İnsanların zihinsel dünyasında, kötülüğü sınırlayan güç ve iradenin yok edildiğini düşünün. Bu ne korkunç bir tehlikedir. Bu durumda, insanların sorumluluk bilinci ve vicdani bağları tamamen devre dışı kalabilir. Sınırsız kötülüğe muktedir olma hali, hazzın ve doyumun çılgınlaşmış haline dönüşür. Dolayısıyla kötülüğün, toplumsal yaşamda her an her yerde sürekli ve kalıcı olmasının, normal ve doğal bir olgu halinde görülmesi mümkün olmaktadır. Anormal olanın normal karşılanma hali, bilinçte tam bir alt üst oluşun gerçekleşmesiyle başlamaktadır.
İnsanların, yaşamın içinde olup bitenin içsel gerçekliğinden ve çevresinde yaşananların, kendi yaşamıyla olan gerçek bağıntısından habersiz ve ilgisiz kılınması, onların kurulmuş saat gibi işleyen duygusuz bir makinenin parçalarına dönüştürülmeleri sayesinde mümkün olmaktadır. Daha da ötesi insanların, kendilerini çevrelerinde olup bitenden soyutlamaları sağlandıkça, farklı bir boyuta geçirilmeleri söz konusudur. Artık onlar, kendi toplumlarına zarar vermelerini meşru ve zorunlu görecek bir boyuttadırlar. Toplum, sürekli “meşru kötülük” üreten çirkef bir mekanizmaya dönüştürülmüş ve kötülük, giderek meşrulaştırıldığı için, baş-otoriteyi daha da meşrulaştırmıştır.
Kötülüğü üreten bizzat bu kurnaz ve mekanik işleyişin ta kendisidir. Ancak küçük ve sıradan insanlar, bu mekanizmanın dişlileri oldukları halde, kendilerini toplumda yaygınlaşan suçlardan sorumlu görmemekte ve bir kanser gibi yayılan kötülüğün, kendileriyle işleyen sistemli bir mekanizma olduğunu kabul etmemektedir. Aslında burada sıradan olan, kötülük değildir. Sıradan olan, büyük insanlık suçlarının, ancak sıradan ve küçük insanlar aracılığıyla gerçekleşebilir olduğunun fark edilmemesidir.
İnsanların çoğunluğu, kendisine bulaşmadığı müddetçe, kötülüğün sürdürülmesini umursamamakta ve yaşamdaki sorumluluklarının ağırlığından kurtulduğu için kendisini güçlü ve şanslı hissetmektedir. Üstelik, kendisi baş- otorite olmasa da, otoriteyle kendini özdeşleştirme hali, küçük insana doğal ve zorunlu tek kurtuluş yolu olarak gösterildiğinde, kendini önemsiz gören her insan, kendini daha önemli ve saygın, daha etkin ve güçlü hissetme yanılgısını, bir gerçekmiş gibi inandırıcı bulmaktadır. Kendisi ‘büyükbaş’ otoritenin, basit bir prototipi olduğu halde, içine düştüğü narsist mutluluk ve sarhoşluk halini sürdürmekten mutludur. Kendine sürekli yalan söyleyen ve bunu bir bağımlılığa dönüştüren, hatta bu bağımlılığı kendinden bile korkakça gizleyen bir ahmaktan daha zavallı kim olabilir? Bencilliğin doruklarında gezmeyi, herkesin ulaşamayacağı bir üstünlük olarak gören bu süzme cahiller, aslında yeryüzünün zebanileridir.
İyi ile kötü arasında ayrım yapma hakkının ya da özgürce düşünebilme ve kendince bir yargıya ulaşabilme hakkının baş-otorite tarafından devralınması, yani insanın kendisi olma imkânının elinden tamamen alınması, toplumsal yaşamda vahim ve tehlikeli bir süreci başlatır. Bu tehlikeli süreç, en sıradan ve cahil insanların, en büyük kötülüklerin işlevselleşmesine imkan ve zemin yaratmasıdır. Zifiri bir karanlık sayabileceğimiz bu tehlike, düşünme ve yargılama hakkının ve yeteneğinin yok edildiği toplumda, kötülüğün egemenliğinin kanıksanmasıdır.
İşleyen devasa bürokratik ve militarist çarkın içinde, kendini önemsetecek yalakalıklarla, kariyer yarışına giren küçük insanlar, baş-otoriteye yaranmak için, birbirlerini ezerek yükselmekten asla çekinmezler. Sonuçta sivrisinek-insanlarla, toplumsal alanın tam bir bataklığa dönüştürülmesi arasında veya bataklığın sürdürülebilirliği ile sivrisinek-insanların çoğaltılması arasında doğru bir orantı vardır ve bu bağıntıyı bozacak tek güç; kötülüğün sapkın ‘doğallaşma’sını asla kabul etmeyen erdemli ve cesaret sahibi insanlardır.
İnsanlar arasında gerçek anlamda doğal, gönüllü, vicdani ve ahlaki ilişkileri hâkim kılmaktan asla vazgeçmeyen fedakâr insanlar, bu zemini ve temeli, eleştirel ve özgür düşünebilme güçleriyle korurlar. Hakikatin yolunun bu inanç gücüyle açılabilmesi ve bu yolda yürümenin cesaret ve bilgelik, sadelik ve erdem gerektirmesi, sıradan ve küçük insanlar için çok zordur. Onlar, sıradan, basit ve küçük menfaatleri için en kolayı seçerek, yapay ve sanal, duygusuz bir makineleşmeye bağımlı bir toplumsallaşmayı, ayrıcalıklı ve üstün olmanın tek yolu sanırlar. Bu zan içinde sürdürdükleri kirli yaşamları, aslında cehennemin dipsizliğidir.