Resimdeki adamın ismi HAKKI BABA.
İngilizceye bizden geçen 30 kelime isimli bir dosyaya konu olmuş. “Perish-Perişan” kelimesi için resmini kullanmışlar.
Hakkı Baba, İstanbul’un Avrupa yakasında Beşiktaş-Taksim-Beyoğlu civarlarında karşılaştığımız şarapçı ve evsiz amcalardan biridir.
Hakkı Baba’nın yanında taşıdığı çantasında ekmek parçaları, poşet parçaları olur. Kendisine selam verenlere, selamını alanlara o derin tebessümü ile yaklaşır ve “Size bir şarkı çalabilir miyim?” der. Sonra yanından hiç ayırmadığı çantasından flütünü çıkarır, çalar.
Kendisinin anlattığı yaşam hikâyesine göre;
Hakkı Baba, 1970’lerde Zonguldak madenlerinde çalışır.
Gençtir. Dinamiktir. Âşık olduğu bir karısı ve iki de kızı vardır.
Eşi, kızlarını da alıp madene ziyarete gelmek için yola çıkar. Yolda geçirdikleri bir trafik kazasında ölürler.
Hakkı Baba, eşinin ve çocuklarının acısından duramadığını, madeni bıraktığını, İstanbul’a geldiğini, Zonguldak’a ve arabalara küstüğünü, İstanbul’da çay ocaklarında çalıştığını, bir çok işe girip çıktığını ama acısını yenemediğini söylerdi.
Şekeri, tansiyonu ve kalbi vardı.
“Yakında ölürüm ben, size son kez bakabilir miyim” derdi. Sonra son kez insanların yüzlerine bakar, gülümser ve “Size bir şarkı çalabilir miyim” diye sorardı.
Bazı geceler ona denk gelirdim. Otururdum yanına, sabahlardık. O çalardı, ben dinlerdim onu.
Bir eve yerleştirmek, tedavi ettirmek için o kadar uğraştım, kabul etmedi. Sokaklara alışmıştı ve evsiz bir yaşamı benimsemişti.
İnsanlara gülümserdi. Kimseye kızmazdı.
Sokaklarda kalan çocukları kendi çocukları gibi severdi.
Ayrılırken hep el sallardı.
Ve derdi ki: “Her an ölebilirim. Eşimin ve kızlarımın yanına gideceğim. Beni unutma.” Yanında bir iki köpek olurdu. Onlarla uyurdu.
Severdim onu.
Şu aralar İstanbul’da karşılaşamıyorum onunla. Gözüm aramıyor da değil hani.
Bazen yatıp kalktığı parklara bakıyorum. Onun gibi sokaklarda olan evsizlere soruyorum. Bilmiyorlar. Görmediklerini söylüyorlar…
Eğer ölmediyse elbet karşılaşırız bir gün.
O yorgun bedenine hapsolmuş, yakını ve uzağı artık göremeyen gözlerini kısarak karısını ve kızlarını anlatan o adamı özledim.
Perish-Perishan
Bugün internette dolaşırken, ‘İngilizceye bizden geçen 30 kelime’ diye bir habere rastladım. Hangi kelimelermiş onlar diye bakarken, “Perish-Perişan” kelimesi için kullanılan resmin Hakkı Baba’nın resmi olduğunu gördüm. (http://onedio.com/haber/ingilizcedeki-turkce-kokenli-33-kelime-340222)
Lakin garibanlığın, kimsesizliğin, derbederliğin, perişanlığın, evsizliğin, şarapçılığa itilmişliğin, kendini toparlayamamışlığın yüzü, şu basit haberlerin, basit konuların yüzü olmakta. Şöyle bir bakılıp geçilmekte.
Evet, İngilizceye geçen “Perish” kelimesi “Perişan” kelimesidir. Perişan kelimesi için kullanılan resimdeki adam ise gerçekten perişandır! O perişanlık ise çevremizde, yöremizde yaşamaktadır ya da belki de ölüp gitmiş, kimsesizler mezarlığına gömülmüştür.
Şehir hayatı, perişan simalara, şiirlere, konulara malzeme ettiği yorgun ve çizgili yüzlere şöyle bir bakıp geçmektedir.
Şu koca İstanbul’da sokaklarda kalan evsizler için devletin bir evsizler evi bulunmamakta. Kışları donmasınlar diye zabıta tarafından toplanan evsizler, bahar aylarında tekrar sokağa bırakılmakta.
Havanın -5 dereceye gelmesi beklenmekte bunun için. Yasal düzenleme böyle diyor. Oysa insan yapayalnız ve kimsesiz ise yazın ortasında bile üşür ki!
Her yere AVM, plaza, gökdelen diken zihniyet, arka sokaklarda var olmaya çalışan kimsesizler için bir barınma evi açamaz!
Kimseyi suçlamak istemiyorum. Kimsenin hikâyesi üzerinden politik avcılığa da meraklı değilim. İktidar-muhalefet çekişmesi dışında kalarak söylemek istiyorum; Asr’a andolsun ki hepimiz hüsran içindeyiz. Hüsran!
Halimiz hâl değil.
Yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı bile bile, Allah’ın rahmetine sırtımızı çevirdiğimizi göre göre, en yakınımızdaki, mahallemizdeki, caddelerdeki, herhangi bir kırmızı ışıkta karşılaştığımız her kimsesiz namına…
İyi olmak!
İyilik? Sahi neydi bu?
Bunca kalabalık arasında herkes nerede?
Bize ne oldu böyle?
‘Yaz gidiyor; güneşli günler bitiyor’ diye üzülüyorsunuz ama bakın kış bitince havalar ısındığı için sokaklara salıverilecek olan bir evsiz ne diyor: “Bu yaz işini de bir ayarlasalar. Korkumuzdan yazın gelmesini istemiyoruz. Ben istemiyorum şahsen. Yazın geldi mi ne yapçaz, hep beraber dışardayız. Zor. Devlete ne diyim, devlet
bilmiyor mu? Benden iyi biliyor.”
(http://www.emekveadalet.org/arsivler/2622)
-“Bu insanlardan her yere var.”
-“Hangi birine yetişeceğiz.”
-“Kapitalizm’in sonuçları bunlar. “
-“Kapitalizm’in arkasını toplamayalım. “
-“Enerjimizi israf etmeyelim.
-“Daha köklü çözümler lazım.”
gibilerinden onlarca itirazın arkasına saklanan o devrimci, o bilgiç yanlarımızla kendimizi kandırmanın bir âlemi olmadığını düşünüyorum.
Mesele bir çoğumuz için “imtihan” iken bir çoğumuz içinse “haksızlık-eşitsizlik-sınıf çelişkisi-mülk sahipleri-sermaye ve azgın üretim-tüketim, neo-liberalizm vs.” olabilir. Lakin büyük resmin içinde kaybettiğimiz onlarca insan-hayvan-canlı türü var. Herkesin bildiği sorunları ısıtıp önünüze sürmek de istemiyorum.
Evet, suçlu, çağın Firavun’u Kapitalizm’dir!
Allah’a şükür ki, “Ben Kapitalistim” diyen tek bir devrimcimiz(!) yok aramızda.
Herkes anti-kapitalist(!), elhamdulillah!
Ama anti-kapitalist duruşlarımız (ya da anti-kapitalist duruşsuzluklarımız) günde 2 öğün çorbasını ve sohbetini paylaşabileceğimiz bir pratikten yoksun bırakmamalı bizi.
Zira zalimlere karşı çıkmak ne kadar hak ise mazlumlarla dayanışmak da o kadar haktır! Şimdinin modası zalimin yüzüne mazlumu haykırmak! İş mazlumla dayanışmaya gelince, en ateşli kapitalizm eleştirilerini yapmak, yapmak ve orada da bırakmak!
Acizane bir öneri
“Ne yapılmalı? Ne yapılabilir? Elimizden ne gelir ki? Bir şeyler olsa da yapsak” diyenler için şöyle bir önerim var. Garibanları, derbederleri, kimsesizleri, kaybolmuşları siyasi gündemlerinizin vicdanına(!) terk etmeyin lütfen.
Sokaklarda bizlere şarkılar çalacak ve gülümseyecek onca Hakkı Baba’nın hakkı için, şehirlere mırıldanan şarkıların susmaması için, şehirlerin ve vicdanların betonarmeliğine inat insanı ayakta tutan şarkılar susmasın için, aşağıdaki iki linke göz attıktan sonra vicdanınız ne diyorsa onu yapın; olmaz mı?