık ki Türkiye’deki mevcut siyasi iktidar sanayi üretimini, imalatı, kültürel ve kongre turizmi de dahil turizmi, ar-ge yatırımlarını, eğitimi ya da sürdürülebilir tarımsal üretimi destekleyerek bu ekonomik yapıyı güçlendirmedi. Aksine bütün ekonomik yumurtaları tek sepete koydu (yani inşaat) ve ekonomiyi aşırı tüketim, ithalat ve borçlanma ile besledi.
Akademik araştırmalar gösteriyor ki, uzun vadede ancak özgür ve üretken uluslar başarılı oluyor (Acemoğlu ve Robinson’un çalışmalarına bakabilirsiniz). İki örnekte de temel mesele uzun vadeli üretken yatırımların yokluğu. Her iki örnekte de siyasi otoriteler iktidar konumlarını korumakla o kadar meşguller ki kendi uluslarının geleceğe yönelik bütün ekonomik refah olanaklarını feda etmeye hazırlar.
Venezuela’daki durumun aciliyeti gün geçtikçe trajik bir hal alıyor. Amerikan Devletleri Örgütü (Organization of American States, OAS) nihayet konuyu gündemine aldı, ancak tartıştıkları konular daha çok komşu ülkelerdeki artan Venezuelalı mülteciler üzerine. OAS düzeyindeki tartışmalar Venezuela’yı düzeltmekten ziyade mültecilerin sıkıntılarını hafifletmeye odaklanıyor.
Venezuela’yı düzeltebilecek olanlar yine ancak Venezuelalılar olsa da dünyanın geri kalanının da sorumluluğu var. Tek adam rejimleri sadece ülke içindeki değil, uluslararası ortam da onların lehine işlediğinde ayakta kalabilirler. Bu rejimlerle kurulan her türlü diplomatik temas sırtlarının sıvazlanması etkisi yapıyor. Her ticaret anlaşması veya silah satışı yaşam sürelerini uzatıyor. Bugün yapmamız gereken, Venezuela’yı beklemekte olan çöküşe dudak bükmek yerine, bu tür tek adam rejimlerinin uzun ömürlü olmasında kendi kayıtsızlığımızın etkisini sorgulamaktır.