Toplum bilimci, psikiyatr ve hukukçular toplumsal barışın tabandan değil tepe noktasından sağlanabileceği konusunda hemfikir
ERK ACARER
Tırmanan terör, artan can kayıpları ile birlikte nefret ve kutuplaşma da yükseliyor. Türkiye önlenemeyen savrulmalar yaşarken yeni endişeler de ortaya çıkıyor. Hedef gösterme, farklılıkların derinleşmesi, ceza ve cezasızlık kavramlarının keyfiliği ile çifte standardı toplumda yeni yaralara neden oluyor. Psikiyatr, hukukçu ve sosyologlar uyarıyor: Toplum travmada, bu gidişi, dibe yuvarlanmadan durdurun! Nasıl mı? Toplumdan önce siyaset sakinleşmeli. Toplumda adalet, demokrasi ve laiklik altyapısıyla huzur sağlanmalı.
Çözüm demokraside
İnsan Hakları Derneği üyesi Avukat Ercan Kanar, Türkiye’de yaşanan kutuplaşma ve öfkenin ‘nasıl engelleneceği’ konusunda şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Çözüm yolu en tepede. Anayasadaki temel değerlerin, kitlelerin siyasal hak ve özgürlüklerinin korunacağı bir dil geliştirilmesi gerekiyor. Oysa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aylardır hatta senelerdir ayrımcı bir temelle adeta ırkçı kesimleri teşvik eden bir rol oynuyor. Türkiye’de son zamanlarda ise hedef göstermek, tehdit ve gözdağı daha fazla ön planda. Anayasaya, kişisel hak ve sözleşmelere aykırı olmasına rağmen aylardır idam cezası gündeme getiriliyor. Siyasetin tepe noktaları, intikam diliyle konuşuyor. ‘Canımızı yakanın canını alırız’ ya da ‘Ülkeye göz dikenin gözünü oyarız’ gibi ifadeleri kullanmaktan çekinmiyor. Kurumlar yılbaşı öncesinde gördüğümüz gibi linç kültürünü besleyen bir etki yaratıyor. Bunun terk edilmesi lazım.”
Kanar; “Hukukta yaşanan çifte standarda da şu sözlerle göndermede bulunuyor: “Müeyyidelerin sadece muhaliflere uygulandığı, toplumun bir bölümü ile iktidar temsilcisi ve bürokrasinin bunlardan tamamen muaf tutulduğu çok kötü bir süreç yaşıyoruz.”
Avukat Kanar, “Devletin en tepesindeki kişi kendisine yönelik her türlü eleştiriyi yasaklayan ve cezalandıran bir mantıkla yaklaşırsa varacağımız nokta hüsrandır” sözleriyle devam ediyor: “Demokrasinin de kırıntıları ortadan kaldırılırken, ülke adeta 1930’ların Almanya’sına dönüyor. Süreç kalıcı bir şekilde buraya doğru gidiyor. Türkiye’de gerçek anlamda kuvvetler ayrılığı hiçbir zaman olmadı. Ancak şimdi bunun da ötesine geçiliyor. Yasama, yargı ve yürütme tek kişinin emrine veriliyor. Maalesef çözüm yolu buralardan değil daha çok demokrasiden geçiyor.”
Mağdur olan biziz
Uzman Psikiyatr Dr.İlker Küçükparlak da “OHAL, ülkenin normalleşmesine katkı sağlamıyor, kutuplaşma sürecinin derinleşmesine yol açıyor, ülkenin ve vatandaşın ruh sağlığını bozuyor” diyor.
“Türkiye’de, iki tür güvensizlik yaşıyoruz” ifadelerini kullanan Küçükparlak, konuyu şöyle açıyor: “Aslında terör saldırısı bomba ya da şiddet ortamının mağduruyuz. Ancak bir taraftan da mağduru olduğumuz bu durumun faili olarak damgalanma tehdidi altındayız.”
Küçükparlak; “Resmi ya da gayri resmi olarak terör örgütüne üye sayılabilirsiniz” diyerek sürdürüyor: “Gayri resmi durum işleri daha az tehlikeli hale getirmiyor. Hatta tam tersi!Resmi bir suçlama karşısında öyle ya da böyle Türkiye’nin durumu, hukuksuz ortam ve OHAL koşullarına rağmen insanların kendilerini savunmaları mümkün olabiliyor. Oysa informal olarak bir terör örgütüne üye, dine ya da Türkiye’ye düşman biri gibi damgalandığınızda işler daha da zorlaşıyor. Komşunuz da ‘troller’ de muhtarınız da sizi vatan haini ilan edebilir. Tehlikenin nereden geleceğini anlayamıyorsunuz.”
Uzman Psikiyatr Dr.İlker Küçükparlak, “Fişleme örnekleri, sağlık ocağında doğum kontrol yöntemi uygulanan bekâr bir kadının ailesine haber vermek gibi yöntemlerle zaten işaretlerini vermişti” diyerek sürdürüyor: “Ancak bu 15 Temmuz Darbe Girişimi ve ardından gelen OHAL’le birlikte iyice kontrolden çıktı. Açıkçası bizi zorlayan unsur sadece terör, bombalar, kurşunlar, can sağlığı ve güvenliğini korumak değil, genel olarak nereden hangi tehditle karşı karşıya kalacağımızın de belirsizliği. Sonuna kadar iktidar yanlısı olan insanlar bile zamanı gelince FETÖ’cü olarak suçlanabiliyor.”
Hayatımız, “Can, iş, özgürlük, finansal güvenliği kaygılarıyla kuşatılmış” diyen Psikiyatr Küçükparlak çözümün nerede olduğuna vurgu yapıyor: “Ne yazık ki bu çaresizliği toplum önleyemez. Siyasi iktidarın bizzat kurup yönettiği trol ordusundan, hedef gösteren anayasa profesörlerinden ve içişlerinden söz ediyoruz. Bir yandan bombalarla uğraşıyor diğer yandan hedef gösterme süreciyle boğuşuyoruz. Bu hem bizatihi devlet hem de onunla organik bağı olan müphem yapılar tarafından sürdürülüyor. Bu ortamda uzlaşı ve toplumsal barışı biz sağlarız gibi temenniler maalesef havada kalıyor. Siyasi iktidar kanadında rol modeller var. Toplum da bunu benimsiyor. Bu nedenle toplumun o tanıdık halinden de uzaklaşıyoruz. Dolayıysa tabandan ziyade tepeye bir şekilde bakmak daha önemli!”
Çıkış laiklikte
Sosyolog Yasin Durak da yaşananlara ‘laiklik’ penceresinden bakıyor: “Son günlerde yaşananlar bir yobazlık yarışını andırıyor. Cihatçıların Türkiye’nin politik izleklerine en ciddi müdahalelerinden biri de bu oldu. Çünkü radikal İslamcı teröristler tabana oynuyor, Türkiye’de destek bulabileceklerini biliyorlar. Kültürel bir dışlanmanın sonuçlarından, Batı’ya karşı gelişen hınçlı bir motivasyondan, Müslümanların kabul görme tutkusundan çok besleniyor bu örgütler. Cihatçılar Türkiye’de çok net bir şekilde hedef seçerek hareket ediyor. Kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Hangi Avrupa ülkesinde böylesi saldırıların ardından “oh olsun” diyenler çıkıyor, hangisinde “yılbaşı kutlamak caiz değildir” propagandalarının ardından oluyor bunlar.
Sosyolog Durak şu sözlerle devam ediyor: “Cihatçı motivasyonun kurumsallaşma zemini bizzat AKP iktidarı tarafından hazırlanmış durumda. Yıllar boyu mazlumluğundan bahsedilen ‘sıradan mümin’ artık yok. İktidardakiler “İslami terör” diyemediği ve bu gerçekliği kabul etmediği müddetçe bunları yaşamaya devam edeceğiz. Uzatmayalım; çıkış laiklikte.