Sevgili dostlar,
Türk siyasi tarihi, Batı’ya yüz çevirip Moskova’ya yanaşmaya çalışan liderlerin devriliş hikayeleriyle doludur.
Bunu ilk deneyen ilk Başbakan İsmet İnönü oldu. 1932’deki Sovyetler ziyaretinin ardından sıkılaştırılan katı devletçi, planlı kalkınma modeli, yeni palazlanan müteşebbislerin tepkisini çekince bir süre sonra koltuğunu özel teşebbüsün temsilcisi Celal Bey’e devretmek zorunda kaldı.
Ardından Adnan Menderes geldi:
1958 devalüasyonuyla dolar 2 liradan 9 liraya çıkmış, ekonomi tıkanmıştı. Batılı kredi kaynakları tükenince Menderes de Moskova’ya yöneldi. Soğuk savaşta Türkiye’nin nötr kalmasını isteyen Ruslar kredi desteğine hazırdı. 1960 yazında Moskova’yı ziyarete hazırlanan Menderes, geziye bir ay kala, 27 Mayıs’ta devrildi.
Onun yapamadığını Demirel yaptı. 1967’de Moskova’ya gitti. Orada yaptığı anlaşmalarla Seydişehir Alüminyum, Aliağa, PETKİM, İskenderun Demir Çelik gibi dev sanayi tesisleri kuruldu. Ancak 1970 yazında haşhaş krizi patladı. Amerika, Türkiye’den afyon üretimini sınırlamasını istedi. Demirel baskı için gelen Amerikalı temsilciye, “İsmini afyondan alan bir şehrin bulunduğu Türkiye’de ben afyonu yasaklayamam” cevabını verdi. Bu krizden 9 ay sonra devrildi.
Aynı kriz, 3 yıl sonra bu kez Bülent Ecevit’i vurdu:
Genç başbakan, 12 Mart’ta ABD’nin baskısıyla konan haşhaş yasağını kaldırınca Washington’un tehditleriyle karşılaştı. 15 Temmuz 1974’te Amerika’ya meydan okumak üzere Afyon’a mitinge giderken gezisini kesmek zorunda kaldı. Bu kez Kıbrıs’ta darbe olmuştu.
“Batı’ya karşı Rusya kartını oynayan devrilir” gibi bir komplo teorisi kurmak istemem; saydığım olayların pek çok başka nedenleri de var. Ancak sadece Türk-Amerikan ilişkilerinde değil, Amerika’nın diplomasi tarihinde görmezden gelemeyeceğimiz bir “Ya dostumsun ya düşmanım” yaklaşımı da var. Şimdi Erdoğan, S-400 hamlesiyle, bu tarih üzerinde tehlikeli bir oyun deniyor. Ayağı kayarsa bu, Rusya’ya göz kırpıp Amerika’ya meydan okuduğu için değil, bu kadar büyük bir oyunu bu kadar beceriksizce oynadığı için olacaktır.