Çocukluğumda hep sorardım kendime: “neden bu bayrama şeker bayramı diyorlar?” Cevap verirdim, “öyle ya, Kurban Bayramı’nda et yiyoruz; iftarda ve sahurda da mutlaka hoşaf, tatlı, bayramı da şekerli olmalı.”
Bayramın otantik adının ne ramazan, ne şeker olduğunu, Fitre veya Sadaka Bayramı olması gerektiğini çok sonraları öğrendim. Tükettiklerinle değil, üretip dağıttıklarınla insan olduğunu söyleyen bir dinin ya Allah’a, ya da insana adadıklarıyla bayram yapması kadar doğal başka ne olabilir?
Ulemanın, Müslümanlara yasakladıkları “şeker” tabiri yerine kullanmaya zorladıkları “ramazan” adı da otantik değil; bu bayrama, Fransız Devrimi sonrasında Napolyon işgalleri sırasında ilk kez Mısır’da “Ramazan Bayramı” denmesi; Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde İngilizce’den aktırılarak kullanıma sokulmaya çalışılan “Ramadan” tabirine aynı bugün “şeker”e yapılan bir dirençle direniş gösterilmesi, Osmanlı’da Arapça aslıyla, Eidul-Fitr (İydü’I-fıtr), ya da “şeker” olarak tabir edilen bir bayram olması, acaba bizim İslam uleması tarafından hiç incelenmiş mi?
Şeker’i , bu bayram için, daha çok halk kullanıyor. Internet’ten şu anomin alıntı bilgi verici: “Ramazan Bayramı’nın hadislerde geçen asıl adı, “İydü’I-fıtr” yani “Fıtır bayramı”dır. Fıtr, oruç açmak, iftar etmek, yemeğe dönmek demektir. Bizde “Fıtır Bayramı” yerine “Ramazan Bayramı” denilmesinin sebebi bu bayramın Ramazan ayının sonunda olmasındandır. Fıtır kelimesi “yaratılış” anlamına da gelmektedir. Bu anlamda, Ramazan ayı bitimindeki bu bayrama “Fıtır Bayramı” denmesinin sebebi baş ve bedenin zekâtı sayılan fıtır sadakasının (fitrenin) Ramazan ayı sürecinde verilmesidir. Bu bakış açısıyla Ramazan bayramı aslında ne Ramazan bayramı ne de şeker bayramı değil Sadaka Bayramı’dır.”
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, “19 yüzyıl başı, hatta 18. yüzyıl ortalarından beri öyle zannediyorum ki halk arasında Şeker Bayramı deniyor.” diyor.
Bugünlerin popüler konusu olan “ramazan” mı “şeker” mi çatışması aslında, dinsel, kültürel ve güzel bir uygulamanın ideolojik hale getirildiğinde karşılaşılacak bilgisel düzeysizliği gösteriyor. Bazı uyanık İslam alimlerinin (!) Şeker adının Ramazan Bayramı’na verilmesini 1930’ların Kemalizmine faturalarken düştükleri tuhaflık derecesindeki cahillikleri, 2008’de başlayan bir Başbakan çıkışı ile, Şeker ile Ramazan Bayramının birbirine girmesine yol açmış durumda. Oysa, “Şeker” demek, “Ramazan” demek kadar mübah bu bayrama, çünkü, Hicri 2. yılda uygulamaya başlanan bu Bayram sabahı namaza giden ilk müslümanlar, bulabilirlerse, mutlaka iki üç tane hurma yiyorlarmış. [Enes b. Mâlik: Rasûlallah fıtır bayramına bir kaç hurma yemeden hiç çıkmazdı. (Müsned, NI/232). “Enes’in kendisi de fıtır bayramına çıkarken üç tane, artırmak istediği zaman beş tane, daha da artırmak istediğinde tek sayı olmak üzere hurma yerdi.” (İbn Mâce, Siyâm 49)]. Yani, ilk müslümanların oruç bitiminde yaptıkları o zamanın doğal şekeri olan hurma ile bayrama başlamaları.
Ben bilemem ama belki birileri gösterebilir, Araplar da belki ilk yıllarda bu bayrama hurma veya şeker bayramı diyorlardı, kendi aralarında.
Fıtır-Fitre veya Sadaka bayramının bir de takvimsel yönü var, ki Ramazan’ın anlamını bildiğimiz anlamdan çıkartacak. [Hemen alevlenmeyin, dini anlamından değil, etimolojik anlamından; az sonra okuyacaksınız.]
Araplar, müslümanlıktan da önce, kameri (ayın hareketi üzerine zaman standartı), İranlılar da şemsi (güneşe göre zaman ayarlaması) takvimi kullanıyorlardı. (A)Surya-Hicaz (güneşe tapanlar, bugünkü Suriye) bölgesi de güneş takvimi kullanıyordu.
Hicri takvim, bu kemeri ve şemsi takvimin Hicreti sıfır yılı olarak sabitlemesinden ibarettir. Araplar Hicri Kameri Takvim kullandılar. Tarihçesine şöyle bir bakarsak, Kur’an’ın indirildiği Ramazan ayının bile bu takvimsel standartın kabulünde bir sabitliğinin olmadığını görürüz. Naci Yengin’den alıntılıyorum:
“Kameri takvimin Hicret’i başlangıç kabul edenine Hicri Takvim deniyor. Kamerî (ay) takvimini ilk olarak Bâbillilerin kullandığı bilinmektedir.
“Müşrikler İslâm’dan önce Kusay b. Kilâb’a verdikleri önemden dolayı onun ölümünü tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Ancak Fil olayından sonra tarih başlangıcı olarak bu olay kabul edilmeye başlanmıştır (Tarihu’l-Yakubî, II,17). Taberî’de geçen, Peygamberimiz (s.a.s)’in Medine’ye hicretiyle tarih kullandığı şeklindeki bilgilerin ne derece sıhhatli olduğu bilinmemekle beraber, bunun kesinlik kazandığı dönem Hz. Ömer (r.a) döneminde kabul edilen hicrî takvimle başlamıştır (Taberî, Tarihu’l Umem ve’l Mûlük, II,253. Buhârî, et-Târihu’l-Kebîr,I,10).
“Medine’de İslam devletinin kurulmasından Hz. Ömer (r.a.) devrine kadar müslümanlar bazı önemli olayları tarih başlangıcı kabul edip buna göre zamanlarını tayin etmekteydiler. Meselâ; Fil olayı, ficâr savaşı, zelzele yılı, veda haccı yılı ve bazı önemli zatların ölümü gibi olaylar tarih başlangıcı olarak kabul edilmekteydi. Ancak bu, zaman zaman karışık bir durum arzediyordu. Hz. Ömer (r.a) bu karışıklığı gidermek amacıyla konuyu diğer sahabelerle istişare etti. Bu sırada meydana gelen olay bunun gerekliliğini bir kat daha arttırdı. Yemen Valisi Ya’la b. Ümeyye Hz. Ömer (r.a)’a gün, ay ve yılı belli olmayan bir mektup gönderir. Aynı şekilde yılı belli olmayan vadesi Şaban ayı, diye kaydedilen bir senet Basra Valisi Ebû Musa el-Eşarî’ye getirilir. Sözkonusu senette geçen şaban kelimesinin, bu yıla mı, geçen yıla mı, yoksa gelecek yıla mı ait olduğu meselesi kesin olarak anlaşılmayınca bu tarih ve sened ihtilafa sebeb oldu ve konunun önemini ortaya çıkardı. Sahabiler meseleyi görüşerek tarih başlangıcı konusunda İran, Yunan vb. gibi ülkelerin takvimlerini benimseme tekliflerini ileri sürdüler. Ancak bu teklifler kabul görmeyince Hz. Ali (r.a) takvimin hicretin başlangıç olması gerektiğini ileri sürdü. Onun bu görüşü derhal benimsendi. Hz. Peygamber (s.a.s), rebiülevvel ayında hicret etmişti. Ancak kamerî yıl muharrem ayı ile başladığından tarih iki ay sekiz gün geri alınıp Hicrî takvimin başlangıcı 23 Temmuz 622 olarak tesbit edildi. (Naci Yengin)
Bir de işin etimolojisi var ki, ne yazık ki şeker’e daha fazla uyuyor:
Ay takviminde Ramazan yedinci ay idi. Hz. Ömer zamanında Muharrem ayı Rebiülevvel yerine ilk ay yapılınca dokuzuncu aydır. Bakara Suresi’nde anlatıldığı üzere Kur’an’ın indirilmesi Ramazan ayında başlamıştır.
“Ramazan kelimesi Sanskritçe’nin Brahmi dalından Arapça’ya geçmiş bir sözcüktür. “rama” sözcüğü “lütfedeni keyifle dolduran, zevke-tat almaya sebep olan” demektir. “Dharma” sözcüğü kavram olarak Sanskritçe’de “buyruk, karar, âdet, bir şeyin varlığı-niteliği” demektir ama sözcüğün kökü “dhr” “tutmak, dayanmak, tahammül etmeki sadık kalmak” tır, bu yüzden anlamı “tutan, dayanan, tahammül eden” dir. Kavram olarak Bharatça’da, “evrenin sonsuz,sürekli yasası”, “nesnelerin tabiatinin doğuştan olan özelliği”, tinsel anlamda ” adaletin, dürüstlüğün, gerçeğin karakteri-ilkesi” demektir. Arapça olmadığı halde, Arapça kökle yazılırsa (RMDh رمض) kökünden “ramadan رمضان) diye yazılır. Halen kelime içindeki (z) harfinin keskin (dz) ile söylenen hali Arapça köke göre; yanmak anlamıyla geçerli kullanıma sahiptir.” (Kaynak: Internet, Anonim)
Fakat, “Ramadan” kelimesi genel etimoloji sözlüklerinde, “en sıcak ay” olarak geçmektedir. (“Ninth month of the Muslim year,” 1590s, from Arabic Ramadan (Turk. and Pers. ramazan), originally “the hot month,” from ramida “be burnt, scorched” (cf. Hebrew: remetz “hot ashes, embers”). Due to the Islamic lunar calendar, it passes through all seasons in a cycle of about 33 years, but evidently originally it was a summer month.)
Etimolojisi ne olursa olsun, takvimsel durumla, Ramazan ayının “en sıcak ay” anlamına sahip olması olanaksızdır. Kameri takvim, 33 yılda bir 10-13 gün kadar rotasyona sahip olduğundan, güneşe göre belirlenen “en sıcak olma” hali zamansal olarak sabitken, “en sıcak ay” takvimsel olarak hiç bir zaman sabit olmayacaktır. Dolayısıyla, güneşin ışınlarının yeryüzüne dik gelmesine göre sürekli yer değiştiren bir ayın adı, “en sıcak olan” ya da “yanan” etimolojisi ile açıklanamaz.
Demek ki, Ramazan’ı Brahmi dilindeki anlamıyla anlamak gerekiyor: “Tatlı; zevke, tat almaya sebep olan.” Bu da günümüz Türkçesinde “şeker” değil de nedir?
Ramazan kelimesinde bulunan “Ra”, Ramahan, ramadharma, gibi köksel anlamları, İbrahim, Avram, Brahma, Abraham gibi adların seslerini ise şimdilik, meraklısına hatırlatmakla yetineyim.
Şimdi de 2008’de, Şeker ile Ramazan’ı karşı karşıya getiren ideolojik müdahalenin başlangıç haberini okuyalım:
“Ramazan, Şeker değil, Fıtır Bayramı”
Ceyda KARAASLAN bildiriyor, ANKARA 25.09.2008
Başbakan Erdoğan’ın başlattığı “Şeker değil Ramazan Bayramı” tartışmasına din otoriteleri noktayı koydu: “Doğrusu Fıtır Bayramı”.
Başbakan Tayyip Erdoğan önceki gün Şanlıurfa’da “Bayramın adını değiştirdiler, ne oldu bayramın adı; tatil. Bu bayram tatil değil, ayrı bir şey. Adını bir başka türlü değiştirmişler şimdi Şeker Bayramı! Bu dört dörtlük Ramazan Bayramı. Bu bir kültür erozyonudur aslında” diyerek yeni bir polemik başlatmıştı. İlahiyatçılar görüşlerini şöyle açıkladı:
Prof. Dr. Mehmet Keskin (Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi): Tüm dini kaynaklara göre bu bayramın adı Fıtır bayramıdır. Zengin ile fakirin dayanışma içinde olmasıdır. Ramazan Bayramı da denebilir. Şeker Bayramı sonradan dilimize oturmuş. Kimsesizlerin, muhtaçların gönlünü almak içindir. Tatil olarak görmemek lazım.
Prof. Dr. Saim Yeprem (Eski Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi): Din literatüründeki adı Fıtır Bayramı’dır. Yani fitre bayramı. Zenginin fakire destek olması. Dayanışma ruhu anlamına gelir. Ama Ramazan ayının sonunda olduğu için Ramazan Bayramı da kullanılabilir. Şeker Bayramı sonradan dilimize oturmuş. İnsanlar bayram tatilini bir dinlenme aracı olarak görüyor. Aslında ziyaretlerin, gönül almaların yapıldığı günlerdir. Anlamını unutmamak lazım.
Prof. Dr. Beyza Bilgin (Türkiye’nin İlk Kadın Vaizi): Bayramın adı Fıtırdır. Yani Arapça “yemeğe dönmek” demektir. Ramazan ayının sonuna geldiği için Ramazan Bayramı demekte de bir sakınca yoktur.
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi (İ.Ü.Öğretim Üyesi) : 19 yüzyıl başı, hatta 18. yüzyıl ortalarından beri öyle zannediyorum ki halk arasında Şeker Bayramı deniyor. Dini bakımdan dikkatsizlik, dine önem vermeme değil, halkın kullanmasıdır. Ama Ramazan Bayramı demek daha doğrudur.”
Özetle bu bayramın adının ne denmesi ile ilgili şu sonuçlara varmak, dini açıdan daha uygun:
Demek ki, takvimsel olarak Ramazan ayının sonuna geldiği için, Batılılarca bu bayrama “Ramazan Bayramı” denme ihtimali çok yüksek. Çünkü Arapça konuşan ülkelerin hiç birinde bu bayrama Ramazan Bayramı denmiyor; ilk Müslümanlarca da denmiyor. Müslüman olarak bizim de demememiz lazım.
“En sıcak ay” olarak Arapça kök analizi yapılan Ramazan, etimolojik olarak Sanskritçe’nin kolu olan Brahma dilinden Arapça’ya, belki de başka dillere, Eski Mısır (Kopt-Kıptî) diline, oradan da İbranice ve Arapçaya geçen Ra/m-rama seslerinin anlamları olan, “yüce ruh” ve “zevk ve tad veren” anlamına daha fazla sahip, demek ki, “şeker” denmeye daha münasip.
Bu topraklarda, “şeker” adının bu bayrama verilmesinin oldukça eski bir tarihi var, bu tarih, 18. yy. Osmanlısına kadar gidiyor. Demek ki, 1930’larda dinden arındırma maksadıyla yapılmış Kemalist bir kumpas değil. Çünkü her Türk ve Kürt (bu topraklarda yaşayan diğer etnisite ve dindarlar) bu bayramın oruç ayından sonra geldiğini ve dini bir bayram olduğunu biliyor. Adına Şeker desek de biliyor; Ramazan desek de!
Bayramın adı hadislerde, Fıtır-Fitre, yani Sadaka olarak geçiyor, bugün Arapçada da böyle kullanılıyor. İlk Müslümanlarca vermek, dağıtmak, ihsan etmek gibi bir ad ile anılması, yoksullarla eşitlenmek demek olan oruç’tan sonra gelmesinin kerameti olsa gerek.
Bu “şeker” ile “ramazan” çatışmasını “müslüman-laik”, “dindar-zındık” çatışması haline getiren ideolojik müdahale ve manipülasyonlara baktığımda, görüyorum ki, bize, infakla yoksulun zengine eşitlendiği, bilginin ve maddenin eşit ve ihtiyaca göre dağıtıldığı, Kurban ve Fitre Bayramlarının çoşku ve adilce yaşandığı bir 3. Cumhuriyet gerek…