Taksim Gezisi İsyanı şaşırta şaşırta tüm Türkiye isyanına dönüşmektedir. Vergi verenlerin “bir bana, bir de kamusal malıma, bir de özel hayatıma karışma” diye haykıran ayaklanması hükümetin suskun basiretsizliği, hükümet başının Cumhurbaşkanı ve Başbakan Vekili’ni takmaksızın başına buyrukluğu, kışkırtıcılığı ve şaşkınlığı sayesinde artık TürkKürt, solcu-Müslüman, Kemalist-antiKemalist, vergi veren-pipetleyen, Alevi-Sünni ve daha da önemlisi iktidar istemeyenlerle iktidar isteyenleri ve hatta benim gibi biri ile Mümtaz’er Türköne ile İhsan Dağı’yı birleştirmiştir. Bu ciddi bir çoğunluktur.
Şaşkın bakışların arasında Başbakan’ın ilk şaşkınlığı Gezi’de toplananları “çapulcu” olarak nitelemesiydi. Oysa oradakilerin kâhir ekseriyeti manikürlü-pedikürlü aileler ve çocuklarıydı. Vergi veriyorlar, katma değer üretiyorlar ve vatandaşlık hakkının tüm gereklerini tam olarak talep ediyorlardı. Bu niteliklere sahip Çarşı ve Hizmet Cemaati’nin de desteğini alan ilk on gün Gezi’de çoğalarak toplanan insanların neredeyse tek ortak noktalarıydı. Karşılarındaki % 43 (AKP’nin 2011’deki net oyu: 21 milyon/tüm seçmen sayısı 49 milyon), pipetleyen, katma değer üretemeyen ve vatandaşlığı pek takmayanlardan oluşuyordu. Bunların içinde BDP de vardı. Bu azınlığın başı da Hükümet başkanı idi. Büyük yarılma budur.
(Tklynz: http://www.adilmedya.com/taksim-gezisi-isyani-h37097.haber..
http://www.adilmedya.com/taksim-gezisi-isyani-nasil-sonlanmali-h37176.haber)
Gezi’deki bu büyük yarılmayı, Fas-Tunus gezisi hengamesinde Başbakan’a doğru istihbar etmeyenlerin tamamı bizzat Başbakan tarafından 30 Haziran’da görevden alındı.
(Tklynz:http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23616442.asp)
Ömer Öcal dostum gibi yapayım, şöyle yazmıştım 10 Haziran’da adilmedya’da (Bkz: “Taksim Gezisi İsyanı Nasıl Sonlanmalı?”): “Sayıları onbinlere ulaşan bu pedikürlü-manikürlü grupların, “çapulcu” olduğuna dair hangi istihbaratçı Başbakan’ı yanıltmışsa, zaferi de bu yanıltma kazandırtmıştır, üç beş marjinal sol örgütün militanlarının “ölmek için” polise saldırması değil. Osmanlı döneminde olsa bu istihbaratçı kellesini kaybederdi.Pedikürlüler ise yaşamak için ve vergilerinin hesabını sormak için alandadırlar.İstihbaratçı herhalde onları AVM arayan süslüler sandı. Ben olsam yerim o istihbaratçıyı, danışmanı da katık ederim… ne kadar Ankara’ya geç giderse,danışmanını ve istihbartaçısını o kadar geç yiyecek olan AKP Başkanı Tayyip Erdoğan[da böyle yapmalı]…” Dediklerimi dinleyen Başbakanları hep sevmişimdir. Mebzul miktarı ile de doğrudan veya dolayımlı teşriki mesai yaptım.
Ne olduğunu pek anlayamayan mı desem yoksa manipülatifliğin şahikasındaki kişi mi, bilemiyorum ama Yıldıran Öğür de dahil, Gezi’ye herkes şaşkın. Faiz lobisinin uluslararası orkestrasyonundan sorumlu dış mihrakların en güçlüsü Bernanke hariç olmak üzere, Gezi’de olan bitene pek anlam veremiyorlar. Sadece bizim Başbakan değil, Merkel,İran, Esat, fransız kalmak görüntüsü vermekte üstüne olmayan ama arka planda bence iyi operatif Fransa, ehh Gezi’ye pek karışmamasına rağmen herşeyin altında olduğu malum İngiltere, Bernanke’yi dışta bırakarak tüm ABD şaşkın.
Bir de üç gün once katıldığım EURAM kongresinde rastladığım dünyanın dört bir tarafından Taksim Kongre Vadisi’ne gelmiş tüm işletme akademisyenleri şaşkın.Şaşkınlıklarından olsa gerek, tamamı şu konuda hemfikir: “artık Türkiye gözümüzde çok saygınlaştı, gelecek yıl tatilimi burada geçireceğim.”
Oysa, tüm şaşıranlar İngiltere’nin demokrasi tarihine şöyle bir baksalar, şıpadanak anlayacaklar olanı biteni. Magna Carta’sını 1808’de yaşamış bir “e”mparatorluğun bakiyesi,herhalde 16. yy İngiltere’sini 2000’li yıllarda yaşar, Compri? Ayrıntısına girmeyeceğim ama şununla iktifa etmek istiyorum. Beyler, Paşalar,Hanımefendiler veya Leydiler: İçinde yaşadığımız düzen kapitalizmdir ve bunun tarihi İngiltere’de yazılmıştır. Bu tarihi incelerseniz en önemli unsurun şu olduğunu görürsünüz:Parayı veren düdüğü çalar, vergi ödeyen devletin sahibidir. Bu bir sınıf analizidir. Eğer devletin düdüğünü çalan parayı ödemediği halde herşeyi ben yaptım diyen ve parayı ödeyene olur olmaz karışan ise huzursuzluk başlar. Demokrasi tarihinde maalesef “sandık” (popular vote) çok yeni bir Fransız icadıdır (Russo’dan çok sonra uygulanmıştır. Daha once adilmedya’da yazdım, İsviçre’de kadınlara oy hakkı 1972’de verildi, neden biliyor musunuz?İsviçre’de 1960’lara kadar kadınların çoğu ev kadınıydı ve vergi ödemiyorlardı). Eski Yunan’dan beri ya sadece yurttaşlar (o da çoğunlukla lotarya usulü ile) ya seçkinler, ya da vergi verenlerin demokrasisi söz konusudur. Bu denge bozlunca herkesi şaşkınlığa iten Memleketimden Gezi Manzaraları ortaya çıkar. İşte bir tanesi alttaki fotoğrafta özetlenmiştir:
Bu genç kızın (Allah’tan yüzü görünmüyor, bizim gibi fişlenirdi) terbiye edici “terbiyesiz” pankartının semiolojik mesajını, gezi olaylarında gizli gizli Hükümeti eleştirdiği söylenen (Tklz:) Cumhurbaşkanı veciz ve terbiye edici bir terbiyelilikle şöyle almış olduğunu ifade etti: “Herkesin kendi ülkesinde en geniş şekilde kendisini özgür hissetmesi gerekir. Bu çerçeve içerisinde demokrasiler dediğimizde demokrasilerle tabiki seçimlerle halkın iradesi ile herşey ortaya çıkar. Ama demokrasi demek sadece seçim demek de değildir. Bütün vatandaşlarımın büyük bir sağ duyu içerisinde hareket edeceklerini inanıyorum. Verilen bütün düşünceler okunmuştur, görülmüştür, not edilmiştir ve mesajlar da alınmıştır. Bütün vatandaşlarıma bu vesile ile sevgilerimi sunuyorum”
Başbakan bu konudaki, içinde tarihsel ve politik bir çok yanlış bulunan cevabı ise şuydu: “Demokrasi seçim midir değil midir noktasında, demokratik parlamenter sistemlerde parlamentonun yolu seçimden geçer, sandıktan geçer ve sandığın olmadığı bir demokratik sistem zaten söz konusu değildir. Burada demokrasideki tavır da halkın iradesinin tecellisidir; halkın iradesinin tecellisi nerededir o da sandıktadır. Ve burada bu tecelli eder ve bu şekilde bir uygulama bütün demokratik parlamenter sistemlerde gelişmiştir ve gelişmeye de devam etmektedir.”
Birinci yanlış, parlamenter sistemlerin hiç bir zaman özü genel oy veya millet iradesi olmamıştır, böyle de gelişmemektedir. Parlamenter sistem, devletin sahibi kimse (hangi sınıfsa) meclislerinde de onların bulunacağı ilkesinden kaynaklanır. Carl Schmitt, 1923’de Parlamenter Demokrasisini Krizi kitabını bu nedenle yazmıştır. İkinci yanlış, başkanlık da olsa çift kamaralı bir parlamenter sistem olan ABD’de, genel oy her zaman Başkanı tayin etmez. Bizim Başbakan’ın hatırlaması lazım, Prezidan Bush’un oğlu Bush, genel oyun azını aldığı halde Başkan seçilmiştir. Daha da var ama üçüncüsü, “halkın iradesi” diye bir kavram politik bilimlerde yoktur, “genel irade” vardır. Genel irade kavramı da Toplumsal Sözleşme kitabında mebzul miktarda tanımlanmıştır. Açar, okur, öğrenirsiniz.Açıp okuyup öğreneceğiniz bir başka kitap da şudur: Bergson’un öğrencisi Nurettin Topçu’nun, İsyan Ahlakı
Özetle, daha da sürecek gibi görünen Gezi İsyanlarını ben bir “şaşkınlar komplosu” olarak değerlendiriyorum. Öyle ya aralarında düzenleyen olarak İran’ın da bulunduğu iddia edilen “Gezi Darbesi”ni (Bkz: Başbakan’ı yanıltan F. Tezcan ve diğerleri), İran’a “emperyalizmin” (= siz bunu “faiz lobisi” diye okuyun) saldırısını önleyen iki ülkede (Brezilya ve Türkiye) aynı anda karışıklıkları çıkarabilecek kadar dakik bir senkronu tutturarak bir komplo şeklinde başlatan “dış mihraklara” şaşırmaktan başka nasıl bakılabilir?İşte herkes bu yüzden şaşkın ve işte ağaçları koruyan Gezi ile bilet zammını protesto eden Sao Paulo’yu birleştiren şaşkınlığın o fotoğrafı (21.06.2010):
Geziye veya Sao Paula’ya (veya Cahvez’e) şaşı bakan Başbakan dahil bu şaşkınlar,kapitalizmin temel ilkesini unutmuş görünüyorlar: Parayı veren düdüğü çalar (Gezi’nin en önemli protesto aletinin düdük olduğunu hatırlayın).
Bundan sonraki yazımda, işte bu düdüğün kimin elinde olması gerektiğini ve yukarıdaki ve aşağıdaki üç fotoğraftan da yola çıkarak, mağduriyet edebiyatının, madunlukla ve yer tabanlı politikalar ve yerel olmak ile ve neoliberalizmin globalizmi nasıl inşa ettiğine dair hususlarla olan ilişkisini, Türkiye’nin isyan “ahlâkı” gezintisinde bir yolculuk yaparak açacağım. Öyle ya, okuyanlar bilecektir, daha önceki yazılarımda barış süreci gezisinde gümbürtüye gidecek gibi görünen BDP’yi de vergi vermeyenler kategorisine yerleştirmiş olmamın ve Gezi’ye katılmadığını sanan MHP’yi de vergi verenlere dahil etmemin, son Lice olayları sonucunda Gezi İsyanına BDP’nin katılması ve eğer mizansen değilse o ünlü “Atatürklü Türk bayrağı tutan ulusalcının elini tutarak polisten kaçan BDP flamalı genci, Bozkurt işareti yapan kentli (veya turist) ile aynı karede görüntüleyen” fotoğraf açısından derlendirilmesi ve açıklaması yapılmalı:
Bu yazıyı bitirip adilmedya’ya gönderdikten tam iki saat sonra aşağıdaki iki ilanı konu yapan Star Gazetesi Internet sitesindeki habere rastladım. (Tklynz:http://haber.stargazete.com/guncel/onlar-kaygiliydi-bunlar-da-saskin/haber-767168)
Bu iki ilan yukarıda yazdıklarımın tam kanıtı olarak sanki benim mizansenimmiş gibi duruyor değil mi. Başlığımı bile kopyalamışlar. Birincisi vergi veren, katma değer üreten, vatandaş olarak kendini tanımlayanların ilanı, telif haklarını savunuyorlar; ikincisi ise vergi vermeyen, katma değer üretmeyen, vatandaşlıkla pek gündelik ilişkileri olmayan anonim kişiler, ilanları için “her hakkı saklı değildir” diyorlar. Bir Internet parodisi olarak bu ikinci ilanı yazan kişi, temsil ettiği kitleye uygun olarak, Türkçe kompozisyon yazmayı bile bilmiyor. Senaryo’yu “seneryo” diye yazmış; başlık SAŞKINIZ’ken, metinde KAYGILIYIZ vurgusunu yapmış. “Çoğaltılabilinilir” diye de bir kelime kullanmış.
Üç yazıdır, ne demek istediğimi ben anlatamamışsam aşağıdaki bu iki ilan kabak gibi anlatıyor.