Toplumlarda otoriter yapıları besleyen elbette pek çok damar vardır. Bunlardan en önemlisinin din olduğunu söylersek sanırım yanılmış olmayız. Zannımca dinin deforme ettiğini yine din onarmakta.
Bütün otoritelerin baskılarını yine din ortadan kaldırmakta insana özgürlüğünü geri vermenin yollarını göstermektedir.
Erich Fromm’un deyişiyle “Otoriter dinin ve otoriter dinsel deneyimin temel öğesi, insanı aşan bir güce teslimiyettir. Bu tür dine göre en büyük erdem, boyun eğmek; en büyük günah ise başkaldırmaktır.”
Ama bu boyun eğiş çoğu zaman tevhidi bir gerçeklik taşımaz. İnsanı aşan bir güç yine insani bir otorite olarak çıkar karşımıza.
Ancak benim bunun sonrasında ve şimdilik asıl anlatmak istediğim ‘İrfani ekolün beslediği otoriter dini deneyim’ değil otoriter devlet yapılanmasının toplum aynasındaki görüntüsü olacaktır.
Doğrusu, günümüzde ‘Lider sultası’ üzerinden yürütülen devlet siyasetini ayak tutan retorik toplumun cinsel karakterinden mülhem almakta.
Yumruğunu masaya vuran, elini havaya doğru savuran, diğer bir devlet başkanına kafa tutan ve insanlara ne yapması gerektiğini söyleyen, azarlayan, söven, çatan bir siyasi liderin toplumdaki dişi karakteri açığa vurduğu, bilinçaltındaki edilgen yapıyı ürettiği görülmektedir. Çünkü toplum, böyle bir lideri daha erkeksi bulmakta, onunla beraber kendisini pasifize eden bir ilişki içine girmektedir.
Evet toplumlara birer organizma gibi yaklaşılabilir, canlı organizmalarda görülen dişilik ve erkeklik karakterlerinin toplumlarda da olduğunu söyleyebiliriz.
Bütün toplumlarda olduğu gibi ülkemiz de bu organik yapılanmadan nasibini almıştır zaman zaman.
Özellikle tek lider sultası altında toplanan devlet yapılanmalarında toplumun dişi karakteri belirir.
Tek bir lider çatısı altında kümelenmiş siyasal bir harekette, bu lider toplumun bilincine değil bilinçaltına hitap eder.
Aslında daha fazla erkek egemen toplumlar daha çok dişi refleks kabiliyetine sahiptir.
Tek söz sahibi, kendini güçlü gösteren liderler karşısında bazı toplumlar hiçbir sorgulama yapmaksızın kendini güçlü gördüğü liderin gölgesinde bulur.
Lider fenomeni ne kadar kaba, zarafetten, zekâ ve duygu inceliğinden uzak olursa toplum tarafından daha kolay kabullenilir.
Hatta bulunduğu toplumuna kibirli, küçümseyici, ders ve öğüt verici, telkin edici davranırsa o toplumun vazgeçilmezi olur.
Bir ülkede, çocuklarının ne zaman okula gideceğine, hangi dersleri ne kadar okuyacağına tartışmaksızın karar veren bir otorite toplumun gözünde yücelir ve aslında kendi sorumluluklarını erteleyen toplumlar böylece güçlü zannettikleri liderler eşliğinde kendilerini dev aynalarına taşır. Ve sanal görüntüler eşliğinde birlikte ortak bir rüyayı paylaşırlar.
Bilinci güven vermediği gibi, bilinçaltı da bir o kadar tehlikelidir böyle toplumların. Çünkü geliştirdiği pek çok refleksi ahlâki olmadığı gibi tutarlı da değildir.
Tıpkı zayıf dişi karakterler gibi her zaman güçlü bir erkeğin varlığını bilmek rahatlatır onları. Güçsüz toplumlar “güçlü liderleri” olsun isterler. Yalnız kalmayı, sorumluluk almayı göze alamazlar.
Erkek egemen nüfus ne kadar fazla da olsa, toplumun bünyesine dişi karakter nüfuz eder.
Çünkü toplum reflekslerini böyle geliştirmiştir. Erkek egemen bilinç, kadınsı bilinçaltını besler durur.
İlk gençlik yıllarımdan bilirim, bizler sevdiklerimize ne kadar ince, narin, duygu dolu, içten dizelerle seslenmiş olsak dahi onlar bize dirsek çevirip, her seferinde en kaba, en duyarsız ve kendilerini aşağılayan erkeklere gönül vermişlerdir.
Aslında toplumun bu zayıf yönü sadece dişi karakterde kendini özdeşleştirdiği için böyledir. Yoksa bu zâfiyetin nedeni dişiliğin doğasında aranamaz.
Erkek egemen toplumda kadın üzerinden topluma yöneltilen bir eleştiri olarak algılanmamalı bu yazı.
Benim burada yaptığım sadece dişi karakterin doğası üzerinden psikanalitik yaklaşımlar olabilir o kadar…
www.adilmedya.com