Hz. Peygamber pazartesi günü vefat etmişti. Defni ise ancak çarşamba günü gerçekleşebildi. Peygamberin cenazesi ortada dururken sahabe tuhaf bir biçimde hilafet işleriyle uğraşmıştı.
Peygamberin vefatı duyulunca Medineliler Beni Saide sakifesinde toplandılar ve Medinenin iki Arap kabilesinden biri olan Hazreç’in reisi Sad b. Ubade’yi halife olarak Müslümanların başına geçirmeye karar verdiler. Bu zamansız hamleye neden gerek duymuşlardı? Medineliler İslam’a yardım etmiş olmanın ödül saatinin geldiğini mi düşünüyorlardı?
Hz Ebubekir ve Hz.Ömer bunu haber alınca Beni Saide Sakifesine gittiler ve bu emr-i vakiye başka bir emr-i vaki ile engel oldular.
Bütün bunlar acaba gerekli miydi? Neden hiç kimse “Peygamberimizin naşı henüz ortadayken yaptığınız şu işe bakın, siz Allah’ın dinine yardım ederken yoksa saltanat hesabı mı yapıyordunuz?” demedi, diyemedi?
Neden acaba?
Aklın ve sağduyunun sesi duyulmayacak derecede gergin bir atmosfer mi vardı?
Dışarıda bu işler olurken Hz. Ali peygamberin cenaze işleriyle uğraşıyordu ve olanlardan habersizdi. Hz. Ali devreye girebilseydi olayların akışı değişir miydi? Bunu asla bilemeyiz. Kaldı ki Hz. Ali cenazeyi terk edecek bir ahlaka da sahip değildi.
Hz Peygamber yerine geçmek üzere birini tavsiye etmiş miydi?
Bu konuda imalardan hatta açık beyanlardan bahsedilmiştir. Bunların en meşhuru “Ben kimin Mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” ifadesidir.
Peygamberin bu tavsiyesini/vasiyetini dikkate alacak olursak Hz. Peygamber atalarından gelen liderlik geleneğinin Hz. Ali ile devam etmesinde İslam açısından da bir maslahat görmüş olmalıdır. Krallıkların ve peygamberlik müessesesinin bir hanedan takip ettiğine bakılırsa bunun yadırganacak bir yanı da yoktur. Ne var ki durumun nezaketi bu tavsiyenin üzerinde durulmasını engellemiştir. Kaldı ki Hz. Ömer’in peygamberin içtihatlarına nasıl yaklaştığını Hudeybiye anlaşmasına karşı gösterdiği tutumundan da biliyoruz.
“Ben kimin Mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” sözünü peygamberin kişisel tavsiyesinin ötesine taşımak cevaplaması zor soruları da beraberinde getirecektir. Ali taraftarları bu ve sayısız kanıtlarla hilafetin Ali için bir hak hatta ilahi bir görevlendirme olduğu iddiasında bulunmaktadırlar. Şayet böyleyse Ali’nin görevini neden yerine getirmediğini sormak gerekecektir; zira haktan feragat edilebilir ancak görevden kaçılamaz. Şayet “Ali İslamiyet’e zarar gelmesinden çekiniyordu” denilecek olursa, bu durumda Ali’nin susmanın mı yoksa konuşmasının mı daha zararlı olduğunu tartışmak gerekir. Aynı şekilde, o gün Ali’nin sustuğu şeyi bu gün gündeme taşımanın hangi maslahat icabı olduğu da bir başka sorudur.
Nitekim Hz. Ali hilafet için görevlendirildiği yahut hilafetin kendi hakkı olduğu iddiasında bulunmadığı gibi başka bir sahabi de ortaya böyle bir tezle çıkmamıştır. Daha ilginç olanı ise Ali’nin ‘mağduriyetini’ hatırlatanın tek kişinin Ebu Süfyan olmasıdır. O, fırsat gününün geldiğini düşünerek: “İstersen ortalığı yayalarla ve atlılarla doldurabilirim” demiş ancak bu art niyetli teklifi Hz. Ali’nin, niyetini Ebu Süfyan’ın yüzüne vurmasıyla bir başka bahara kalmıştır.
Hilafet meselesinde Ali nin neden dışarıda tutulmak istendiğine gelecek olursak, bunun bir plan çerçevesinde yürüdüğünü fark etmek hiç de zor değildir.
Fedek arazisinin Hz. Fatma’nın elinden alınmasını Razi şöyle anlatıyor:
”Hz. Peygamber öldüğü zaman, kızı Fatıma, Hz. Peygamber’in Fedek’i kendisine bıraktığını iddia etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle dedi: ‘Sen fakirlik halinde, benim nezdimde en değerli olan insansın. Bu servet için en uygun kimse de sensin; fakat ben, sözünün doğru olup olmadığını bilmiyorum. Buna hükmetmem doğru olmaz’ dedi. Bunun üzerine, Ümmü Eymen ve Hz. Peygamber’in bir kölesi, Hz. Fatıma lehine şehâdette bulundular. O zaman Hz. Ebû Bekir, Hz. Fatıma ‘dan, şehâdeti şer’ân caiz olan bir şahit getirmesini istedi. Ama bu olmadı.”
Umarım olay Razi’nin anlattığı gibi cereyan etmemiştir. Zira bunun, Hz. Ebu Bekir’in Fedek Arazisi’ni ne pahasına olursa olsun Hz Fatıma’nın elinden almak istemesi dışında bir açıklaması yoktur. “Ben senin sözünün doğru olup olmadığını bilmiyorum.” İfadesine gelince, Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Fatıma hakkında bu üslupla konuştuğunu var saymak akıl karı değildir.
Ayrıca bu denli aşikâr bir olay hakkında şahit istemek nereden icap etmiştir?
Durum ne olursa olsun Fedek Arazisi’nin alınması vicdanlarda kabul görmemiş ve Ömer b. Abdulaziz tarafından Hz. Fatıma’nın evladına iade edilmiştir.
Hz. Ömer’in şahadetinin ardından Hz. Osman’ın tercih edilmesi de Hz Ali’yi dışarıda tutmanın bir parçası gibi görünmektedir. Öyle anlaşılıyor ki lider pozisyonunda olanlar Ali’ye nüfuz edemeyeceklerini düşünüyorlardı. Başka bir ifade ile söyleyecek olursak yaşı küçük bir Ali’yi kendi üstleri olarak görmek istemiyorlardı. Yani her yerde ve her inanç grubunda görülen siyasi ihtiraslar ve çekinceler bu olayda da aynı insani hasletlere dayanıyordu.
Hz Ali’nin hilafeti Hz Osman’ın katlinin ardından ve işlerin içinden çıkılmaz hale geldiği bir ortamda gerçekleşebildi. Bu kritik durumda dahi onun yanında olması gerekenler Ali hakkında hangi duygulara sahip olduklarını gösterdiler. Ali’ye destek olmak şöyle dursun onun işini zorlaştırmak için geçersiz bahanelere sarıldılar.