NOT: 1-
a) Bu yazı bir kitap incelemesi olmayıp “Şarkiyatçılık” konusuna dikkat çekme ve kısa bir tanımlamadır.
b) Nedendir, nasıl bir şeydir bilmiyorum, Edward Waide Said aklımdan geçtiğinde ya da bir şekilde o, konu olduğunda, belki de her defasında Aliya İzzetbegoviç ile onun değerli “Doğu Batı Arasında İslâm” kitabını hatırlıyorum. Bu söylediğim, “Şarkiyatçılık” kitabını bütün olarak okumdan önce olan bir durumdur. Açıkça söylemem gerekirse şimdiye kadar “Şarkiyatçılık” kitabını baştan sona okumamıştım. Bir “kitabı okudum” dediğimde; o kitap üzerinde eleştirel değerlendirme notları ve alıntılar yapmış olmalıyım. Elbette bu anlamda Kitabı okumakta geç kaldım, ancak şimdiki birikimimle okumam da iyi oldu. İşte şimdi hatırladığım bir olay içimi gıdıklamağa başladı. O, ne mi dersiniz? Söyleyeyim: belki lise yılları belki biraz daha sonra genç yaşımda “Sefiller” Romanını okumuştum, ama hakkında söylendiği kadar etkilenmemiştim ve içimde bir soru işareti kalmıştı: “Ben mi anlayıp kavrayamadım, yoksa denildiği kadar beğenilecek bir roman değil miydi?” Derken elli beş yaşıma girdim ve kitabı tekrar az önce söylediğim tarzda okudum. “Vay be, ne imiş, Hugo ve Sefiller” dedim! Bilirsiniz Victor Hugo’nun o romanındaki kahramanı Jean Valjean da elli beş yaşındadır…
Elimdeki Kitap Şarkiyatçılık’la bir süre birlikte yürüyeceğiz, gücümün yettiği ve mümkün olduğu kadar onun her yanı ile ilgileneceğim. Deyim yerindeyse süte hasret kalmış, çok acıkmış bebekler ve kuzular gibi onu emeceğim. Kitabın oldukça şeffaf ve objektif bir bakışla yazıldığını düşünüyorum, ben de okurken öyle olacağıma güveniyorum. Kitabın hacmine baktığımda; bana fazla bir iş kalmayacak kadar açık, anlaşılır, öğretici ve aydınlatıcı olabileceğini sanıyorum. Artık başlayıp görelim: …
“ Şarkiyatçılık, en kolay kabul gören nitelemeye göre, akademik bir şeydir; bu etiket bir takım akademik kuruluşlarda hâlâ kullanılıyor. İster özel ister genel yönleriyle uğraşsın – antropolog, sosyolog, tarihçi ya da filolog olması fark etmez- Şark hakkında yazan, ders veren ya da Şark’ı araştıran kişi Şarkiyatçıdır, yaptığı iş de Şarkiyatçılıktır.”12
“On dokuzuncu yüzyıl başından İkinci Dünya Savaşının sonuna değin, Şark ile Şarkiyatçılıkta Fransa ile İngiltere egemendi; İkinci Dünya Savaşından sonra Şark’a Amerika egemen oldu. Eskiden Fransa ile İngiltere’nin yaklaştığı gibi yaklaştı Şark’a.”14
“Bir Batılılar bir de Şarklılar vardır. Batılılar egemendir, Şarklılara da birinin egemen olması gerekir; bu, çoğu zaman, topraklarının işgal edilmesi, içişlerinin titizlikle denetlenmesi, kişilikleri ile hazinelerinin herhangi bir Batılı gücün tasarrufuna girmesi anlamına gelir.” 45, 46
“ŞARKİYATÇILIK, en kesin deyişle, akademik bir çalışma alanıdır.”59
“Dünyanın iki ucu yaklaşıyor: yaklaşırken birbirini yeniden tanıyor; yeniden tanırken, bütün insanlar, bir tek ve aynı Tanrının çocukları, karşılıklı kardeşliklerinin neşeli titreyişini duyuyorlar. Ey Garp! Ey Şark! Yaklaşın, bakın, tanışın, selamlaşın, kucaklaşın.” 101
“On sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren, en azından yüz elli yıl boyunca, bir disiplin olarak Şarkiyatçılıkta İngiltere ile Fransa egemen oldu.” 108
“Hıristiyan, Müslüman hasmının hiç de fena bir adam olmadığını keşfeder.”111
“Bana garip gelen, Şeytanın zürriyetinden olmanız değil, bununla övünmeniz.”111
“Arap da ata binen Yahudi’den başka bir şey değildir, hepsi şarklıdır özünde.”112
“Betimlediğim dört öğe –yayılma, tarihsel yüzleşme, duygudaşlık, sınıflandırma- modern Şarkiyatçılığın kendine özgü düşünsel ve kurumsal yapılarının dayandığı on sekizinci yüzyıl düşüncesindeki akımlardır.” 130
“Şark, Şarkiyatçının akılcılığıyla örtülür; Şarkiyatçının ilkeleri onun ilkeleri olur. Irak olandan ulaşılabilir olana dönüşür: kendi başına ayakta duramayan bir şey olmaktan çıkıp pedagojik bakımdan yararlı hale gelir; kayıp parçaları tam da bu süreç içinde ondan koparılıp atılmış olduğu halde, yitiklikten çıkar, keşfedilir. Sacy’nin antolojileri Şark’a eklenmekle kalmaz, ayrıca Şark’ı da Şarkî mevcudiyet olarak Batı’ya ekler.”140
“İnsanlar çoğu zaman, Şarkiyatçılığı Şark’ın kendilerine dayattığı şeylerle hesaplaşmanın bir yolu diye görerek bu mesleğe giriyorlardı.” 162
“Sacy ile Renan Şarkiyatçılığın, sırsıyla- bir metinler bütünü ile filolojik kökenli bir işleyiş biçimini almasının örnekleriydiler; bunlar Şark’ın, Batı’yla eşit olmayan söylemsel bir kimlik kazanmasına neden oldu.” 168
“Şarklılar, konuşur, eylerken, Şarkiyatçı gözleyip kaydetmiştir. Şarkiyatçının kudreti, onların arasında kendi dillerini konuşan biri gibi, aynı zamanda da gizli bir yazıcı gibi var olmasıydı. Hedef, yazdıklarının yerliler için değil, Avrupa ile Avrupa kültürünü yaymayı hedefleyen kurumlar için yararlı bilgiler olmasıydı. Zira Lane’in yazılarının unutmamıza asla izin vermediği şey şudur: Mısır’ın adetleri, törenleri, bayramları, çocukluğu, yetişkinliği, cenaze törenleri arasında gezinen “ben” , birinci şahıs adılı, aslında hem bir şarklılık kostümüdür hem de değerli ve başka türlü erişilemeyecek malumatı elde edip aktarmayı sağlayan bir şarkiyatçılık aygıtıdır. Anlatıcı olarak Lane, hem sergilenen hem sergileyendir; aynı anda iki tarafın güvenini kazanıp iki deneyime birden heves gösterir: Şarklı olan, ahbaplık kurmaya (ya da öyle görünmeye), Batılı olan da güvenilir, yararlı bilgi edinmeye bakar.” 171
“On dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde Şark, Disraeli’nin dediği gibi, bir meslek haline gelmişti; kişinin yalnızca Şark’ı değil kendini de yeniden üretebileceği, yenileyebileceği bir meslekti bu.”177
“Şarklılar, özellikle de Müslümanlar tembeldir, siyasetleri ise keyfi itidalsiz, öngörüsüzdür. “190
“Yahudiler, Rumlar ile Rus Ortodoksları, Dürziler, Çerkezler, Ermeniler, Kürtler, çeşitli küçük Hıristiyan mezhepleri: Hepsi de, Şark siyasetlerini hem yapılandıran hem geliştiren Avrupa Güçleri tarafından inceleniyor, planlanıyor, tanzim ediliyordu.” 203, 204
“Kinglake, hiçbir Şark dilini bilmediğini kaygısızca itiraf etse de, bu bilgisizlik onu Şark hakkında, Şark kültürü, zihniyeti, toplum hakkında kapsamlı genellemeler yapmaktan alıkoymaz.”205
“Şarklı olmak konusunda T. E. Lavrece’dan çok daha başarılıydı; dili kusursuz konuşmakla kalmıyordu, İslâm’ın kalbine sızabilmiş. Hintli bir Müslüman kılığında Mekke’ye hacca gitmişti. Ancak Burton’un (Richard Burton /M.D.) en sıra dışı özelliği, kanımca, toplum yaşamının ne ölçüde kurallara, şifrelere tabi olduğunu nerdeyse doğaüstü bir bilme yetisiyle kavrayabilmesiydi.”207
“Arapça ile İslâm’ı Burton’ın bildiği kadar bilmeyen hiç kimse, Burton kadar uzağa, Mekke ve Medine’de sahiden hacı olacak kadar uzağa gidemezdi.” 208
“Şarkiyatçılıkta ortaya çıkan Şark, Şark’ı Batı bilgisine, Batı bilincine, sonra da Batı egemenliğine taşıyan bir güçler öbeği bütünü tarafından şekillendirilmiş bir temsil biçimleri dizgesidir.” 215
“ Benim iddiam şu: Şarkiyatçılık, Batı’dan güçsüz olduğu için Şark’a kararlı bir biçimde dayatılmış olan bir siyasal öğretidir temelde; Batı bu dayatmada, Şark’ın güçsüzlüğüyle birlikte farklılığını da görmezden gelir.” 216
“Batılı orduların, diplomat müfrezelerinin, tacirlerin, bilim ve arkeoloji seferlerinin hep Doğu’ya yönelmiş olmaları bir yana, 1800-1900 arası, Avrupa’dan İslami Doğu’ya giden seyyahların sayısı karşısında İslami Doğu’dan Avrupa’ya giden seyyahların sayısı son derece düşüktür. Üstüne üstlük, Batı’daki Doğu’lu seyyahlar, ileri bir kültürden bir şeyler öğrenmek, bu kültür karşısında şaşakalmak için oradaydılar; Şark’taki Batı’lı seyyahlar ise, yukarıda gördüğümüz gibi, çok farklı türden amaçların peşindeydiler. Ayrıca 1800-1950 arasında Yakınşark’ı ele alan altmış bin civarında kitap yazıldığı tahmin edilmektedir. Batı hakkında Şark’ta yazılmış kitapların sayısı bu sayıyla kesinlikle karşılaştırılamaz. Bir kültürel düzenek olarak Şarkiyatçılık, baştan sona, saldırganlık, etkinlik, yargılama, hakikat istenci, bilgi demektir.
Şark Batı için vardı ya da pek çok Şarkiyatçıya öyle geliyordu: bu Şarkiyatçıların üzerinde çalıştıkları şey karşısındaki tutumları, ya pederşahi bir buyurganlıktı ya da açık yüreklilikle sergilenen bir tenezzül – eski çağlarla uğraşmıyorlarsa tabii-, ama bu durumda da “klasik” Şark onların itibar hanesine yazılıyordu, acınası modern Şark’ın değil. Sonra bir de, Batılı araştırmacıların çalışmalarına güç veren pek çok kurum ve aracı kuruluş vardı; Şark toplumunda bunlara koşut hiçbir kurum yoktu.” 216, 217
NOT: 2- Az önceki 216-217 arası sayfalardan yaptığım alıntı sanki Şark ve Şarkiyatçılık konusunu özetler gibi; Batı’nın Şark’a bakış ve yaklaşımı, Doğu’lunun Batılı karşısındaki tutumu ve diğer şeyler hepsi apaçık yazılmış. Yazar (E. W. Said), gerçekten tarafsız bir gözle konuyu masaya yatırıp neşteri vurmuş, içinden ne çıktıysa olduğu gibi ortaya sermiş; görmek de bize kalır…
“Şark’ın coğrafi uzamına nüfuz edilmiş, bu uzam elden geçirilmiş ve ele geçirilmişti. Alabildiğine hâkimane bir Batı elinin yıllar içinde biriken etkisi, Şark’ı yaban bir uzam olmaktan çıkartıp bir sömürge uzamına dönüştürmüştü. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında önemli olan şey, Batı’nın Şark’a nüfuz edip etmemesi, Şark’a sahip olup olmaması değil, İngilizler ile Fransızların bu işi nasıl yaptıkları konusundaki kanaatleriydi.” 223
“Doğu Doğu olarak, Batı da Batı olarak kalsa bile Batı’nın ilgisini teşvik ediyordu” 228
“İngiltere ile Fransa vakti geldiğinde Asya’daki Türk topraklarının paylaşılması gerektiği konusunda ilke anlaşmasına vardı. Birinci Dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında gizli diplomasi, Yakınşark’ı önce etki alanlarına, ardından da mandalara (ya da işgal edilmiş topraklara) bölmekte kararlıydı.” 232
NOT: 3- 232’nci sayfadan yaptığım alıntı önemli ve ilginç; “Asya’daki Türk toprakları”, bu ne demek, şu demek: şimdiki Türkiye de bu plânın içinde, peki ne oldu da bugüne kadar böyle bir şey olmadı? En büyük sebep Amerika; Avrupalıya Amerika müsaade etmedi ve zaman içinde Avrupalıları Yakınşark’tan uzaklaştırdı. O tek başına Şark’ı egemenliği altına almak istiyor, kendisini buna muktedir görüyor. İkinci Dünya savaşı, öncesi ve sonrası Avrupa kendi içinde birbirleriyle boğuştu, zayıf düştü. Amerika bu zaman içinde güçlendi ve Dünya süper gücü oldu, halen de öyle. İngiliz ve Fransızların daha önce düşündüklerini şimdi Amerika yapıyor, çeşitli entrika ve stratejilerle.
“Yirminci yüzyılın başlarında Şarkiyatçılığın Şark’ı Batıya sunmak için kullandığı iki temel yöntem vardı. Bunlardan biri, modern eğitimin yaygınlaşma olanaklarından, bilgiye dayalı mesleklerdeki, üniversitelerdeki, meslek derneklerindeki, keşif ve coğrafya kuruluşlarındaki, yayıncılık sanayindeki yayılma düzeneklerinden yararlanmaktı.” 235
“Fransızların İngilizlerle boy ölçüşemeyeceği konusunda genel bir fikir birliği vardı. Osmanlının yağmalanması meselesinde ortaya çıkan İngiliz-Fransız rekabeti, Hicaz’da, Suriye’de, Mezopotamya’da savaş alanlarında bile hissedildi – ama tüm bu yerlerde, Edmond Bremond gibi dirayetli kimselerin de gördüğü gibi, Fransız Şarkiyatçılar ile yerel uzmanlar zekâ ve incelikli manevralar bakımından İngiliz meslektaşlarının çok gerisinde kaldılar. Lois Massignon gibi, az rastlanır bir deha dışında, Fransız Lavrence’ları, Sykes’lar, Bell’leri yoktu hiç.” 237
“Ateşli bir emperyalist olan Cressaty Kontu 1913’te Paris’te, Alliance Française’de konuşurken, Suriye’nin Fransa’nın Şark’ı olduğunu, Fransızların siyasal, ahlaki, iktisadi çıkarlarının burada toplandığını beyan etmişti.” 237