Hayatı bütünüyle dinsel esaslara göre yapılandırmış bir toplumla, seküler bir toplum arasında, köklü farklar ve gerilimlerin oluşması ve bu farkların, çatışma oluşturması doğal bir zorunluluk olarak görülmekte ve gösterilmektedir. Geçmişte zorbaların dinini, iktidar alanından uzaklaştıran kapitalist seküler güçler, bugün seküler yaşamın, dini alana yönelik hoşgörü olanaklarını yenilemek durumundadır. Aksi takdirde kapitalist iktidarın sekülerizmi, meşruiyet krizi ile sarsılacaktır. Sekülerizm ve din arasında halen sürdürülen bu inatçı çatışmanın, hangi uzlaşma araçlarıyla, nasıl bir uyum ve uzlaşma içine alınabileceği konusunda, tarihsel ve mevcut olanakların saptanması gereklidir. Bu konuda din âlimlerinin ve bilim insanlarının ortak sorumlulukları vardır. Toplumsal ve siyasal yaşamda gerçek din ile uydurulan şirk dini arasındaki ayrımı ve inananların, inanmayanlara karşı hoşgörüsünü, en net şekilde koyabilecek dürüst, vicdanlı din uzmanlarına acil görev düşmektedir.
Bugün sekülerizm ve din arasında çatışma yaratmak, tam anlamıyla zulümkâr bir saptırma, oyalama ve insanlığın vicdanına açık bir ihanettir. Kışkırtılan bu çatışma doğal, insani ve ahlaki bir çatışma değildir. İktidarlaşma zoru ile hem sekülerizmin hem de dinin, birbirlerinin alanlarına doğru kanserli bir biçimde büyütülmesi engellenmelidir. Elbette bunun için, günlük doğal yaşama müdahale konusunda sekülerizmin kendini güncellemesi, kapitalist iktidar zihninden arınması gereklidir. Dinin de, dünyevi iktidar hırsını teşhir ve tecrit ederek, günlük yaşama müdahale konusunda vicdani özüne dönmesi ve her iki kavrayışın, kötülüğün karşısında ortak iyiliğin haklılaştırılması noktasında uzlaşması, bu alanlar arasında yaratılmak istenen bozgunculuğu kökten çözecektir. Her iki alan da otoriterlik, tekleştirme ve buyurgan dayatmalardan arınarak, doğal hayatın insancıl özüne dönmelidir.
Son otuz yılda Hristiyan Avrupa’da ve Türkiye’de dini alan ve siyasal alan giderek birbirine yaklaşmaktadır. İktidar hırsıyla yanan, dinsel ya da seküler bakışla hayatı kavrayan inatçı kesimler arasında ise, birbirinden alan kapma ve diğerinin alanına nüfuz etme çatışmaları yaşanmaktadır. Seküler eksenli Avrupa ve Türkiye, dinin iktidar alanına giderek müdahale etmesi ve siyasal bir aktör halini alması ve toplumsal hayata dönüşü konusunda doğan sorunları daha fazla yaşamakta ve tartışmaktadır.
Post seküler dönem olarak adlandırılan bu dönemde, dinlerin birbirine gösterdikleri hoşgörü/tolerans paradigmasının ön plana çıkarılması konusunda, küresel kapitalist güçler arasında keskin tartışmalar vardır. Bir kısmı, medeniyetler çatışması paradigmasının saldırgan, kutuplaştıran ve korkutucu etkisini sürdürmesinden endişelidir. Bir kısmı da kısasa kısas yönteminden yanadır ve şiddete, şiddetle karşılık verilmesini uygun bulmaktadır. Ancak şiddetin, insafsız ve haddi aşan orantısızlığı, toplumsal vicdanları ayağa kaldırmakta ve gerek dinsel cemaatlerden, gerek seküler kesimlerden barış aktivistleri, tüm dünyada ön plana çıkmaktadır.
Ortaçağ boyunca mezhep savaşlarıyla derin sarsıntılar ve soy kırımlar yaşayan Avrupa, bugün farklı dinlerden olan insanları bir arada barış içinde yaşatabilme noktasında sorun yaşamaktadır. Çeşitli uluslardan ve farklı din ve mezheplerden oluşan geniş imparatorlukların; geçmişte aşamadıkları, – farklı inançların birbirine tahammül etmesi, uyum ve uzlaşma içinde yönetimi paylaşması gibi – sorunlar, farklı bir boyutta Avrupa’da yeniden yaşanmaktadır. Dünyadaki bütün dini toplumlar, bulundukları ülkelerde eşit haklar ve özgürlükler için mücadele etmekte ve devletlerin, farklı dinlere de hayat hakkı vermesi için kamusal alana daha fazla inmektedir.
Geçmişte farklı dinlere hayat hakkı tanıma ve herkesin inandığı gibi yaşaması noktasında geç kalmış olan Rus Çarlığı, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu gibi devletler parçalanmış ve yıkılmıştır. Bugün de dinin özünün; barış içinde bir arada yaşama, farklılıkları Allah’ın ayetleri ve toplumsal bir zenginlik olarak görebilme noktasında yetersiz kalan ve hayat tarzlarına müdahale ederek, çok yönlü ve rengârenk çoğulluğu, tekleştirmeye çalışan bütün iktidarların yıkılma riski taşıdığı aşikârdır.
Gerçek dinin, zora dayalı bir iktidar oluşturma dayatması yoktur. Aksine gerçek din, insanlığın barış ve uyum içinde, paylaşım ve dayanışma içinde nasıl yaşayabileceği noktasında, açık bir yol gösterir. Allah’ın temel mesajları; öldürmeyiniz, çalmayınız, zinadan, yalandan, hırs, kin ve nefretten uzak durunuz ve birbirinizi seviniz ekseninde dönmektedir. Hal böyleyken, dinin kamusal alana inişi, tamamen eşitlikçi ve özgürlükçü bir bakışla mümkün olmalıdır. Ve bu inişten, seküler bir yaşam içinde olanların korkmaması gerekir. Ancak gerçek dini, şirk dinine çeviren ve onu şeytanın iktidar oyuncağı haline getiren zalimler, inananların ve seküler hayat içinde özgürce yaşamak isteyenlerin, bu kirli iktidar oyunlarını bozacaklarından korkarlar. Çünkü inananların ve özgür vicdanlarıyla seküler düşünenlerin birbirleriyle barış içinde yaşayabilme inancıyla, insanlık onurlarını korumaları, zalimlerin kirli oyunlarını açığa çıkarmaya yetecektir.