Sosyolojinin babalarından addedilen Max Weber,20.yüzyıllın hemen başında,1905’te yazdığı bu kitabında yukarıdaki soruya cevap aramıştır.Öyle ki Weber’in kitabı yazmaktaki tek amacı,sadece kapitalizmin köklerinin sorgulamak değil,bizzat kapitalist batının köklerini sorgulamaktır.Bu yönüyle eser,Cemil Meriç’in ‘’Doğu ve Batı bir beynin iki yanı gibidir.Batı’yı anlamadan Doğu’yu anlamak,Doğu’yu anlamadan Batı’yı anlamak kabil değildir’’ sözünden yola çıkarak,kendini iki taraf arasında bir köprü olarak tarif eden’’Türkiye İnsanı’’için önem arz etmektedir.
Kitabın hemen başında yazar kapitalizmi her yönüyle tarife ve tahlile soyunur.Bu bağlamda’’kapitalist eylem’’i kısacası şekilde tarife eder:Değiş tokuş fırsatlarının kullanımında kazanç bekleme üzerine kurulu,yani biçimsel ve barışçıl kazanç fırsatları üzerine kurulu eylem.Bu tanımdan hareketle kapitalizmin tarihinin eski dönemlerindeki uygarlıklarda da,doğal olarak,var olmuştur.Tahmini para girdisi ile tahmini para çıktısı arasındaki hesaba bağlı kalınarak yapılan ekonomik eylemin temelini teşkil eder ki bu temel,batıdan önce de vardır.Hatta Çin uygarlığında,modern ekonomik sistemin en önemli ayağını teşkil eden liberalizmin mottosu olarak dillendirilen’’Laisse faire(Bırakınız yapsınlar)’’fikri bile muvcuttu.Ancak batının kapitalizmini farklı kılan önemli bir husus vardır:Rasyonalizm.Diğer uygarlıklarda,herşeyden önce,özgür emeğin bir işletme içerisinde mantıksal bir örgütü yoktu.Bundan sonra yazar analizinde Türkçe karşılığı mantıkilik olan rasyonalizmin belirli bir düşünceler sistemi olduğunu söyler ve objektif yorum ekler:Bir düşünce sistemi içerisinde mantılı \\rasyonel gelen bir fikir,diğer bir düşünce sistemi içerisinde pekala mantıksız\\irrasyonel gelebilir.Bu nedenle kendi düşünce sistemi içerisinde hiçbirşey ‘’akıl dışı’’değildir.Dolaysıyla batı biliminin özelliklerine,bilhassa matematik, deneysel ve mantıki temeller üzerine kurulan doğa bilimlerine bağlı rasyonellik,içinde bulunduğu sisteme bağlı olmak suretiyle rölatif bir kavramdır.Bu açıdan yazar titiz bir objektiflikle özeleştiri yapar ve batı medeniyeti açısından,kendilerine göre rasyonelleştirilmiş kapitalizmin,diğer herhangi bir medeniyet mensubuna irrasyonel gelebileceğini, dolaysıyla batının ‘’akıl dışı\\irrasyonel bir yaşam biçimine doğru rasyonelleşmekte olabileceğini’’ ima eder.Burada önemli olan soru ise rasyonelleştirmenin hangi doğrultuda işlediğidir.Bu sorunun cevabı kitabın ilerleyen bölümlerinde yatar:Batı rasyonelleşmesi,bir diğer ismi Amerikan pragmatizmi olan bireysel faydalıcığı doğrudur.
Bu aşamada yazar,mezhepler ve sosyal tabakalaşma konusuna eğilir.Batıda,kitabın yazılmakta olduğu yıllarda,özellikle Katolik basınında şöyle bir görünümü vardır:Sermaye sahipleri ve işverenler,hatta işçi sınıfının eğitim görmüş yüksek tabakası,özellikle çağdaş işkollarında yüksek düzeyde teknik ve ticari eğitim görmüş personel,Protestanlık ve sosyal tabakalaşma arasında var olduğu iddia edilen ilişkiyi ve –varsa şayet- bu ilişkinin sebeplerini araştırmaya koyulur.Bu bağlamda,kapitalizmin etraflıca tarifi ve tanımını yaptıktan sonra ,Hıristiyan mezhep ve tarikatlarını incelemeye başlar.
Batı Avrupa’nın egemen mezhepi olan Katoliklik,öte dünyalığa ve asketizme vurgu yapar.Bir katolik bu dünyanın nimetleri karşısında umursamazlık içerisinde olmalıdır.Protestanlar tarafından Katalokliğin bu anlayışı yapay,pür bir asketlik ideal olarak görülür ve eleştirilir.Katolikler ise karşı eleştirinini Protestanlığın sürekli, hayatın her alanında sekülerleşmeyi savunarak materyalizmi doğurduğunu söylerek yaparlar.Hayata bakış açısından aynı dilin bu iki mezhebi birbirinden oldukça farklıdır.katolik daha sakindir;daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır.Çok az bile geliri de olsa olanaklı en emin yaşam biçimi,ona onur ve zenginlik getirebilecek tehlikeli,heyacanlı bir aşam biçinine tercih eder.Atasözü şakayla karışık ‘’Ya iyi yiyin,ya da rahat uyuyun’’ der. Buna göre protestanlık iyi yemek isterlerken,Katolikler rahat uyumak ister.Ancak yazar,Protestan ruhunun belli dışa vurumları ile çağdaş kapitalist kültürün arasında olduğu sezilen yakın akrabalığın,Protestanlığın materyalistvari dünya görüşünden ve anti-asketik tutumundaki yaşam zevkinden kaynaklandığını değil, tam aksine Protestanlığın saf dinsel özelliklerinden kaynaklandığını söyler.Bu noktada Protestanlık mezhebi ,kapitalizme yol açtığı söylenen saf dinsel özelliklerine eğilmek gerekir.
‘’Beruf’’ kelimesi modern Almancada ‘’meslek’’,eski Almancada ise ‘’Tanrı tarafından verilen görev,dini vecibe’’ anlamında gelir ve kelimenin etimolojik analizi yapıldığında ‘çağırmak(rufen)’ kelimesi ile aynı köke mensup oldukları görülür.Sözcük ilk olarak,Luther’in İncil çevirisinde,Jesus Sirach ile ilgili bölümde ’’meslek’’ anlamında kullanılmıştır ve bu anlamdaki ilk kullanımdan kısa bir süre sonra Avrupa’prorestan halkları arasında,bugünkü modern Almancadaki anlamaı kazanmış ve yaygınlaşmıştır.Böylece kökü ‘’çağırmak’’olan,dinin bir temelin üzerinde bulunan ve eski dilde ‘’dini vecibe’’ anlamına geken bu kelime ,günlük yaşamın içerisine aktif olarak dahil olmuştur.Kelime bu yeni anlamıyla beraber,batı Protestanlığın toplumlarının,kendi işlerine karşı bakış açılarını da değiştirmiştir.Önceleri bu toplumlar mesleklerine, ölümlü dünyada geçimlik kazanmak için birer araç olarak bakıyorken,kelimenin dini içeriğiyle beraber,artık Tanrı’nın rızasını kazanmak için bir vesile olarak bakmaya meyillendiler.Protestan’ın zihninde artık yeni bir şey vardır:dünyevi mesleklerde ödevin yerine getirlmesinin ,ahlaki eylemin en yüksek ideali olarak addedilmesi.Günlük dünyevi eylemlere dini bir özellik ve meslek kavramına ilk kez bu anlamın verilmesi bunun temel nedenidir.Böylece meslek kavramı bütün Protestan mezheplerinin o temel dogması dile getirir ve dünyada ‘’iyi ahlak’’ın,Katoliklerin savundukları gibi manastırasketizminr geçişi ile değil,dünyevi ödevlin iyi yapılması ile elde edilebileceği inancı yerleşir,bu şekilde dünyevi ödev kişinin mesleği olur.Bu dşünceler Luther’in reformist eylemlerinin ilk on yılında gelişmiştir.
Münzevi yaşam biçiminin,Luther’e göre Tanrı katında bir değeri olmadığı gibi,böyle asketizm bencil,dünyevi ödevlerden kendini sıyıran bir sevgisizliğin ürünüdür.Buna karşın, dünyevi mesleki uğraş,ona komşı sevginin bir dışavurumu olarak görünür ve bu fikir,Luther’de ‘’öteki için çalışma’’ olarak sembolleşir.Aslında bu ‘’öteki için çalışma’’ fikri,milletlerin zenginliği (wealth of nations) isimli kitabıyla(okumadıysanız mutlaka okuyun),kapitalizmin çıkış noktası olarak kabul edilen liberal ekonominin temellerini atan Adam Smith’in düşüncesiyle tam bir çelişki içerisindedir.Zira ünlü kitabında Smiht şöyle der;’’Kasabın,bira yapımcısının ve fırıncının inayetine dayanarak akşam yemeğimizi ummuyoruz.Bunu onların kendi çıkarlarını düşünmelerine atfesiyoruz.Onların insanlığına değil,benlik sevgilerine hitap ediyoruz’’.Kitabın bir başka yerine ise şu cümle geçer:’’herkes kendi çıkarlarını düşünerek kendisi için en iyi olanı yapması,ortak fayda sağlar.’’Yani denilebilir ki,batının iki büyük dehasının,birbirine taban tabana zıt iki fikri,aynı sonucu doğurmuştur:Kapitalizm…Zaten sonraları,Luther’in,özünde skolastik bir temele dayanan ‘’kişinin aslında komşusu için çalışıyor olduğu’’ fikri kaybolur gider ve geriye ‘’her türlü koşul altında dünyevi ödevin yerine getirilmesini Tanrıyı hoşnut kılan tek yaşam biçimi olduğu,Tanrının dilediğinin de ancak bu olduğu ve bu yüzden de onaylanmış her mesleğin Tanrı katında aynı değerde olduğu ‘’ görüşü kalır.Bu noktadaki ‘’ onaylanmış her meslek Tanrı katınd aynı değerdedir’’ görüşü aynı zamanda şu önermeyi doğurur:Bütün meslekler aynı değerdeyse,kerkes işini en iyi şekilde yapmalıdır.Bu önerme sonraları ‘’İşini iyi yap’’ cümlesinde kristalleşerek,asırlar sürecek olan batı kalkınmasının mottosu haline gelir.
Kitabın son bölümlerine doğru yazar,’’bugünün kapitalistleri’’dediği,kitabın yazılış döneminin -19. yy.ın- kapitalistlerini tarif eder.Kapitalizm batı medeniyetini düşünçe köklerine iyice yerleştikten sonrakiyüzyılda,19.yüzyılda,’’kapitalist ruh’’ taşıyanlar,kiliseye tümüyle karşı olmasalar da,kayıtsızdırlar.Cennet ve cehennemle ilgili korkutucu ve can sıkıcı temalar,onların neşeli kişilikleri ile uyuşmaz.Din onlara,insanları dünya işlerinden uzaklaştıran bir araç olarak görünür.Onlara,bu durmak bilmeyen koşuşturmalarının anlamı ve sahip olduklarıyla neden hiçbir zaman yetinmedikleri sorulduğunda-tabii eğer cevap verirlerse- bu biriktirmenin çocuklarının ve torunlarının geleceği için olduklarını söylerler.Sürekli çalışmak isterler.Böylece,içindeki dini vurgudan sıyrılmış ve gelenekselliği yenmiş olan kapitalizm,kendi kendini idame ettirecek duyguyu ‘’kazanma güdüsünü’’,batı insanın benliğine tam merkezine ikame etmiştir.
Sonuç olarak kitap, batının ekonomik olarak gelişmesi başta olmak üzere,batının kültür köklerine analizini yapmak suretiyle batı için ciddi bir önem arzettiği gibi,kendisine,’’Batı Medeniyetini model alarak gelişmeye çalışan diğer dünya milletleri için de önemlidir.Zira,eğer modern batının gelişim dinamikleri doğru tespit edilirse,dünyanının birçok yerindeki (Latin Amerika,Afrika,Güney Asya) batı modelli gelişim hareketi başarıya ulaşabilir.Ancak burada analizden çıkan realite,batı modelli bir gelişim hareketinin çıkmazını okuyucunun nazarına verir.Zira batı,analizde incelendiği gibi,sadece kendi kültür köklerinde,nev-i şahsına münhasır dinamikler üzerinden ‘göreceli’’başarısını yakalamıştır.Dolaysıyla model alınması gerek şey Batı medeniyeti değildir.Batı kendine has dinamikler üzerinden geliştiğine göre ,dünya milletleri dekendilerine has dinamikler üzerinden,kendi kültür köklerinden beslenerek gelişeceklerdir.Bu tarz gelişmeye örnek olarak ise Japonya gösterilebilir.Bu gibi çıkarımlara olanak sağlaması açısından kitap,batı dışındaki diğer dünya milletleri için de önemlidir.Aynı zamanda eser,modern batının temelleri sorgulaması açısından batı için arz ettiği değeri;batı medeniyeti var olduğu sürece koruyacaktır.