LGBTİ’lerin her türlü eylemine yönelik yasak kararlarını LGBTİ Derneği Yönetim Kurulu üyesi ve sözcüsü Kıvılcım Arat ile konuştuk
Ankara Valiliği’nin kentteki tüm LGBTİ etkinliklerine “genel ahlakı bozduğu” gerekçesiyle süresiz getirdiği yasağın ardından ODTÜ yönetimi fiilen ve hatta Beyoğlu Kaymakamlığı da resmi olarak, aynı gerekçeyle yasak getirdi.
ODTÜ yönetimi, Valilik’in süresiz yasağının ardından kampüs içerisinde yapılan LGBTİ film gösterimleri sırasında elektrikleri kesti.
Yaşanan gelişmelerin ardından LGBTİ Derneği Yönetim Kurulu üyesi ve sözcüsü Kıvılcım Arat’la konuştuk. Arat’a Ankara ve İstanbul’daki yasakları; trans cinayetlerini ve Erdoğan’ın LGBTİ karşıtı söylemlerini sorduk.
‘LGBTİ+’lar her yerde demokrasiden, eşit yurttaşlıktan yana’
Ankara Valiliği ve Beyoğlu Kaymakamlığı “genel ahlak” gerekçesiyle kentteki LGBTİ etkinliklerine ve eylemlerine yasak getirdi. Daha önce de özellikle Onur Yürüyüşleri olmak üzere çok sayıda yasak geldi ama ilk defa bu biçimde bir yasaktan söz ediliyor. Bunun sebebi ne olabilir?
Bu yasaklar silsilesine anlam verebilmek için öncelikle Türkiye Cumhuriyeti devletinin içinden geçtiği süreci doğru okumak ve anlamak gerektiğine inanıyorum. Bu okumayı yapamadığımız takdirde norm olmayana, makbul olmayana yönelik gerçekleştirilen sistemli saldırılara karşı mücadele etmenin ya da verilen mücadelenin başarıya ulaşma şansının olmadığını tarihten görebiliyoruz. Tarihten diyorum çünkü 16 Nisan sıradan bir seçim değil tam anlamıyla bir yeniden yapılandırılma sürecinin ilk adımı idi. Ve geçmişe dönüp şöyle bir bakmak yeniden yapılandırma dediğimiz bu dönemlerin çok ağır, sancılı olduğunu gösteriyor.
İttihat ve Terakki’den çıkan pratikler omuzlarımıza bu yüzyılın en büyük utançlarından birini ekledi; Ermeni Soykırımı! Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne evrilen sürecin yapıcıları olan bu zihniyet süreci 3 temel kimlik üzerinden kurguladı ve bu kurgunun dışında kalan kesimlere karşı sistematik bir yok etme eğer bunu başaramadıysa ağır bir sindirme politikasını devreye soktu. Ermeniler neredeyse silinip gitti, Rumlar yine aynı kaderi paylaştı keza Kürtlere ve Alevilere yönelik ağır operasyonlar gerçekleştirildi. Ve bunun sonucu olarak sermaye Sünni Müslüman Türklerin elinde toplanarak sözde seküler bir yönetim tipi ve kadrosu inşa ettiler.
Cumhuriyet, kendi iç çelişkileri içinde bugüne kadar geldi. İslamcılar ve Kemalistler arasında el değiştirip duran, beka zırvası adı altında birleşen ve danışıklı birçok dövüşe sahne olan süreç muktedirler arası çelişkileri derinleştirdi ve Kemalist kadroların ve bürokrasinin tasfiye edilmesine kadar uzandı. Bu sürecin mimarı olan İslamcılar güç paylaşımında anlaşamadı ve süreç darbe girişimine oradan da benzeri olmayan bir sivil darbeye dönüştü.
LGBTİ+’ların öznesi olduğu dayanışma alanlarından doğru üretilen politikalar, açığa çıkan söz ve eylemler çember dışına itilenlerin birlikteliği üzerinden şekilleniyor. LGBTİ+lar nerede? Tekel ve gezi direnişlerinde, işçi eylemlerinde, savaşa karşı barış çağrısı ile alanlarda, 1 Mayıs, 8 Mart, 25 Kasım eylemlerinde, OHAL karşıtı platformlarda, forumlarda, üniversitelerde kısacası yaşamın olduğu her yerde demokrasiden, eşit yurttaşlıktan ve yaşam hakkından yana.
Bu söylediklerimi okuyanlar cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile bağlantı kuramayabilir. Bunu şöyle açıklayabilirim:
Türkiye Cumhuriyeti, bunca karanlık geçmişine rağmen ciddi bir demokrasi kültürüne, mücadelesine ve birikimine sahip. Türk, Müslüman, Sünni egemen anlayış karşısında gelişen, politika üreten ve söz söyleyen geniş bir yelpaze var. Çeşitlenen bu mücadele alanları Gezi örneğinde olduğu gibi muazzam bir enerji ortaya çıkarabiliyor.
LGBTİ+’ların öznesi olduğu dayanışma alanlarından doğru üretilen politikalar, açığa çıkan söz ve eylemler çember dışına itilenlerin birlikteliği üzerinden şekilleniyor. LGBTİ+lar nerede? Tekel ve gezi direnişlerinde, işçi eylemlerinde, savaşa karşı barış çağrısı ile alanlarda, 1 Mayıs, 8 Mart, 25 Kasım eylemlerinde, OHAL karşıtı platformlarda, forumlarda, üniversitelerde kısacası yaşamın olduğu her yerde demokrasiden, eşit yurttaşlıktan ve yaşam hakkından yana.
Bu görünür olma hali muktedir olanı rahatsız etti. Ve dolayısıyla FETÖ ile mücadele adı altında başlattıkları süreç orası ile sınırlı kalmadı ve demokrasi mücadelesi veren öznelere yöneldi. Devletin kendini yeniden yapılandırma sürecinin başarılı olması bu özneleri sindirdiği oranda başarıya ulaşacak. Bunun farkındalar ve tüm öznelere karşı planlı bir hareket tarzları var. Bu yasağı ben buradan doğru okuyorum. Onur yürüyüşleri yasağı haber verdi, Ankara Valiliği somut bir adım attı.
Havuz medyası son bir aydır sipariş haberlerle zemin hazırlıyor. “Genel ahlak” ile tepsiyi hazırladılar, FETÖ ile süslüyorlar.
‘Genel ahlak kavramının resmi söyleme girmesi sistematik devlet politikasına dönüştüğünün kanıtı’
Yasaklamalar gündeme geldiğinde “genel ahlak”ın gerekçe gösterilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Resmi kurumlar, içinde “genel ahlak” geçen bir açıklama yayımlamış oldu sonuçta…
Can alıcı bir soru oldu. Yeniden yapılandırma diye adlandırdığım sürece geliyoruz yine. Bu basit ifade ile Cumhurbaşkanı artık sembolik, pasif bir yerde durmayacak, yönetimde daha aktif bir rol alacak safsatası değil. Türk tipi başkanlık modeli dedikleri şey; muhafazakârlık, ırkçılık üzerinden şekillenen, tek kişinin iktidarına yani diktaya dayanan ve erkekliğin alabildiğine üretildiği bir model olarak karşımıza çıkıyor. Ve söylemleri hep aynıdır. Güzel ahlak, genel ahlak, iyi ahlak… liste uzayıp gidiyor. Ve bu söylemin faturası çok ağır. Resmi söyleme girmesi demek bunun sistematik bir devlet politikasına dönüştürüldüğü anlamına gelir. Ve bu politika bir bütün olarak kadın kazanımlarını yok etmek üzerinden şekillendirilecek. 6284 sayılı kanunun aile birliğine zarar verdiği söylemleri, müftülük yasası, tekmelenen kadınlar, pembe otobüsler vb. birçok söylem ve uygulama daha sistemli bir şekilde bizlerin hayatına girecek.
Trans cinayetleri
Bu yasaklamaların hemen ardından akıllara davalarında hiçbir ilerleme kaydedilmeyen trans cinayetleri geldi. Çağla Joker, Hande Kader… Aynı devlet, aynı insanlar; iki benzer yaklaşım… Ne düşünüyorsunuz?
Bu yasaklamaların hemen ardından dersek okuyucu AKP iktidarı öncesi trans cinayetlerinin hukuka uygun bir soruşturmaya tabi kılındığını düşünebilir. Fakat söz konusu trans cinayetleri olduğunda yaklaşım hep aynıydı. Fakat bu dönemin en kötü tarafı yargıyı zorlayabileceğimiz tüm mekanizmaların dağıtılmış ve kapatılmış olması. Önceden kamu baskısı oluşturup yargıya mesaj iletebiliyorduk. “Kişisel kanaatlerini, fobini bir köşeye koy. Hukuka uygun karar ver” diyebiliyorduk. Ama artık kamuoyu oluşturmak bir anlam ifade etmiyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Arslan’ın eğildiği, Danıştay başkanı Güngör’ün olmayan düğmeyi iliğe geçirmeye çalıştığı bir düzende yargı adeta bir türbeye, yatıra dönüştürülmüş durumda. Ve söz konusu trans katliamları olunca değil yargı türbesine girmek önünden geçmek dahi yasaklanmış durumda.
Göçmen kadınlar, trans kadınlar
8. Trans Onur Haftası’nda tema “göç” idi. Bizler yıl içerisinde polisin özellikle Beyoğlu’nda seks işçiliği yapan Suriyeli göçmen kadınlar ve trans kadınlar üzerinden para kazandıklarını okuduk. Bu tabloyu gören bir yerden mi göç temasını işlediniz?
Bugün tüm Ortadoğu, savaşlar, iç çatışmalar ve iktidarların baskıcı politikaları ile kıvranmakta. Yanı başımızda, Suriye ve Irak’ta yaşanan savaş, en acımasız yüzünü translara gösterdi. Muhalif olduğu gerekçesi ile hükümetin de destek verdiği “Fetih Ordusu ve Özgür Suriye Ordusu” gibi birçok örgüt, LGBTİ+’lara yönelik birçok sistematik suça imza attı ve birçok arkadaşımızı en ilkel yöntemlerle katletti.
Toplumdaki transfobi, yabancı düşmanlığı ile birleşince Türkiye’de yaşayan göçmen translar için her gün şiddet ve tehditle yüzleşmek bir zorunluluk haline geldi.
Tüm bu vahşetin ortasında yeni bir hayat kurmak için yola çıkan LGBTİ+’lar, bir geçiş ülkesi olarak Türkiye’ye göçmek zorunda kaldı ve yine sistematik olarak yok sayılmaya mahkûm edildiler. Kamusal alanda bin bir türlü zorluk ile ayakta kalmaya çalışan göçmen translar, destek mekanizmalarından yoksun bir sistem içinde sivil ölüme mahkûm edildiler.
Kampların içler acısı durumu, kiraların yüksekliği, işsizlik, güvencesizlik göçmenler için olağan bir hal almışken, translar için durum iki katı zorlaştı. Toplumdaki transfobi, yabancı düşmanlığı ile birleşince Türkiye’de yaşayan göçmen translar için her gün şiddet ve tehditle yüzleşmek bir zorunluluk haline geldi. Ve trans toplumu açısından her an ve alınan her soluk var olma mücadelesine dönüştü.
Tüm bunları göz önüne alarak dedik ki “Bizler bu ülkenin farklı dillerinde konuşan, farklı coğrafyalarından gelen, farklı inançlarına sahip olan ve dünyanın tüm renklerini yüreğinde taşıyan transları olarak, hiçbir trans arkadaşımızın ölüm tehditleri, devlet ya da sivillerin şiddeti ve hiçbir türden ayrımcılığın karşısında yalnız kalmasına izin vermeyeceğiz”
Ve bu algının bir ürünü olarak tema ‘göç’ kavramı üzerine şekillendi. Yani daha geniş bir çerçeveden ele almış olduk.
Erdoğan’ın LGBTİ kotası için sözleri
Erdoğan, CHP’li belediyelerdeki LGBTİ kotası için “Allah şaşırtmasın” yorumunda bulundu. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Temsilcisi olduğu geleneğin niteliğini düşündüğümde özüne uygun bir yorum yaptığını düşünüyorum sevgili Cumhurbaşkanı’nın. Ve ekliyorum; “Allah, cidden şaşırtmasın!” İnsan şaşınca;
Ensar’da tecavüze uğrayan 45 çocuğa sessiz kalıyor, Soma’da işçi ailelerini tekmeliyor, Roboski’ye seviniyor, taciz ve tecavüzü meşrulaştırıyor, sömürü ve zulmü destekliyor, kısacası çokça dile getirdikleri gibi zulmün karşısında dilsiz bir şeytana çeviriyor. Onurlu bir yaşam için mücadele edenler muktediri şaşırtmaya devam edecek.