Sol bize ait, şunlar solcu olamaz, tapulu arazime gecekondu yaptırmam tavrı doğru değil. Şimdi siz kendi ideolojik konumunuza, değer sisteminize güveniyorsanız, öz güveniniz varsa başkası ile temastan korkmazsınız. Temas zenginleştirir.
12-13 Ocak 2019’da İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan İslam ve Sol Çalıştayı’nda 16 konuşma iki yazılı tebliği sunuldu. Konuşmacıların mesajlarını bu yazı dizisinde aktarmaya devam ediyoruz. Bugün Prof.Dr.Yüksel Taşkın’ın konuşmasından mesajları sunuyoruz…
***
İslamcılarda sağcılaşma süreci var
Doksanlarda başkanlık geleneklerimizde var deseniz, çok ciddi bir İslamcı itiraz oluşurdu. 1990’ları takip eden birisi olarak söyleyeyim, o dönemin İslamcı entelektüel adayları şöyle söylerdi; nasıl geleneği översin? Çünkü gelenek İslamı yozlaştırmıştır, sağcılaştırmıştır. Biz ise devrimci bir ütopyaya sahip olmak istiyoruz, yani yenilenmek istiyor sıfırlanmak istiyoruz gibi bir şey söylerdi. Ama böyle bir itirazın ne kadar cılız olduğunu fark ediyorsunuz herhalde. Erdoğan başkanlık geleneğimizde var dediğinde, çok doğal kabul görmüş ve itirazlar çok cılız kalmıştır. İşte oradan buraya gelen bir sağcılaşma sürecini gösterir aslında.
Esas hegemonik yapı milliyetçi-devletçi anlayıştır
Ben Türkiye’de esas hegemonik biyolojinin milliyetçi-devletçi anlayış olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu hegemonik anlayışın uzağında konumlanabilmek benim için çok olumlu bir şeydir. Bunu mesela siyasal İslamcılar yapar olumlu karşılarım, ya da başka bir siyasal anlayış yapar, sol yapar, mesela Ecevit 12 Mart’ta en net karşı çıkan kişiydi, bu bir kopma arzusunu gösterirdi. Bu da o an benim için olumlu bir şeydi. Yani şunu söylemeye çalışıyorum; Türkiye’de devletçi-milliyetçi sistem, bu devletin etrafında oluşan bu sistem, genel olarak toplumsal kesimlerin yararına bir şey değildir . Şöyle bir genel basit özetlersem üretken olmayan, emeğiyle geçinmeyen, liyakati olmayan kesimlerin yükselmesine dayanan bir sistemdir bu. Aslında toplumsal faydası olmayan, kamu yararı olmayan bir düzendir bu. Ben sol sosyalist alanlarda şunu söylerim; kapitalizmin yarattığı düzene, başka türlü siyasal, kültürel temellerle, hiyerarşilerle sahip çıkan bir anlayış. Yani milliyetçi- devletçi sağ anlayış esas penceresidir ve sadece milliyetçilik değil burada devletçiliğe de dikkat çekiyorum. Son dönemde bunun hortlamasını şahit oluyoruz.
Herkesin herkesten öğreneceği şeyler var ve her temas iz bırakır
Efendim sol bize ait, şunlar şunlar solcu olamaz, bunlar bunlar solcu olur, ben kendim de böyle bir şey görmüyorum, tapulu arazime gecekondu yaptırmam tavrı. Ama bazı kriterlerim var. Benim bu bahsettiğim esas meselemiz bence. Esas mesele olarak gördüğüm şeye karşı nasıl bir tavır takınılıyor. Yani buna karşı bir özerkleşme arayışı var mı ? Kopma arayışı var mı? Buna bir direnme çabası var mı? Pek çok siyasal tavrı, duruşu buradan yargılıyorum. Yoksa şu tartışma bence çok fazla hoş olmuyor. Efendim sol zaten bize ait, sen gelemezsin gibi, ben böyle tepkilerde aldım. Bunlar hoş değil çünkü, herkesin herkesten öğreneceği şeyler var ve her temas iz bırakır. Şimdi siz kendi ideolojik konumunuza, değer sisteminize güveniyorsanız öz güveniniz varsa başkası ile temastan korkmazsınız. Temas zenginleştirir.
İnsanlar artık daha fazla samimiyet istiyor, kullanılmak istemiyor
Aslında buradaki birliktelik ne kadar ihtiyaç olduğunu hissettiriyor şimdi. Fakat birazcık öz eleştiri, birilerine eleştiri yapacağım. Türkiye, bu tarz samimiyetle bir araya gelme olayında iki büyük istismara maruz kaldı. Birisi işte Gülen cemaatinin diyalog meselesinin iktidar arzusu için istismar edilmesi. Bu çok insanı kırdı, öteledi. ikincisi de, aynı şeyi AKP’nin ”artık benim sol liberal kesimle İşim bitti” dediğinde yaptığı şeydi. Dolaysıyla bütün bunlar, bu diyalog samimi yan yana gelme çabalarımız bir suikasta maruz kalıyor şeklinde bir algı yaratıyor. Şimdi ben böyle bir algının da anlayışla karşılanması gerektiğini de kabul ediyorum yani bunu birbirimize bakmayalım, mahallerimize kapanalım demiyorum ama bunun bu tarz iletişimin diyaloğunda, önünde bu tarz şeylerde var insanlar artık daha fazla samimiyet istiyor kullanılmak istemiyor. Dolayısıyla bunu da vurgulamış olayım. Aslında bu tarz bir araya gelişlerin yeniden başlaması bir ihtiyaç olduğunu göstermekle beraber yakın tarihimizde bu tarz sıkıntılar yaşandı diye düşünüyorum.
İslamcı sol dediğimiz örgütler devleti ele geçirdiği zaman sağcı oluyor
İslam sol olur mu, olmaz mı? Bugünkü çalıştayımızın konusu. Ben şöyle bir genel bir şey söylemek istiyorum. Örneğin 1979’dan önce İran’da Şiiliğin daha devrimci bir tanımlaması vardı. Ali Şeriati nin üzerinden geldi. Ali Şeriati, devletçi ve donmuş insana karşı, dinamik bir İslamı savunuyordu, ezilmiş insanlar üzerinden İslamı savunuyordu. Fakat orada halkın mücahitleri diye bir yapı vardı, İslamcı sol diyebileceğimiz. 1977’de halkın mücahitlerinden bir Grup kopup kendini Marksist-Leninist ilan ediyor. Yani 1970’lerde böyle enteresan harmanlamalar oldu. Fakat daha sonra İslam devletleştiği zaman, İran’da yani devlet ele geçirilip tek tip insan yaratıldığı zaman, işte bu solla alakası olmayan sağcı bir insan olmuş oluyor.
Demokrat olmak da bitmemiş bir projedir
Bağlam ve koşullar insanları şekillendirirler. Hala ısrarla Türkiye’de koca koca entelektüellerin bağlama bakmadan yaptıkları analizler beni çok ürpertiyor. Sadece donmuş bir cümleye ve metne bakarak yargılamak aslında sosyal kesimlerde de kabul gören bir şey değildir. Yani metin dediğiniz şey hayatın içinde yorumlanır ve hayata göre yorumlanır. Dolayısıyla mesela bir kişi şunu söylediğinde kardeşim ben emek ve adalet için ezilmişler ile yan yana yürüyeceğim derse, olmaz sen Müslümansın sen bunu yapamazsın demek, bu hayatın akışına aykırı. Her şeyden önce demokrat olmak gerektiğini düşünüyorum ve demokrat olmak da bitmemiş bir projedir. Her gün size yeni sorunlar gelecektir. O sorunlar karşısında umut temelli, düzgün ve ahlaki tavırlar belirlemeye çalışmak sonsuzdur. bu çabalarda ki samimiyetiniz sizi demokrat adayı yapar. Demokrat oldum demekle olunmuyor.
Toplumu inşa edenler marjinal kişilerdir
Burada da toplanan insanlara birileri kesinlikle marjinal diyordur. Vakti zamanında örneğin, Nurettin Topçu, bu sosyalistler güzel şeyler söylüyor, tasavvuf ve sosyalizm arasında bir sentez olabilir mi dediğinde, 1964’lerde kıyamet koptu. Adamın canına okudular. O zaman sağcılık antikomünizm yine milliyetçi-devletçi zihniyet çok güçlüydü. Nurettin Topçu’nun o zamanki marjinal çıkışı, o zaman için marjinal idi ama bugün daha anlamlı. Belki yarın daha anlam kazanacak . Şunu söylemeye çalışıyorum bazen tarihte marjinal olmayı kabul etmek gerekiyor, farklı görüşlerdeki insanlar ana akım olmak zorunda değil. Doğru ahlaki tavrı ile ana akım olmak için bir çaba içine girince çok çamur atılacaktır. Marjinal falan denilecek. Ama tarihe geniş bir perspektiften bakanlar, bu marjinallik suçlamasına maruz kalanların, toplum inşacıları olduğunu anlarlar. Böyle bir rahatlıkla meselelere bakmakta yarar var diye düşünüyorum
Eskiden beraber dayak yiyorlardı
Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan tarihte belli dönemlerde Türkiye’de bir açılma özgürleşme anlamı oluyor. Belirli dönemlerde, 1908, 1950, 1990, 2000’lerin başı bir açılma dönemi oluyor. Bu açılma ve özgürleşme dönemi ile birlikte Pandora’nın Kutusu açıldığında bize bir hürriyet geliyor. Biz bu hürriyetle ne yapacağımızı pek bilemiyoruz. Bu dönemler uzun sürmüyor, sert bir kapanma yaşanıyor. Defalarca yaşanır bu açılma ve kapanma durumu. Buradan böyle bir şey çıkıyor. Bardağın dolu yanına bakarak açılma oluyordur, olacaktır diyebilirsiniz. Öbür tarafından baktığınızda sert bir kapanma yaşanıyor diyeceksiniz. Bizim böyle bir kendini tekrar eden durumumuz var. Açılma dönemlerinde açılmayı zorlayan 6-7 tane faktör vardır, böyle haylaz çocuklar. Bu aktörlerden bir tanesi öne çıkıyor ve devletleşiyor. Bunu biz çok gördük. İbn-i Haldun’cu anlamda taze kan getirmek derler. Çürümekte olan, ayakta kalamayacak garip sisteme bir taze kan geliyor. Dünün haylaz çocuklarından bir tanesi ben devletim diyor ve öbürlerini dövmeye başlıyor. Eskiden beraber dayak yiyorlardı. Ama sonra o dayak atmaya başlıyor , bunun nedenleri çok çok önemli. Bu durum tek yönden açıklanamaz. Bu durumun ekonomik politiği de var ve çok tekrar eden bir durum. Bu açılma kapanma dönemlerinde devletleşme yeni taze bir kanla ya da toplumdan gelen yeni bir dinamikle merkez oluşuyor AKP ile bunu gördük ve ilk defa değil bu. Demokrat Parti de aynı serüveni yaşattı 1876 dan beri tekrarlanıyor.
İnandığımız hayatı sivil alanda kurmayı öğrenmeliyiz
Bütün bu süreçte, anlayışta, özerkleşmeyi, kopuşu, devletin etrafındaki istikrarı talep etmeyen, onu belki de karşısına alan yani sivil alan alanda konumlanan, bu devlet mekanizmasının etrafında oradan koparak özerkleşerek orada konumlanan, inandığınız hayatı, sivil alanda, elimizden geldiği kadar inşa etmeye çalışarak var olmaya çalışırsanız nacak bu çözülebilecek bir durum bu. Yani şunu söylüyorum Türkiye’de pek çok siyaset lafla peynir gemisi taşıyor.
İnandığınız hayatı, sol dahil genelleyerek söylüyorum, bir şeye inanıyorsak hemen bunu oluşturmaya çalışmamız lazım ya, olur mu ya, baskıcı bir rejim var, efendim bilmem ne, hele bir iktidarı alalım da, bu olduğu sürece hep aynı şey tekrarlanacaktır. İnandığınız hayatı sivil alanda kurmaya çalışıp, ısrarla bunu savunmayı öğrenene kadar ve bizden farklı insanlarla da ortaklaşarak dayanışmayı öğrenene kadar, demin benim tekrarladığım sistematik devam edecek.
Kendim olarak yan yana gelebileceğim bir yapıdır
Devletçi-milletçi düzenek, bu sistem eşitsizlik üreten bir şey. Bunun bir ekonomi politiği vardır. Hızla zenginleşmek, hızla iktisadi alanları ele geçirmek, kültürel konumları ele geçirmek, siyasal konumları ele geçirmek üzerine bir mantıktır. Bu insanlar, aktörler dönemsel olarak bunu birbirlerinden öğrenirler, devralırlar. Buna karşı bir konumlanma içinde olan İslami sol benim için nedir ? Bu benim için demin bahsettiğim mücadelelerde yozlaşmadan uzlaşa bileceğim, kendim olarak yan yana gelebileceğim bir yapıdır. Bunu kıssadan hisse özet olarak söyleyebilirim.
Bu devletin Osmanlı’dan yana hakiki evlatları biziz
İkincisi , Türkiye’de genelde sağın hegemonyası diyeyim, yani gücü diyelim. Kültürel yabancılaşma tezi üzerinden geliyor. Genellikle sağ aydınlar bu kültürel yabancılaşma tezini işliyorlar. Şunu söylüyorlar kısaca aslında, iktidarın hakiki evlatları biziz, bu milletin hakiki evlatları biziz, bizi hak ettiğimiz yerden attılar bu Kemalistler. Kemalistler de aslında dün köyden gelmiş insanlardır. Türkiye’de o anlamda bir aristokrasi yok aslında. Herkes köyden gelmiş, benim gibi. Ama bu kurgu kültürel yabancılaşma kurgusu şunu söylüyor; bu devletin Osmanlı’dan yana hakiki evlatları biziz. Kendini Osmanlı üzerinden hakim konuma getiriyor. Kültürel olarak hakiki olmayanlar, yabancı olanlar, burayı ele geçiriyor. Dolayısıyla onu tepeleyip benim buraları tekrardan ele geçirmem lazım. Benim için haktır.
En yukarıda Sünni Hanefi erkek iş adamı , en aşağıda Kürt, Alevi kadın işsiz.
İşte burada her şey başlıyor. Bu aslında tamamen iktidar sopası üzerine kurulu bir şey. Bunun oluşturduğu korkunç bir hiyerarşide var. İktisadi kaygılarla kültürel kaygıların iç içe geçmesiyle Türkiye’de çok büyük bir hiyerarşi oluşuyor. Bunu Türkiye sağı yapıyor. En yukarıda Sünni Hanefi erkek iş adamı , en aşağıda Kürt, Alevi kadın işsiz. Etnik, dini, iktisadi hiyerarşinin iç içe geçtiği bir şey var. İşte buna karşı çıkıyorsan, bununla bir derdin varsa benle müttefiksin.
İslam o değil budur tartışması siyasal alanı rahatlatmıyor
Bütün bunlar İran’da yaşandı. İran’da devleti ele geçirerek, topluma İslam dayatan devrimcilerin çoğu tövbe ettiler. Biz bunu istemiyoruz diye. Onların içinden Abdülkerim Suruş gibi insanlar çıktı ve dedi ki; İslam’ın net işaret ettiği siyasal bir doktrin yoktur. İslam’ın belirli ahlaki kaideleri vardır ve kendine göre Rumi’ci yani bizim Mevlana dediğimiz onun anlayışına ve İslami demokrasi tanımını kendince oluşturdu. İslami sol ile haşır neşir olanlar için, kendimce bir eleştiri yapayım. Ben tümden gelim yerine, o da İslam’da var aslında, sosyalist birisi de kalkıp aslında İslam kapitalist diyor, böyle alıntılarda verebilirim. İslam aslında şu, bu dememek lazım. Şunu demek lazım, konu temelli, şu konuda ben şöyle düşünüyorum, kadın-erkek eşitliğinde böyle düşünüyorum, iktisadi mesele de böyle düşünüyorum, kapitalizme böyle bakıyorum konu temelli tümden gelime doğru gidersek siyasal alanda bence meseleyi çözeceğiz. Ben zaten İslam o değil budur tartışmasının siyasal alanı rahatlatmadığını, yanlış şekilde bir eksen oluşturduğunu düşünüyorum.
adilmedya.com