İktidarlar yol, su, köprü, paralel boğaz (kanal) falan yapar sanırdım; meğer bütün mesailerini paralel bütçeye ayırıyorlarmış. Her hizmetin tarifesi bellidir, yeter ki bedeline hazır ol! Galiba siyaset bunun için yapılıyor.
İmam Hatip hocalarımız devlet göreviyle ilgili olarak şöyle derlerdi: “Yöneticilik istemek caiz değildir, yöneticilik sadece ehline teklif edilir.” Yine Hz. Ömer’in kendi oğlunun halife olmasıyla ilgili tekliflere, “Bir evden bir adam yeter.” dediği anlatılırdı. Bu İdealin hayatın gerçekleriyle paralellik göstermediğini görür, sebebini merak ederdim. İdeal yöneticilik bir nevi kendini feda etmekti. Bütün mesaini ümmetin işlerine ayıracaksın, geceni gündüzüne katacaksın, karşılığında ise sadece maişetini sağlayacaksın. (maaşını alacaksın) Ateşten gömlek yani. Bu yükü sırtına kim alır?
İktidara hiç böyle bakılmış mıdır, yoksa bu bir ütopya mıdır bilinmez; fakat her zaman, dindar-dinsiz her kul, iktidarın bir yerinden tutmak istemiştir. Fedakârlığın sebebi ne ola ki?
Arabamın plakaları sökülmüştü. Bir ortaokul örgencisi dedesinin arabasına takıp kaza yapmış. Öğrencinin babası, “Masraflarını karşılarım, davadan vazgeç.” diye beni aradı. Baba mafya izlenimi uyandırıyordu. “Oğlunun kime benzediği anlaşılıyor.” diye takıldım. Biraz konuştuk, bir ara, “Biz her aldığımız işte, o başkana yüzde on veriyorduk.” dedi. Başkanın kim olduğunun bir önemi yok; çünkü yönetici olma çılgınlığının sebebi zaten buymuş. Başbakanımız, “İnsanlara hizmet et ki devlet yükselsin.” dediğine göre, herhalde hizmet peşindeydi, adalet ve kalkınma peşindeydi, ülkenin itibarı için kendini parçalamasının nedeni de buydu.
Tabi, işin aslı başkaymış. Ses kayıtlarına bakılacak olursa, başbakan paralel bütçe peşindeymiş. Yasalara aykırı gökdelen yapmak isteyen onun kapısında, sit alanına imar almak isteyen onun peşinde… Tapelere inanmak zorunda değiliz; ama başkanın hırçın konuşmalarını dinliyorum. “Bu kayıtlar sahte!” demiyor, cevap olarak, “Yol yaptım, köprü yaptım…” diyor. Başkan hırçındı; ama şimdi daha da hırçınlaştı ve sesi çok yüksek çıkıyor. “Suçluluk psikolojisinin bir gereği” olmasın?
Başkan paralel bütçeyle isterse Balkanlar’a okul yapar, isterse muhaliflere silah alır, isterse şahsi işlerinde kullanır.
Başkana güvenseydim şöyle derdim: “Tamam, paralel bütçe yaptı; ama bir sor bakalım niye yaptı?” Fakat güvenmiyorum; çünkü hilaf-ı hakikat beyanlarda bulunuyor, üstelik bile bile. İşkence fotoğraflarını hemen diline doladı ve faili anında teşhis etti. Uzmanların beyanına bakılırsa fotoğraflar sahte değilmiş. Sanki sorun fotoğrafların sahte mi, gerçek mi olduğunda. Sorun işkencelerin kimin eseri olduğunda. İki tarafın eseri de olabilir; fakat yönetim aleyhine kullanılmak üzere uzun aralıklarla toplanıp bekletildiğine göre, muhaliflere antrenörlük yapanların tezgâhı olmalıdır ve hiç kuşkum yok ki başkan durumdan haberdardır.
Başkanın üslubunda izan tamamen kaybolmuştur. Devlet adamlığı böyle bir üslubu kaldırmaz. Devlet gelenekleri unutulmuştur. Bedeli ağır olur.
Ali Bulaç da “İki Tokat” isimli yazısında şu ifadeleri kullanmıştır:
“İki tokat yiyeceğiz: Biri küresel mafya babalarının, diğeri bu hale gelmelerinde payımız olan Suriyelilerin ahı dolayısıyla İlahi tokat olacak. Asıl ikincisinden korkalım!”
Semud Kavmi, peygamberlerinin nasihatlerini dinlememiş; nihayet gazaba uğramıştı. Hz. Salih, kavminin yıkıntılarına döndü ve şöyle dedi:
“…Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz…” (A’raf 79)