Konuk yazar: Selin Sayek Böke – CHP PM Üyesi, İzmir Mv. Doç. Dr.
Örgütlü kötülüğün, yaşamın her alanında giderek hakim kılındığı günler yaşıyoruz. Öyle bir durum ki bu, artık hepimizi bir varlık-yokluk çizgisine sıkıştırmış durumda. Gelinen noktada zaman ve hayat bizi uyarıyor. Bundan sonrasını, bugünden vereceğimiz yanıtlar belirleyecek. O halde, bu varlık-yokluk noktasında, son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Rosa Luxemburg’tan bu yana yanıtımız belli, bir kez daha hatırlatalım: Vardık, varız, var olacağız…
Bugün bizler hem emekçi olmak, hem de kadın olmak nedeniyle Saray’ın Türkiye’ye dayattığı rejimin ana hedefi, en büyük mağduru durumundayız. Emeğe karşı rantçı sermayeden yana, kadını yok sayan gericilikten yana olan bu iktidar, Cumhuriyet tarihinin en emek düşmanı, en kadın düşmanı iktidarı.
AKP’nin geride kalan 16 yılında, kendi iktidarını dayandırdığı iki temel unsur öne çıktı. Birincisi kuşkusuz neoliberalizm… Emek lehine her türlü kamu müdahalesine ve emeğin sendikalar aracılığıyla örgütlü mücadelesine cepheden karşı. Her dönemeçte, her zaman sırtını yasladığı rantçı sermayeden yana… Bu sınıfsal tercihin sonucu açık. Bu, emekçilerin günde 14 saat çalıştırılması, milyonlarca işçinin sendikasız-örgütsüz, sendikaların da baskı altında olması demek. Kamunun bile taşeronlaşması, herkesin işinin-ekmeğinin-geleceğinin iki dudak arasına sıkıştırılması demek. Vergi politikasından ücret politikasına, bölüşüme dair bütün politika tercihlerinin rantçı sermayeden yana kullanılması demek. Yani neoliberalizm, milyonlarca emekçinin daha iyi bir yaşam umudunun, zengin daha zengin olsun diye, yok edilmesi demek.
Bu rejimin ikinci ayağı da dini istismar eden siyasal İslam… Ekonomik sömürü düzenini meşrulaştırmak, kalabalıklara bu düzeni kabul ettirmek için dini istismar eden bu anlayış en çok kadınları vuruyor. Erkek egemen düzeni yeniden yeniden üretiyor. Tek tipçi, baskıcı bir anlayışla kadının özgürlüğünü, hakkını, hukukunu ortadan kaldırıyor. Bu düzen önce emeğiyle yaşam mücadelesi veren kadının nefesini, özgürlüğünü elinden alıyor.
Bu ülkede Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmış sayısız başarı hikayesi var. Çok zor şartlarda doğan binlerce çocuk, binlerce kız çocuğu, Cumhuriyetin kendilerine sağladığı imkanları kullanarak okumuş, özgür bir hayat, hepsinden önemlisi bir gelecek kazanmışlardı. Emeğiyle, alın teriyle yaşayan annelerin kızları için kurduğu hayal hep budur: benim yapamadıklarımı kızım yapsın; ben okuyamadım ama kızım okusun… Bu rejim, işte bu kutsal hayali de Türkiye’nin emekçi kadınlarının elinden alıyor. Bilimsel ve laik eğitimi bitirerek, parasız eğitimin kalitesini ortadan kaldırarak, kız çocuklarını eve mahkum bırakarak alıyor.
Son birkaç yılda iktidarın hem ekonomi politikalarının çökmesi, hem de dışarıda yalnızlaşmasının sonucu olarak, parti devleti diktası kendi rejimini ayakta tutmak için OHAL’e sırtını dayadı. Bu OHAL rejimi iktidarın hiçbir hukuki gerekçeye dayanmadan; herkesin temel haklarını, hukuk güvencesini yok sayabildiği bir olağanüstü hukuksuzluk rejimi. OHAL rejiminin amacının grev yasakları olduğunu itiraf etmiş bir iktidar neoliberal düzenin gasp ettiği örgütlenme hakkını şimdi de OHAL Rejimi ile tamamen ortadan kaldırarak emekçi kadınları tehdit ediyor.
Bu üç ayağın toplamında, ilk kaybeden, kazanılmış hakları, yaşamı tehdit altında olan aynı kesim: emekçi kadınlar.
Artık şunu yüksek sesle, açık seçik söylemek gerek: Ekmeğimize aşımıza göz dikenlerin düzeninde bu emek karşıtı neoliberalizm ve özgürlük karşıtı siyasal İslam el eledir. Bugün artık emekçi kadınlar özgürlük, laiklik, barış demeden eşitliği kuramaz. Emeğin hakkının takipçisi olmadan da hiç kimse laikliği, özgürlüğü, barışı savunamaz. Demokrasiyi, eşitliği, laikliği, özgürlüğü ve barışı ancak bu rejime, bu zeminlerin tamamında cepheden karşı çıkabilirsek savunabiliriz.
Şimdi daha da cesur ve kararlı olma zamanı. Kadınlar olarak özgürlüklerimize, kim hangi gerekçeyle saldırırsa saldırsın, dik durmak zorundayız. Biz omuz omuza, dik durdukça bu rejim ayakta kalamaz. Değişim, umut dolu bir gelecek ancak tavizsiz bir kadın siyasetiyle mümkün.
Biz kadınlar kaderimize el koyabildiğimizde, siyaseti sandıktan sandığa bir pratik gibi görmeyip, işi siyasi partilere bırakmayıp, siyasi partileri de ilerici-eşitlikçi bir siyasete doğru ittiğimizde başaracağız. O eşit, özgür, laik, barışçı ve demokrat gelecek için biz kadınlar varız. Evet, vardık, varız, var olacağız!..
Türkiye’nin aydınlık yarınlarını emekçi kadınlar kuracak. Geleceği biz kuracağız.