Hicrî Takvim Problemi
“Yılların sayısını bilesiniz ve senelerin hesabını yapasınız[1] diye Güneşi aydınlığın kaynağı ve Ay’ı ışığın yansıtıcısı yapıp Ay’a evreler belirleyen Tanrı’dır.”[2] ayetinde Güneş ziyâ, Ay nûr ile anlatılıyor. Ziyâ; aşırı parlaklık, kuvvetli yayılma, şiddetli ısı ve yakıcılık niteliğine sahip olmaya denir. Gözün kamaşması ve rahatsız olması söz konusudur. Nûr; karanlığın karşıtı olması yanında aydınlığın tatlı bir yayılış ve huzurlu bir akışını anlatır. Işığın kaynağına ziyâ, yansımasına nûr denilmesi Arapların yaygın bir kullanımıdır.[3] Ay, hilâl biçimiyle başlar ve on dördüncü gününde Dolunay halini alır ve tekrar zayıflayarak hilale dönüşür. Ayın Dünya etrafındaki dönüşü sırasında her gün değişik biçim aldığı noktalara, yani Ayın duraklarına menzîl denir.[4] Araplar, Ay’a yirmi sekiz menzil belirlemiş ve herbir menzile de bir ad vermiştir.[5] Arapların hurma ağacını çok iyi bilmesi nedeniyle de Ayın bu dönüşü eskimiş bir kuru hurma dalına benzetilerek anlatılmıştır.[6] İlgili ayete göre Güneş ve Ayın evreleri yılın sayı ve hesaplamalarında kullanılmak için insanlara önemli bir veri kaynağıdır.
Arapçanın leff ü neşr[7] sanatını dikkate aldığımızda Güneş ile seneler, Ay ile hesaplar arasında ilişki kurulmuştur. Takvimler genelde Dünya ile Güneş arasındaki ilişkiyi esas alan Güneş takvimleri,[8] Dünya ile Ay arasındaki ilişkiyi esas alan Ay takvimleri[9] ve bu iki sistemin karışımı olan Ay-Güneş takvimleri biçimindedir. Bütün bu takvimlerde doğrusal bir gidiş vardır. Eski kültürlerde toprağın ne zaman sürüleceği, tohumun ne vakit atılacağı, verimli bir hasadın hangi mevsimde yapılacağını bilmek, uygun av dönemini kestirmek için Ay’ın hareketlerini takip etmek zorunluydu. Çünkü Ay’ın çevrimleri[10] büyük bir düzenlilik göstermektedir. Nitekim tarih boyunca çeşitli dillerde Ay için kullanılan kelimeler bile ölçü anlamına gelen Sanskritçe me’den türemiştir.[11]
Ay, insanların psikolojik değişim ve etkileşim süreçlerinin belirlenmesinde de etkilidir. Güneş ise zamanın sabiteliğini tespitte önemlidir. Güneş yılına bağlı bir Ay takvimi uygulamak vahyin de istediğidir. Yani Güneş yılına göre belirlenmiş, ayları sabit olan, olayların zamanını değiştirmeyen bir takvim gerekmektedir. Bu gerçeklik yüzyıllardır Arap cahiliye takvimine uyma zorunluluğu üretildiği için görmezden gelinmiş, Ay takviminin Güneş takvimine göre sürekli on/on bir gün geriye gidişine methiyeler dizilmiştir. Elçi Muhammed’in doğumu, Kur’an’ın ortaya çıkışı, takva ve şükür orucunun zamanı, savaşlar, evlilikler, anlaşmalar, sözleşmeler gibi pek çok yaşanmışlıklar ancak otuz üç yılda bir kez gerçek zamanına kavuşturulmuştur.[12] Bu bir komedidir. Ağustos’ta doğan bir insan mevcut hicri-kameri[13] takvime göre ocak, mart, ekim gibi aylarda doğum günü kutlayarak ve otuz üç yıl boyunca senenin bambaşka aylarında doğarak annesini şaşırtmaya devam eder. Mesela 16 Ağustos 1969’da doğan biri hicri 2 Cemâziye’l-Evvel 1389’da doğmuşken bir seneki doğum gününü 13 Cemâziye’l-Âhir’de kutlarken üçüncü yaş gününü 24 Cemâziye’l-Âhir’de ve dördüncü yaş gününü 6 Recep’te kutlayacaktır. Çok ilginci de 2017’deki yaş gününü 24 Zi’l-Kâde’de kutlayacaktır. Gerçek doğum tarihini de tam otuz üç yaşında yakalayacaktır.[14]
Araplar, ay adı verirken yaşanılan hava koşullarını, ısı ve soğukluğu dikkate alıyordu. Yılın en sıcak dönemi olan ramazan yılın en soğuk dönemi olan ocak-şubat aylarına getirilerek hem tarihsel gerçekliğe ters davranılıyor hem de soğuk gecelere sıcak ayın ismi veriliyor. Bu durum işin tabiatında bir arızanın olduğunu göstermektedir. Celâlî takvimi ile rûmî ve miladi takvim kullanılması mevcut hicri-kameri takvimin insan yaşamına olumlu katkı sağlamadığını göstermektedir. Hâlbuki hicri-şemsi[15] takvim esas alınsaydı, aylar cahiliye geleneğine uydurulmasaydı bin yılı aşkın bir süredir hac aylarında, haram ay tespitinde, oruç zamanında sorunlar olmayacaktı. Aylar isimlerine göre gerçek zamanlarına kavuşacaktı; tarım ve hayvancılık, suyun yükselmesi ve çekilmesi hesapları, av vakitleri yine hilâl ve Dolunaya göre belirlenecek yahut Güneş takvimiyle uyumlu olduğundan pek çok iş Güneş takviminin aylarıyla bilinecekti. Şimdi yapılması gereken şey Arap aylarını isimleriyle uyumlu gerçek zamanlarına vererek, Güneş takviminin süresiyle uyumlu bir düzenleme yapmaktır. Bunu yaparken de Elçi Muhammed’in Veda Hutbesi’nde “Avlanma, kan dökme ve savaşmanın yasaklandığı ayların yerlerini değiştirmek, şüphesiz ki gerçekleri karartmada çok ileri gitmektir.” uyarısını dikkate almak gerekir. Ancak en büyük engelimiz Arap devletlerinin câhiliye inatları ve Türk/Türkiye Müslümanlığının da bedevi inadına bin küsur yıldır gönüllü vagonluk yapmasıdır.
“Toplumun algı ve anlayışında ayların sayısı[16] gökler ve yer yaratıldığından beri, insanlık saat ve takvimle tanıştığından itibaren on iki Dolunaydır.[17] Bunlardan dördü kan dökmenin yasak olduğu[18] aylardır. Aylar üzerinde oynayıp içinizdeki gerçeklik duygusunu karanlığa boğmayın, böylece de sapasağlam yaşam biçiminden[19] sapmayın.[20] Toplumda kendine Tanrısal nitelik vererek büyüklenenler size karşı toplu halde, hangi alanda ne tür savaş açarsa siz de toplu biçimde öyle karşılık verin.[21] Ancak savaş ortamını bahane ederek sorumsuzluk göstermeyin. Kime karşı ne tür sorumluluğunuz varsa onları yerine getirin. Çünkü toplum kendilerine karşı sorumluluk bilinci taşıyanları yalnız bırakmaz.[22]”[23] ayetinde yıl apaçık biçimde on ikiye bölünüyor, bunların dördünde de kan dökme, av yapma yasaklanıyor. Haram ay fikri Elçi Muhammed’in büyük dedelerinden Kusay’ın uydurması ve uygulamasıydı. Hac ticaret yollarını güvende tutma ve ticari hayatı geliştirme amaçlıydı. Mekke efendileri hac ticaretini uygun ortamda yapmak için aylar üzerinde oynuyorlardı. Hac ticaretini Arabistan’ın çok sıcak ve çok soğuk olmadıkları aylara denk getirme işlemi yapıyorlardı. Yani Ay takvimini Güneş takvimine uydurmaya çalışıyorlardı. Bunun için yıl içine bir ay ilave ederek denge kurma yoluna gidiyorlardı. Kur’an bu eyleme nesî[24] demektedir.[25] Bir yılda on iki iddet varken bazı yıllarda sene içinde on üçüncü iddet oluşmaktadır. Yani bazen on üç şehr/Dolunay oluşmaktadır. Eğer on üçüncü şehr olmasaydı ayların yeri sürekli değişecekti. Ay takvimi illa on iki olsun diye on üçüncü şehr yeni bir ayın başlangıcı sayıldığı vakit Ay takviminde geriye gidiş görülmektedir. Hicrî-kamerî takvimciler sıcak Dolunaydan itibaren on iki dolunay sayarken aynı sene içinde görülen on üçüncü Dolunaya bir diyerek devam ediyor. Bu durumda Güneş yılına göre devamlı geriye giden, yani seneyi daha erken bitiren bir takvim yılı ve takvim ayları oluşuyor ve böylece haram aylar helâl aylara dönüştürülüyor.[26] Ne var ki haram ayların belirlenmesinde bile keyfilik egemendir. Örneğin haram ay kabul edilen muharremde savaş, talan ve baskın yapılmak istendiğinde safer ayı haram ilan ediliyor. Kur’an’da bir yılın iddeti on iki Dolunaydır. Ancak her üç iddetten, yani üç Ay yılından biri on üç Dolunaya sahiptir. Ancak böylece Ay yılı Güneş yılına denk geliyor. Bunun dengesi sağlanırken de on üçüncü Dolunay sayılmıyor, bundan sonra gelen Dolunay “bir” diye başlatılıyor. Aslında buna gerek var mı diye sormalıyız?!
Ay-Güneş takviminde yılın süresi Güneş takvimininki ile aynıdır. Aylar kamerî ayla başlayıp biter. Bu takvimde yılbaşının her zaman aynı mevsime rastlaması için üç yılda bir kamerî seneye bir ay ilâve edilir. Bilindiği gibi Ay yılı Güneş senesinden on bir gün eksiktir. Bu da üç kamerî yılda bir ay eder. İslâm’a yakın dönemde ve İslâmî devirde kullanılan kamerî ayların isimleri[27] denk geldikleri mevsimlerin doğal durumlarından alınmıştır. Her ne kadar kamerî ayların vakitleri değiştiyse de mevsimlerin doğal durumlarından üretilen isimler sürekli olarak kullanılmıştır. Mesela cemâd[28] ayları, ilk bu ismi aldığında güneş yılında suyun donduğu zamana denk geliyordu. Daha sonra kamerî ayların yer değiştirmesiyle, bu ay yaza ve hararetli bir zamana denk gelse de o isim kullanılmaya devam edildi. Cahiliye devrinde, senenin ilk ayı da Muharrem kabul ediliyordu. Safer, rebiü’l-evvel, rebiü’l-âhir, cemâziye’l-evvel, cemâziye’l-âhir, şaban, ramazan ve şevval aylarını olağan aylar;[29] Zi’l-kâde, zi’l-hicce, muharrem ve recep aylarını yasaklı aylar[30] kabul ediyorlardı. Peş peşe geldiği için haram aylardan zi’l-kâde, zi’l-hicce ve muharrem aylarına serd,[31] tek olduğu için recep ayına ferd[32] deniliyordu. Câhiliye devri insanları, haram ayların kurallarına uymakta zorlanıyorlardı. Ayrıca kamerî takvim sebebiyle aylar bir önceki yıla göre on bir gün daha erken geldiği için değişik mevsimlere rastlayan hac törenlerini zi’l-hiccenin belirli günlerinde değil de havanın ılıman ve ticarî ortamın müsait olduğu gün veya aylarda yapmak istiyorlardı. Bunu sağlayabilmek için de nesî yöntemi kullanılıyordu.
Bugünkü hicri takvim ile elçi Muhammed’in kullandığı hicri takvimin farklı olduğuna dair muhteşem bir araştırmadan izahlı seçkiler yapmak istiyorum: Elçi Muhammed rebiü’l-evvel ayında Medine’ye geldiği günü başlangıç kabul eden bir tarih başlatılmasını ister.[33] Suyûtî Elçi Muhammed’in Necran Hıristiyanlarına mektup yazdığında hicrete göre tarih koyduğunu ve İmam Ali’ye mektuba “Hicretin beşinci yılında yazıldı.” cümlesini kaydetmesini emrettiğini aktarır.[34] Bu iki aktarım birleştirildiğinde hicretin Müslüman takviminde milat alındığını gösterir. Ayrıca Suyûtî, Müslümanların iş ve işlemlerinde tarih belirtirken “Elçinin Medine’ye gelişinden bir ay, iki ay sonra” gibi tarih verdiklerini anlatır.[35] Aynı aktarımı Taberî de yapar.[36] İbn Kuteybe, Müslümanların hicret ayı rebiü’l-evvel’i tarih başlangıcı olarak kullanmaya başladıklarını, daha sonra Araplar arasında senenin ilk ayı olduğu için muharreme dönüldüğünü kaydeder.[37] İbn Abbâs’a göre Elçi Muhammed’in yaşamında bu tarz bir tarihlendirme esas alındı; Ebû Bekir ve Ömer’in hilâfetinin ilk yıllarında tarihlendirme aynen devam ettirildi. Ancak sonradan her nedense terk edildi ve resmî işlemlerde yeni bir tarihlendirme yapıldı.
Müslümanlar, Medine döneminde her yıla o yılda meydana gelen önemli bir olaydan hareketle hicrete izin yılı, savaş emri verilen yıl gibi isimler vermişlerdir.[38] Hicrî takvimin resmi olarak kabulünden önce bazı valiler hicreti milat olarak kullanıp resmî belgelerde tarihen kullanmışlardır.[39] Bununla ilgili olarak Ebû Bekir devrinde yazılmış belge örneklerine rastlanmaktadır. Elçi Muhammed ile Müslümanların kullandığı takvimde ilk ay rebiü’l-evvel, son ayı ise saferdir. Buna ilk hicrî takvim, asıl hicrî takvim denilmesi[40] gerektiği gibi ilk takvim denemesi de denilebilir. Hicri Zi’l-hicce 10’da gerçekleşen Vedâ Haccı’nda nesî uygulamasına son verilmiştir. Bu yasak, Güneş yılını esas alan ve Ay’ın hareketlerini hesaplamalarında kullanan bir takvimin ortaya çıkması ve kurumsallaşmasının yolunu açmıştır. Halife Ömer döneminde hicri “15 Rebiü’l-Evvel 16”da resmi takvim kabul edildi. Ancak Kur’an ve Peygamberin uyarılarına rağmen nesîsiz hicret takvimi gitti nesili hicret takvimi geldi.[41]
Günümüz koşullarında ve Güneş takviminin egemen olduğu dünyada nesîyi tamamen kaldıran bir eşleştirme çalışması ortaya konulabilirdi. Örneğin yılın en soğuk ilk ayı ocak olduğundan cemâziye’l-evvel,[42] yılın en soğuk ikinci ayı şubat olduğundan cemâziye’l-âhir,[43] Peygamber martta veda haccı yaptığından mart zi’l-hicce,[44] bahar yağmurlarının başladığı, neşe ve sevincin yayıldığı, canlıların doğaya koştuğu, çevreye barış ve mutluluk getiren nisan muharrem,[45] mayıs hıdırellez dönemi ve ilkbaharın başladığı ay olduğundan rebiü’l-evvel,[46] meyve bolluğu zamanı haziran olduğundan zi’l-kâde,[47] temmuz yılın en sıcak gündüzlerinin yaşandığı ay olduğundan ramazan,[48] ağustosta yaz ayrılmak için yol hazırlığı yaptığından safer,[49] eylül sonbaharın başladığı ay olduğundan rebiü’l-âhir,[50] ekim insanların tarlalara dağılıp yayılması nedeniyle şa’bân,[51] kuşların yükselerek göç ettiği, gecelerin uzadığı, mevsimlerin kışa doğru ilerlediği dönem kasım olduğundan şevvâl,[52] kışın etrafa yayılması aralık olduğundan kışa merhaba denilerek doğayla barışık yaşama gerektirdiğinden ve doğanın yeni yüzüne saygıyla karşılık vermek gerektiğinden, yıl onuruyla sona erdiğinden recep[53] ile eşleştirilebilirdi. İslam tarihini çözmede de hiçbir sorun yaşamazdık.
Güneş yılı ile Ay yılı birbirine sabitlenerek geçmişe ait ciddi bir tarihlendirme çalışmasına girişilebilir. Bu eşitlemeler ay adları ile mevsimler ve anlamsal ilişkileri dikkate alınarak yapılabilir. Fakat İslam dünyasında büyük bir çalıştay yapılarak İslam tarihi, Arap dili, jeoloji, jeofizik, meteoroloji, klimatoloji ve coğrafya uzmanları bir araya gelerek ve uzun mesai harcayarak geçmişe ait tarihlendirmeyi yeniden yapabilir, nesîye son verebilir. Bu öneriden hareketle en azından ramazanın temmuz Dolunayında ortaya çıktığı, ramazan bayramı ve itikafın temmuzda olduğu netleşmiştir. Bu bağlamda örneğin 2017 ramazanı 9 Temmuz Dolunayı ile başlar 10-11-12. Dolunayda sona erer ve ardından on günlük itikaf süreci yaşandıktan sonra 23 Temmuz’da sıcak aylarda yapılan oruç ve çalışmalardan çıkış sevinci[54] ortaya konur. Başka bir yaklaşımla 9-18 Temmuz arasında itikaf biçiminde ramazan değerlendirilir ve 19 Temmuz’da sıcak yaz orucundan çıkış kutlaması[55] yapılır.
Miladi ayları hicri aylarla eşleştirme çabamız aslında çok gerekli de değildir. Çünkü İslam tarihindeki vahyin gelişi, Müslümanların Mekke’de itiraz dillerini yükseltmesi, Habeşistan ve Medine göçleri, Medine Vesikasının imzalanması, savaşlar, Hudeybiye barışı, Mekke’nin alınışı, Elçi Muhammed’in oruç tuttuğu ve hac yaptığı aylar, Âişe ve Ebû Tâlip’in ölümü, Mekke’de kuşatılma yılları, Mekkeli ve Medineli ayetlerin oluşum sürecindeki olaylar, krallara mektup göndermeler miladi olarak karşılığı belli olan tarihlerdir. Nesî’nin yasaklandığı tarihten itibaren olay ve durumları miladi tarihleriyle sabitleyip şaşkınlıktan kurtulabiliriz. Her şey de yerli yerine oturur. Geleneksel Müslümanlar da pek düşman oldukları(!) Yahudiliğin takvimine muhalefet ederek kendilerini mutlu hissederler.
“Kan dökme, savaşma ve av yapmanın yasaklandığı meşhur ayların yerlerini değiştirme veya yıl içindeki ayların sayısında fazlalık oluşturma geleneği gerçekleri gizleyip örtmenin haddini aşmış biçimidir. Kan dökmenin yasaklandığı aylara sözde uygun olsun diye toplumun yasağını delerek yasaklı ayları bir yıl yasaksız ilan ederken başka bir yıl yasaklı ilan ediyorlar. Bu tür geleneksel uygulamayı da çok beğeniyorlar. Hâlbuki gerçeklerin ortada durmasından rahatsız olup gerçekleri gizleyenleri, aydınlıkları karartanları toplum vicdanı hiçbir zaman doğrunun yanında görüp onaylamaz.”[56] ayetinde haram ayların yerlerini hilelerle değiştirme kınanıyor. Kur’an’ın haram aylar dediği şey, devrin Arapları tarafından yeri değiştirilerek uygulanan, ama en sıcak ayın Dolunayından başlayarak sayılması gereken dört Dolunay dönemidir. Bu zaman aralığı aynı zamanda hayvanların doğurduğu, yavrularını büyüttüğü, doğanın kendini yenilediği bir zaman sürecidir. Kur’an haram ayları kabul ederken doğal yasaları dikkate alarak onaylamaktadır. Bu devrede av yapılması durumunda yavrular büyüyemeden öleceğinden hayvan nesilleri tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ticaret kaygısıyla barışın bozulması, kara hayvanlarının öldürülmesi, yolların kesilip ırzların yerlerde sürülmesi, malların gasbedilmesi ve baskınların devam ettirilmesi insanlıkla örtüştürülemez. İnsanlık vicdanı daima barıştan yana dururken bu vicdani gerçekliği altın ve gümüş biriktirme, mülkiyet tekelini artırma, kölelerin sayısını çoğaltma ve sınıflaşmayı zinde tutmak için yasaklı aylardan taviz vermek insanlıkla bir araya getirilemez bir durumdur. Kur’an, ayların değiştirilmesini reddederken en temel gerekçesini de vermiş oluyor. Yani hangi ayların haram ilan edildiğini söylemek yerine tabiatın ve insan haklarının sınırını korumaya dönük bir yasaklamadan yana tavır alıyor.
“Dolgunlaştığında Ay, aşama aşama Dolunay vaziyetine dönüşen Ay, top haline dönüşen Ay[57] tanık olsun[58] ki”[59] ayetinde dile getirilen kamer gökteki Ay’dır. Şehr ise Ay’ın şöhretli hali olan Dolunaydır. Vesag, derleme, toparlama, biriktirip yükleme demektir. Ayet içinde Ay’ın derli toplu olduğu Dolunay hali anlatılır. Ay’ın her menzilde farklı biçime girerek sonunda Dolunaya dönüşmesi gibi insanlar da yaşam sürecinde uğradıkları menzillerde biçimler kazanarak sonunda dolgun ve olgun bir kişilik kazanırlar.[60] İnsanın tüm yaşam tecrübeleri ve çevreleri kişiye farklı kimlik ve kişilikler verir. Fakat insan sonunda birinde karar kılar ve o kimliğe uygun kişilikle tanınır. Bu duruma şahsiyet denir. Ancak anlatılmak istenen bu olsa da konumuz gereği Ay’ın Dolunay biçimini kazanması Ay’ın meşhur olmasıdır. Yani şehr vaziyetidir. Kur’andaki kamer Ay, şehr Dolunay, hilâl ise bildiğimiz ay başı veya ay sonu kabul edilen Ay’ın kavisli halidir.
[1] Li-ta’lemû ‘adede’s-siniyn(e) ve’l-hisâb(e)
[2] Yunus, 5
[3] YAZIR, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 4. Cilt, Yasin Suresi, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[4] Menâzîl: Menziller, duraklar, duruş yerleri
[5] Şeratan, butayn, süreyyâ, deberan, hek’a, hen’a, zira’, nesre, tarf, cebhe, zübre, sarfe, avva, simâk, gafir, zubânâ, iklîl, kalb, şevle, neâim, belde, sa’dü’z-zâbîh, sa’dübüla’, sa’dü’s-suûd, sa’dü’l-ahbiye, ferûu’d-delvil, ferûu’l-muahhar, reşa/hut
[6] Yasin, 39
[7] leff ü neşr: Toplama ve yayma demektir. İlk mısrada söylenenlerle neyin kastedildiği veya ne amaç güdüldüğünün ikinci mısrada düzenli ya da düzensiz biçimde işaret edilmesi veya açıklanmasına denir.
[8] Şemsî takvim
[9] Kamerî takvim
[10] Çevrim: sürekli değişim, düzenli dönüşüm
[11] Mënulis, mënuo, mina, mënesis, moonth, moon, mois
[12] Suudi Arabistan Krallığı en sonunda memur maaşlarını miladi takvime göre ödeyeceğini ilan ederek ilk ödemesini de 27 Ekim 2016’da gerçekleştirdi. Böylece aklın yoluna bir konuda uymuş oldu.
[13] Hicrî-kamerî: Hicreti başlangıç alan Ay takvimi
[14] www.i-takvim.com/cevir.php
[15] Hicrî-şemsî: Hicreti başlangıç sayan Güneş takvimi
[16] İddete’ş-şuhûr(i)
[17] İnne ‘iddete’ş-şuhûri ‘inde’l-lâhi isnâ ‘aşera şehr(an) fîy kitâbi’l-lâhi
[18] Erba’atun hurum(un)
[19] Dînu’l-gayyim(u)
[20] Fe-lâ tuzlimû fîy-hinne enfuse-kum
[21] Ve gâtilu’l-müşrikiyne kâffeten kemâ yugâtilûne-kum kâffeten
[22] İnne’l-lâhe me’al-muttagiyn(e)
[23] Tövbe, 36
[24] Nesî: Erteleme, geciktirme, tehir etme
[25] Tövbe, 37
[26] Tevbe, 37
[27] Muharrem, Safer, Rebiü’l-Evvel, Rebiü’l-Âhir, Cemâziye’l-Evvel, Cemâziye’l-Âhir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zi’l-kâde, Zi’l-hicce
[28] Cemâziye’l-Evvel, Cemâziye’l-Âhir
[29] Eşhurun i’tiyâdiyye
[30] Eşhurun erba’atun hurûm
[31] Birbirini peş peşe takip eden
[32] Tek başına, yalnız
[33] Taberî, III,3; Semhûdî, I,248; İbn-İ Asâkir, I,37; İbn-İ Hacer, Fethü’l-Bârî, VII,268; Ahmed B. Muhammed El-Kastallânî (ö. 923/1517), el-Mevâhibü’l-Ledünniyye bi’l-Minehi’l-Muhammediyye, thk. Salih Ahmed eş-Şamî, Beyrut 1991, I,307; Sehâvî, s. 139; el-Kettânî, Resûl-i Ekrem’in Yönetimi, I,257-259; Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makalâtü’l-Kevserî, Kahire 1372, s. 439
[34] Suyûtî, eş-Şemârîh, s. 20-21; Kettanî, II,257-259
[35] Bedreddin Mahmûd bin Ahmed bin Mûsâ bin Ahmed El-Aynî (762-855/1361-1451), ‘Umdetü’l-Kârî Şerh Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut ts., Dâr İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî neşri, XVII,66
[36] TABERÎ, III,3
[37] Ebû Muhammed Abdullah bin Müslim bin Kuteybe Ed-Dineverî (213-276/828-889), el-Maârif, thk. Servet Ukkâşe, Mısır 1960, s. 151.
[38] Ebu’r-Reyhân Muhammed bin Ahmed el-BîrûnÎ (362-440[?]/973-1048[?]), el-Âsâru’l-Bâkiye ‘An ‘Usûri’l-Hâliye, thk. C. Eduard Sachau, Leipzig 1878, s. 31; Ebû Nasr el-Mutahhar bin Tâhir (el-Mutahhar) el-Makdisî (v. 355/966’dan sonra), el-Bed’ ve’t-Tarih, thk. Cl. Huart, I-Vl, Paris 1899-1919 (Mektebetu’s-Sekafeti’d-Diniyye, Kahire’de tıpkı basımını yapmıştır), IV,180
[39] MUHAMMED HAMİDULLAH, El-Vesâiku’s-Siyasiyye, s. 380, 383, 389, 444, 445; ŞEŞEN, Ramazan, Müslümanlarda Tarih Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 9-10.
[40] Suyûtî, eş-Şemârîh, s. 20-21; Sehâvî, s. 139-145; Kettanî, I,257-259
[41] Halîfe bin Hayyât, s. 24-25; Taberî, III,3-4; Semhûdî, II,278-249; İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, VII,268-269; Aynî, XVII,66-67; Suyûtî, eş-Şemârîh, s. 19-25; Sehâvî, s. 138-146; M. Z. Kevserî, s. 439-440; Albrecht Noth, The Early Arabic Historical Tradition A Source-Critical Study, İngilizce’ye çev. Michael Bonner, New Jersey 1994, s. 40
[42] İlk soğuk
[43] İkinci soğuk
[44] Ziyaret zamanı
[45] Savaş ve avın yasaklanması
[46] İlkbahar
[47] Barış vakti, meyvelerin olgunlaştığı ve toplandığı vakit, paylaşım zamanı
[48] Sıcak ve kavurucu günler
[49] Yolculuk
[50] Sonbahar
[51] Yayılma, etrafa dağılma
[52] Yükselişe geçiş
[53] Saygı, onur
[54] Ramazan bayramı
[55] Ramazan bayramı
[56] Tövbe, 37
[57] İnşikak, 18
[58] Ve’l-leyli ve-mâ veseg(a)
[59] İnşikak, 18/Ve’l-gameri ize’t-tesega
[60] YAZIR, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 9. Cilt, İnşikak Suresi, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992