Bir medya malzemesi olarak Soma’dan daha dramatik ve ironik olduğu halde Ermenek pornosu sansürlendi. (Bu konuda, adilmedya.com’da Soma Pornosu: Devletsiz İktidar ve Terbiyesiz Medya yazıma bakınız). Olmayacak olan olmuş, kömür tozuna bulanmış rutubetli bir kara toprak altı dehlizine, bir yeraltı su damarına çok yaklaşıldığı için sular dolmuştu. Ermeneklilerin yüzme bilmeyecekleri gibi trajikomik esprilere bile yol açan bu rastlanılamayacak olay; içeride az ceset olmasının önemsizliğine karşın bu ironik “doğal felaket” durumu, tam bir medya malzemesi önemi haline yükselmişti. Peki, tüm yandaş ve candaş medyada (topuna ben MEME derim) haber değeri Soma pornosundan daha azmış gibi sunulması ölümün sayısı mıydı yoksa medyatörlerin çok övündükleri kanıksanmışlığın haber değerini düşüreceği denklemi ve/veya tekrardan kaçınma refleksi mi? Oraya, canlı yayın arabalarıyla tam tekmil tüm medya gitmedi. Hükümet önledi dendi. Dış mihraklı yeni bir Soma hareketi fazla olurdu, Soma’nın üstüne. Hayko Bağdat gibi neyi destekleyeceklerini veya köstekleyeceklerini kendi ağzı sulanmışlıkları ile belirleyen terbiyeli, efelenmesi bile efendi medyatörler, “neden sansürlendi Ermenek, ne güzel seyredecektik, hatta oraya gidip işin içine girecektik, Hükümet korktu” diyerek faş ettiler pornografik meraklarını. Cüneyt Özdemir gibi medya meydancıları, canlı yayın arabası gibi maliyeti yüksek saniye doldurmalarından belki de mecburen vaz geçerek, seslerini kesip, acılı mektuplara, türkülere ve ağıtlara uzaktan yaklaştılar, daha önceki pornografi düşkünlüklerini mahcuplukla örten oto sansürlemelerinin “derin” onurunu gözümüze soka soka. Haberleri yok ki, bağırıp çağırıp herkese melankolik ve desteksiz ayar verdikleri frekanslar kamunun malı, kendilerinin olmadığını yaladıkları yer bakımından gayet iyi biliyorlar ama patronlarının da değil. İstediklerini “ifade” edemezler ve bilinçaltı lapsüslü düşüncelerini faş edemezler. Orada ifade özgürlüğü yoktur (Bkz: FCC vs. Red Lion).
Bir maden faciası da böylece frekans spektrumlarında kaybolup gitti. Geriye, palyatif önlemler alacağız bağırışları, ana feryatları bırakarak ve meselenin sınıfsal (ekonomipolitik) özüne dokunmayan bir sendikasızlıkla örülü medyatik pornografiyi, bu kez başarılı bir biçimde sansürleyerek.
Pornonun kathartik işlevi aslında sansürlenince de işler. Çünkü porno, ikili, şizofrenik bir rüya ile simyayı birleştirir.
Öyle de oldu. Ermenek “faciası” medya meydanında Soma gibi pornografinin bariz görüntüleriyle sunulmayınca, Hükümette bir ferahlama (ve dolayısıyla katharsis,) muhaliflerde de bir “illâ de isterük, pornomuza karışma” tarzı bir isyanın verdiği arınma (ki zaten katharsis) oluştu. Soma pornosu da zaten kathartik bir tarzda, Brechtiyen epopeyi teorik şiar bellemiş entel medyatörlerin Aristotelesçi katharsisçi davranış bozukluklarını ortaya döken biçimde, layıkıyla verilmiş ve yine herkes, bu arada aslında herkes demek olan bu medya pornosundan yüksek (ve süblime edilmiş) büyük bir sadomazoşistik bir zevk alan “millet” veya “halk” “rahatlamıştı.” (Burada kullanmamız gereken terim bu değil aslında ama siz anlamışsınızdır.)
İnsanlar ya kendi tedbirsizlikleri ya da önlem eksikliği nedeniyle işe işyerinde ölür, kaza denir, fıtrat denir ve seyrine doyum olmayan bir tarzda geride kalan sağlar bizimdir. Bizim mi! Biziz demek daha doğru değil mi? Kısık sesle belirtilen, “iş güvencesi olmadan iş güvenliği olmaz” ilkesi kapitalist dehlizlerde, yeraltı sularına karışıp gider.
Medya, elektronik olunca, doğal ve kıt kaynaklar üzerinden kamusal taşıyıcı görevi yerine, politik taraf haline dönüşürse olacak olan hep budur. Sadece ve sadece arınmaya yönelik pornografik bir malzeme. Bazen sansürlenerek işlevini yerine getirir, bazense “açık ve net” olarak. Rüyanın açıklığı ve ideolojinin netliği ile
Soma ve Ermenek’in pornografik medya maceraları bana “simya” ile “rüya” arasında bağ kuran Freud’a başkaldıran o ünlü Freudçu Carl G. Jung’u hatırlattı.
Orta Çağ’da “Simya,” insan bilinci (zihni) ile maddi olguyu “altın” potasında eritmeyi amaçlamış bir rüya âlemidir Jung’a göre. Aslında kapitalizm bu rüya âlemini yok ederek, kendisi de okült teşkilatları üyesi olan Descartes’e bence yanlış olarak atfedilen o ikilemi doğurmuştur: Ruh ile beden ayırımı. F. Bacon işin ampirik, R. Descartes ise rasyonel (geometrik oransal-akılsal) tarafında uzmanlaşmış ve o güne kadar “Neden/Niçin” sorusuna yanıt arayan ontoloji, “Nasıl/Ne ile” sorusuna yanıt arayan epistemolojiye dönüşmüştü. Yani Kant’ın amaçsal aklından Weber’in araçsal aklına. Bu ikilemin kaynakları da bildiğimiz gibi Platon ve Aristo idi. Modern hayat bu ikilemin sömürülmesi üzerine kuruludur şiarı başta post modernist (ilki bence Gazali’dir, politikacısı da Ebusuud’tur) feylesoflar olmak üzere artık herkes tarafından haykırılıyor ama Simya ile Rüya arasında Jung tarafından kurulmuş olan bağ unutulmuş durumda. Simya’ya günümüzün bilimi olarak bakalım, Rüya’ya da günümüzün ideolojisi. McLuhan bas bas bağırmıyor mu, elektronik çağda, “Orta Çağa’a dönüyoruz” diye. Dönelim bakalım:
Rüya, Freud tarafından açıklandığı üzere, bastırılmış cinsel güdülerin dışa vurulmayanının maddi hayat ile en az ilişkisiz olduğumuz durum olan uykuda fışkırmasıdır. Aslında ideoloji de böyledir. “Onlar ideolog ben politikacıyım” diyen Napolyon’un bu güzel Kartezyen ikileminin izinden giden “düşünce maddeden gelir” diyen Marx ve “rüya görün” diyen Lenin de “ideolojiyi yanlış bilinç” olarak özetler. Seyirlik temaşa ile (medya) ve/veya uyuşturucu ve estetik ilaçlarla (narkotik-diyet) bastırılan günlük hayatın sınıfsal tüm sorunları, ideoloji olarak rüya âlemine taşınır.
Simya ise, bu ikili yapıyı “altın ortada” birleştirmeye çalışan günümüzün bilimidir. Maksadı, altın yapmak gibi takdim edilen Simya, Jung’a göre aslında insanın altın (doğru) benliğini bir potada eritmeyi amaçlayan Orta Çağ’a özgü bir psikanalizdi. Geçmişi, ezoterik Eski Mısır’a ve Yahudi Kabalasına kadar giden okült ve hermetik bir maceradır. Descartes’in Rasyonalizminin aksine Deney yapar ve Bacon’un Ampirizmine karşın Teori kurarak, sembolik dünyanın tasvirine Rasyonel (kullandığı elementlerin oranlarını ayarlayarak) düzeyde yer verir.
Yani günümüzün Baconcu din ve bilim birliğinde somutlanan Kartezyen beden ve ruh ayırımını, solve et coagula ilkesi (birlikte çözülme) ile somutlamaya çalışır. İşte, Jung’u temel alırsak, rüyada gördüğümüz tekli hararet Simya’dır. Gündelik hayatta gördüğümüz ikili soğukluk ise Kimya.
Simya ve kimya ile rüya ve ideoloji ayırımı bize pornografik-şizofrenik bir hayat yaşamaktan başka hiçbir olanak tanımaz.
İster Gazalici Müslüman olalım, ister Descartesçı Hıristiyan veya Kabalacı (Freud’un tanımlamasıyla Medyen’li Musacı) Yahudi, dünyanın neresinde yaşıyor ve yaşanılıyor olsanız da, içinizdeki sıkıntı, Rüya ile Simya’yı, Kimya ile İdeoloji’ye dönüştürmenin Fuzuli bir uğraşı içinde olmanızdan kaynaklanır. Bunu da ya medya pornografisi ile ya da narkotik-diyetik işkencelerle çözmeye çalışırsınız. Hatta New Age gibi safsatalarla ki yukarıdaki yaklaşımım benim de bir New Ageci olduğum sanısı uyandırabilir, ama değilim, bezenerek bir bal kıvamında zevk vere vere “bu acı bana yeter” diye bas bas bağırır hale gelirsiniz.
Çözüm mü? Mümkün mü?
Solve et coagula.
Medya pornosu işte bu nedenle lüzumludur, sadece sömürene değil, sömürülene de yarar. Şair’in “akrep gibisin kardeşim” dediği de işte bu ikilemli hayattan kendi kuyruğunu yiyen Simyacı yılana benzer bir biçimde kurtulamamanın tezahürüdür.
Kurtuluş yoktur, birlik ve bağımsızlık (“tevhit” de dersiniz isterseniz, Simyacılar da öyle diyorlardı ve “istiklal”) vardır. Nerede ve nereden mi, ruhu beden-beyin yapmaktan geçen süreçteki birlik ve insanı Ego değil, Ben yapan üretim paylaşımlı ve katılımlı hayata dönmek için insanı ikilemde (doğru-yanlış; iyi-kötü; sevap-günah) bırakan hayattan bağımsızlık.
Bas bas bağıran Soma pornosu medyası ile sansürlenen Ermenek pornosu medyasının meydanını isterseniz, biraz kolay değil ama (Oku!), bir de böyle değerlendirin. O zaman “Alo Fatih, sansürleyin hepsini” diye bağıran ile “Pornomuza dokunma, neden sansürlediniz” diye bağıranın aynı olduğunu göreceksiniz. Zor tabii… Ama yine de Oku!