İnsanlık tarihinin avcılıktan sonra gelen en eski mesleğidir çobanlık.
Anadolu halk masallarının başkahramanı ‘Keloğlan’, kel kafasına ve tembelliğine rağmen kıvrak zekasıyla padişahın kızıyla evlenip muradına eren yoksul bir çobandır.
‘Ayağında demir çarık, elinde demir asa’ diye başlayıp, diyar diyar Anadolu’yu gezen öykülerin canlı karakterlerinden en az bir tanesi ‘çoban’dır.
Bu seyyah masal kahramanlarından birinin yolu gün gelir Avrupa’ya düşer ve bizim çoban, farelerin istilasına uğramış bir köyü kaval çalarak kurtarır.
Bunu nereden mi biliyorum?
Basit…
Avrupa tarihinde ‘çoban’ olsa bile kavalı yoktur…
***
Ozanlar, aşıklar, dervişler, bilgeler, filozoflar yetiştiren bu kadim meslek; dinler tarihine de damgasını öyle derin vurmuştur ki, ‘peygamberler mesleği’ olarak anılır olmuştur.
Hz. Musa’nın Kızıl Denizi ikiye ayıran, metamorfoz geçirip yılana evrilen ve Tur Dağına yaptığı yolculuklarda kendisine refakat eden kutsal asası bir çoban değneğidir.
Hz. İbrahim sürülerini otlatırken tefekkürlere dalar ve Allah’ı bulur.
Bir hadis rivayetine göre çobanlık yapmayan peygamber yoktur.
Çobanlığın kudsiyeti, toplayıcı avcılık devrinin tarım devrimiyle sona ermesine ve avcılığın toplumdaki itibarlı yerini çobanlığa terketmesine dayanır.
İnsanlığın ilk kralları çobandır.
Hammurabi kanunlarında Babil kralı Hammurabi kendisini:
‘Enlil’in çağırdığı çoban Hammurabi’yim ben’ diye tanıtır.
***
Tevhid dinlerinden önce gelen çok tanrılı dinlerin yazılı metinlerinde, yani mitoslarda, orjinal suretlerine ulaşabildiğimiz ‘çoban karakterler’ uzak doğu dinlerine ilham kaynağı olurlar.
Hinduizm’in çoban Tanrısı Krişna ahırda doğar, dağda bayırda büyür; kah çoban kızlarıyla halay çeker, kah kuytu bir köşeye çekilip kaval çalar.
Karşı cinse düşkünlüğüyle ve hovardalıklarıyla nam salan çılgın Hint tanrısı; Fransa‘nın başkentine adını veren Anadolu tanrısı Paris’i çok andırır. Tarihin ilk güzellik yarışmasında Afrodit‘i seçerek üç büyük tanrıçayı birbirine düşüren, Helen’in aklını başından alarak –sözde- Truva savaşının çıkmasına neden olan uçarı tanrı Paris, İda Dağlarında sürülerini otlatan bir çobandır.
Bir diğer çoban tanrı da tanrı Pan’dır. Tanrı Pan çobanların tanrısıdır. Koyun sürülerinde hiç nedensiz ve ansızın peyda olan ve sürünün dağılmasına neden olan hareketlenmeye, birden bire sürülerin arasına karışıp PANik yaratan tanrı Pan’ın neden olduğu düşünülürmüş. Psikolojideki ‘panik‘ kelimesi Pan’dan gelir. Pan aynı zamanda kaval‘ın mucididir…
***
Mitolojideki çobanların hepsi tanrı değil tabi…
Şehvet ve haz düşkünü Hellen tanrısı Zeus, İda Dağlarının eteklerinde sürülerini otlatan çoban Ganymedes’e tutulur. Kartal kılığında belirir ve Troya kralı Tros’un oğlu çoban Ganymedes‘i Olemp’e kaçırıp yatağına atar.
‘Zeus ve Ganymedes’ efsanesiyle Hellenizm bir taşla iki kuş vurmayı amaçlar.
Birincisi, Hellenler arasında zaten yaşanan ve kabul gören homoseksüelliğe dinsel kılıf uydurmaktır.
Hellen işgaliyle yavaş yavaş matriyarkal kültürden, patriyarkal tahakkümün boyunduruğu altına giren Anadolu’da ‘kadın’ eğitimli olduğu için özgüven sahibiydi. Bu özgüven Hellenist erki fazlaca rahatsız ediyordu. Anaerkiyi sadece şiddet kullanarak yenmek mümkün değildi. Kutsal öyküler uydurarak insanların beynini yönlendirmek ve kadınların toplumdaki statüsünü zayıflatmak gerekiyordu.
Evliliğin getirdiği sosyal sorumluluğu fazla ağır bulan ve hazzı merkeze alan Hellen zihniyeti artık kadının üremek için var olan biyolojik gerekliliğinden dahi rahatsız olacak kadar cinsiyet düşmanlığını abartmış, kafasından çocuk doğuran Zeus hikayeleri uydurmaya başlamıştı.
Ganymedes antik söylencesi Hellen filozoflarını da derinden etkilemiş ve toplumda eşcinselliğin tamamen meşrulaşmasına neden olmuştur.
Eflatun bu öyküyü örnekleyerek: “Biz de Tanrı Zeus’u taklit etmeliyiz” diyor, erkek öğrencileriyle yaşadığı cinsel ilişkileri kutsal bir zemine taşıyarak dokunulmaz kılıyordu.
Ganymedes mitosuyla varılmak istenen ikinci hedef, Anadolu’nun Hellen tarafından işgalinin zihinlere işlenmesidir.
Ganymedes efsanesi, bütün Anadoluluların; erkek, kadın, çocuk, genç, ihtiyar hepsinin Zeus’un GANİMETİ olduğunun zımnen ilanıdır.
Ne gariptir ki bu ilanlarına rağmen ‘Ganimet’ kelimesini Anadoluluların (onların ifadesiyle barbarların) işgal ettikleri ülkelerden aldıkları mal varlıkları olarak sözlüklere işlemişlerdir.
Çoban Ganymedes insanlık tarihindeki ilk ganimettir; Hellen’in Anadolu’dan aşırdığı ganimet…
***
Anadolu -her zamanki gibi- Hellenlerin Anadolu’yu aşağılayan söylencelerini sessizlikle karşılamaz.
İda Dağlarında geçen Ganymedes mitosuna cevap, yine bir çoban ve aşk hikayesiyle Beşparmak Dağlarından gelir.
Bir rivayete göre Truva’daki Hellen katliamından kurtulan genç bir Anadolu ozanı Teokritos, Bafa Gölü’nün kıyısına oturur, kavalını eline alır ve Ganymedes’i kaçırıp tecavüz ettikten sonra şarap sunucusu yapan ahlaksız tanrı Zeus’u taşlamaya başlar…
İsterseniz Teokritos’un, Zeus’a cevap olan mitosuna yaklaşalım ve bu hüzünlü aşk hikayesinin derinlerine dalalım…
***
Ay tanrıçası Selene, atlas kanatlı atların çektiği gümüşten arabasında akşam sefasına çıkmıştır.
Bulutlar Selene’yi görünce tülden perdelerini sıyırıp, hürmetle çekilirler kenara. Yıldızlar aşka gelir ve en parlak şualarıyla aydınlatırlar Selene’nin yolunu. Rüzgar en ahenkli melodileriyle Selene’nin geldiğini haber verir dağlara. Kuşlar rüzgardan aldıkları haberi sevinçli cıvıltılarla ağaçlara taşırlar.
Ağaçlar saçlarını düzeltip Selene’yi selamlamak üzere hazırlanırlar.
Selene‘nin en sevdiği dinlenme mekanı Bafa Gölü’dür.
Bafa Gölü, ay tanrıçasına aşıktır. Ondan dökülen tüm zerreleri aşkla çeker içine. Her akşam ay tanrıçasının yüzünden Beşparmak Dağlarının dizlerinin dibine ve kollarına yağan ışık yağmurlarıyla bir sevda şehrayini düzenler.
Bu yüzden Bafa Gölüyle ayın buluşması bir muhteşem şölendir ki; aşıkları çıldırtırken aşık olmayanları da kendisine ram eder.
O akşam yine atlarına dur emri verip Bafa‘nın billur sularına karışmak üzere soyunuyorken, karşı kıyıyı sarı beyaz aydınlatan beyaz bir insan silüetine takılır gözleri.
Pırıltısıyla, yıldızlardan dökülen ışık hüzmelerini ufalayıp yok eden bir kristal fanus…
Akşamın huzurlu serinliğinde, dağların hafif nemli eteklerini üzerine çekip derin bir uykuya dalmış beyaz bir kuğu…
Alnına dökülen bukle bukle saçlar yediveren sarmaşıklar gibi uzanıp Selene’yi kalbinden yakalar ve kendisine çeker.
İpekten kanatlarını çırpa çırpa, bir mum alevinin etrafında dönen pervaneler misali bu yusuf güzelliğin etrafında döner Selene. Pır pır atan güvercin kalbi yorgun düşer ve dizlerinin üstüne yığılır.
Beşparmak Dağları bu muhteşem buluşmayı boynunu eğerek selamlar. Kuşlar ağustos böceklerine sus işareti yapar. Rüzgar acıyla dalgalanan Bafa Gölünü şefkatle okşar ve kulağına: “şşşşt sakin ol! Tanrıçalar kıskanılmaz!” diye fısıldar.
Ay tanrıçasının ışığıyla kamaşan mahmur gözler yavaş yavaş aralanırken:
‘Endymion!’ diye seslenir Selene.
Endymion, Beşparmak Dağlarının utangaç filintası…
Endymion bir neriman… Bütün kızlar ona, o dağlara hayran.
Ama Endymion bir garip çoban…
Gökkubbenin sultanı, güneşin kızı Selene, elinde tuttuğu ay parçası kalbini bir faniye, bir çobana, Endymion’a uzatmaktadır.
Önce zümrütten gözbebekleri titrer Endymion’un, sonra gamze gamze yanakları. Gördüklerine inanmak için çırptıkça uzun kirpiklerini, Selene’nin kalbini ok yağmuruna tutar.
Selene nilüfer parmaklarını Endymion’un yanaklarında dolandırır…
‘Korkma!’ der…
‘Ben mavi sonsuzluğun imparatoriçesi. Ben göklerin kraliçesi. Ben Olimpus’un bakire tanrıçası. İda dağlarının hilali, Latmoslar’ın dolunayı!
Ben tanrıça Selene!
Dile benden bütün yıldızları saçlarına yağdırayım Endymion.
Dile benden samanyoluna tahtını kurayım ‘…
Endymion’un alnında biriken terler şebnemler gibi süzülür yanaklarına doğru ve gözyaşlarına karışıp Selene’nin parmaklarını ıslatır.
‘Tanrıçam! Endymion sizin kulunuzdur!‘ der, gerisini getiremez… Susar ve eğer soylu boynunu.
Birden gölgelenir Selene’nin ay yüzü. Hilal kaşları çatılır, gece gözlerindeki dolunay solar.
‘Endymion! Madem ki ben sana aşık oldum, isterdim ki şu kalbimi ayaklarının altına basamak yapayım ve seni göklerdeki sarayıma çıkarayım’ der.
Yaşlar tomurcuklanır gözlerinde ve alevden toplar halinde yağar Endymion’un kalbine…
‘Ama, ama…
Ah Olemp! Olemp! Tanrıçalar’ın aşkını tanımaz Olemp!‘
diye gürler ay tanrıçası. Gökler sarsılıp bulutlarla kapatır yüzünü. Bafa Gölü kabarır kabarır, dayanamaz, vurur köpük köpük dalgalarını kıyılarına.
‘Ben sende yok oldum, kimseden korkmam! Zeus’un alevleri beni yakamaz Endymion, ben zaten kül oldum. Ama bilir Zeus bir aşığı nasıl yaralayacağını. Duyarsa sana vurulduğumu, seni vurur yıldırımlarıyla, seni yakar kavurur şimşekten oklarıyla. Ben sensiz olamam ama sana da kıyamam!‘
Selene ağlar… Ağlar Latmoslar… Bafa Gölü ağlar, yer gök ağlar, ağlar yıldızlar…
‘Beni sizden ayırmayın tanrıçam!‘ der Endymion ve hıçkırıklara boğulur, ağlar, ağlar…
Selene, Endymion’un başını dizlerine yatırır. Altın saçlarını okşarken:
‘Üzülme Endymion ben seninim artık. Sen de sonsuza kadar benim olacaksın. Derin bir uykunun huzurlu koynunda her akşam beni ağırlayacaksın. Sabahlara kadar birbirimize dolanıp güneşi karşılayacağız. Aşkın gücü karşısında; kıskançlığın, kibrin, nefretin ve zorbalığın, yani tanrı
Zeus’un çaresizliğini hatırlatacağız insanlığa.’ der.
En tatlı aşk neşidelerini mırıldanarak uyuttuğu büyük sevdasını kollarında taşıyarak kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği bir yere saklar.
Her akşam orada ziyaret eder Endymion’u ve uyurken aşık olduğu sevgilisini hep uyurken izler.
Ne Selene, Endymion’u izlemeye doyar ne de Endymion onu beklemekten bıkar…
***
Teokritos’un hikayesi de tıpkı Ganymedes öyküsünde olduğu gibi, bir tanrı ile bir ölümlünün arasındaki aşkı konu alır. Her iki hikaye de dağ eteklerinde geçer ve her iki hikayenin de esas oğlanı bir çobandır.
Birbirine benzeyen bu hikayelerin birbirlerinden ayrılan noktalarına bakınca Teokritos’un, Hellen zihniyetine vermek istediği cevap anlaşılır.
Selene aşık olduğu insanı kaçırmaz, zorla alıkoymaz, kendisine köle yapmaz.
Selene cinsel birleşme olmadan da bir aşkın yaşanabileceğini anlatır ve şehveti aşk sanan Zeus’a aradaki farkı gösterir.
Teokritos’un, ‘aşk’ gibi kutsal bir duyguyu dahi eril güdülerine malzeme etmek ve kadını konu mankenliği dışında olaya dahil etmek istemeyen aterkil dünyaya verdiği mesaj ise şudur:
Eğer bir kadın aşık olursa, aşkına engel olacakları ayakta uyutup sevdiği erkeği gerekirse uykuda sevmeye devam eder… Kadına aşkı yasaklamayı Zeus dahi başaramamıştır.
Bu yazı ‘kadından şair, kadından ressam, kadından yönetici olmaz’ iddialarına halkı tamamen ikna ettikten sonra, günün birinde haddi tamamen aşıp ‘kadından aşık olmaz’ diyen Helen zihniyetlilere cevap olsun…
www.adilmedya.com