Tekin Sönmez artık SonMez olarak yazıyor. İyi de etmiyor. Romana, ropörtajdan, ropörtaja gezi yazısından, gezi yazısına şiirden geldi. Asıl mesleği bir kuyumcu inceliği ile mısra dökmek, pırlanta yontuculuğu ile şiir dizmek, militan estetiği ile kafiye, vezin yerleştirmek. Hoş o vezinsiz yazardı. SonMez’e nasıl geldi? Demirci gibi şafaktan, kuyumcu gibi güzellikten, şair gibi romandan damıttı yazılarını, adını neden değiştirdi?
Yerleşik ve yazar olduğu İsveç alfabesinde “ö” var. Tüm İskandinav alfabelerinde var. İlk Türkçe metin Orhun taş yazıtları İskandinav alfabesi (runik = futark) ile yazıldı. İlkini ilkte yaşıyorken, Sön’ü Son yapmak niye?
Tekin Sönmez, Yansıma dergisini yayınlarken de, benim için bugün de, şair. O zaman da Sönmez’di; şimdi de. Peki romancı nasıl oldu?
Yazara tür yasak değildir. Her şeyi yapabilme özgürlüğü, ifadenin özgürlüğünün tamamlayıcı bütünleyicisidir. Yetenek ve birikim yazara geçişler sağlar, ifadesinin biçimini, kabını yontar. İçine söz, anlam, heyecan dolar.
Romancı Son Mez’i keşfimin geçmişi dört yıla varıyor; Pera denemeleri ve röportajları da şiir kıvamında, romanları da şair duyarlığında. Benim için tek mesleği var Tekin Sönmez’in, yazar. Ama şiir yazar.
Elindeki önemli bir birikimi, 12 Mart karanlığındaki günlerde gençleri aydınlatmak için kullandı. Kendi dergisi Yansıma’da şiirlerini yayınlamadı. Orada sadece ülkenin karanlığına bir mum yakmak için, yazarları topladı, ki ne toplama, hem eskiler Dinamo gibi, hem yeniler Mert gibi, hepsi yan yana kucak kucağa sayfalara taştı. Kendisi hep şafağın, gelecek güzel günlerin kuyumcusuydu, onu bile kendine çok gördü, demirciyim dedi.
Elimizde, SonMez’li, Sönmez’li önemli bir külliyat var. Kars yaylağından, Muğla ovasına kadar. Dede Korkut’tan Homeros’a uzanan. Tüm Anadolu yani.
Yıllar sonra buluştuğumuzda ve yeni eserlerine okumak için eğildiğimde beni ilk çarpan, aynı şeyleri yazıyor olduğumuzdu. Varlık’ta yazdım bunları. Aynı pınarın billur suları, ikimize de yansımıştı.
Elimde Aşk’ı Kitap, Kitab’ı Aşk Beyoğlu var. Yıllar önce Kadıköy-Kalkedon’luyduk, şimdi Pera-Beyoğlu olduk.
Simurg dünyanın ilk yazılı kuşu, zümrüt-ü anka’sı…
Kalkedon’da, Yansıma’nın ilk hammaliyeleriyle birlikte ilk yazarlığımı tattığımdan otuz yıl geçti. Tekin Sönmez’i sanal olarak buldum. Pera’da buluşmamızı Aşk’ı Kitap, Kitab’ı Aşk Beyoğlu’nda şöyle anlattı: ”Yansıma’da ilk yazılarını yayınladığım (1972) Prof. Veysel Batmaz ben ülkeden ayrıldıktan otuz yıl sonra, intenet üzerinden izimi sürmüş, bir gün bir ileti aldım. Beyoğlu semtinde buluştuk.” (s: 18). Son Mez’di artık. Onu Simurg’a götürdüm. Oysa, Tekin Sönmez’i olarak, Pera’da değil de Kalkedon’da bulmak isterdim. Hoş artık ne Pera kaldı, ne Kalkedon, ne de Yansıma’daki adımla Mehmet Veysel. O da zaten Son Mez olmuştu.
Sahafiye Simurg’un sahibi İbrahim Yılmaz, ona tanıştırdığım Son Mez’in Tekin Sönmez olduğunu duyunca, hemen kitabevinin arka odalarında kayboldu ve elinde Kanatsız Kuş ile geldi. Oysa, Simurg kanatlı bir kuştur, kanatlarını çırptı mı, bilgi ağacının çiçeklerinden tohumlar, yeryüzüne dökülür. Simurg İbrahim Üstad’ın elinde ise genç şiir ağaçlarını Yansıma’da dölleyen Tekin Sönmez’in kitabı var. Bakıştık. İbrahim, “lütfen oğlum için imzalar mısınız” dedi. Birden Simurg Sönmez oldu.
Son Mez’in Tekin Sönmez’e yeniden dönüşmesini, öyle kalmasını işte bunun için isterim. Zaten benim için o hâlâ Tekin Sönmez. Roman da yazsa, bizi arkaik gezintilere de çıkarsa… O benim için ilk ve hep şair Tekin Sönmez.