Başbakan ODTÜ’de kendisini protesto eden bir grup öğrenciden bahsederken “… biz de öğrenci olduk ama elimize hiçbir zaman taş sopa almadık. Biz herkesin bizim gibi düşünmesini istemiyoruz ama kimsenin şiddete başvurma hakkı yoktur. … Biz Ankara’da bir üniversite içinde TÜBİTAK uzay merkezinde yer alırken ne yazık ki bizim oraya geleceğimiz bilen, duyan bir kısmı o üniversitesinin öğrencisi ama büyük çoğunluğu başka üniversitelerin öğrencileri, bazıları ise öğrencilikle alakası yok terör gruplarının içinde dolaşan takımlar… Ve geliyorlar oraya sırtlarındaki çantalarında molotoftan tutunuz taşlara varıncaya kadar… Bu arada üniversite kampusünün içinde araba lastikleri yakılıyor. Ve bu tablo karşısında polisle çatışma başlıyor ve şiddete dayalı bir protesto gerçekleşiyor” Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının bam teli ise şöyle kopuyor: “Eğer bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa onlara da yazıklar olsun. Bize böyle hocalar lazım değil. Bir defa bir hoca öğrencisine ilme saygılı olmayı öğretmesi lazım.” (1)
ODTÜ’de taş atan çocukları, “olmaz olsun böyle hocalar… bu hocalar böyle öğrenci yetiştiriyorsa yazıklar olsun” diyerek suçlayan yakın bir gelecekte üniversitelerin öğretim üyeleri üzerinde sanki yokmuş gibi terör estirileceğini muştulayan Başbakan’a Edward Said’i anlatmak mümkün mü?
Pek değil! Danışmanları anlatamazlar mı ya da MKYK üyesi Profesör Edibe Sözen ikna edemez mi Başbakan’ı, kimmiş bu, Ömer Şerif’in sınıf arkadaşı, Arap Hıristiyanı bilim adamı.
Edward Said, Avroamerikan merkezli entelektüelizmin merkezlerinden biri olan Columbia Üniversitesi’nin edebiyat ve İngilizce profesörü olarak Batı merkezli anlatıya hep karşı çıktı. Filistinli bir Hristiyan olarak İsrail’e de hep karşıydı. Robert Fisk, onu Orta Doğu’nun en etkileyici ve ünlü entelektüeli olarak tanımlıyor. Bir Yahudi dergisi onu “terörün profesörü” olarak nitelendiriyor. Başkan Obama’nın hayatı boyunca en fazla etkilendiği Raşit Halidi (Said’in en yakın arkadaşlarından biri olan Columbia profesörü) ise Said’den etkilenen en önemli kişilerden biri ve Obama’nın yakın arkadaşı. Bazıları ise, Obama Columbia’da öğrenci iken Said’den en az bir ders aldığını ileri sürüyorlar. (2) Demek ki, Profesör Said Obama’nın hocası. Bir çokları ise, Barak Obama’nın Edward Said’in başta Oryantalizm olmak üzere bir çok kitabını okuduğunu ve Orta Doğu politikasını bu kitapların üstüne kurduğunu söylüyorlar. Profesör Arif Dirlik’in ise eleştirdiği bir kişi Edward Said ve buna karşılık Said Dirlik’ten övgüyle bahsediyor, nerede mi, Oryantalizm kitabında. Şöyle diyor, kendini “kaçış” ile suçlayan Dirlik için: “Arif Dirlik´in teknik bir dille tartıştığı, yeni bir ulus ötesi düzen düşüncesi doğmuştur; bu düzende devletlerin sınırları yoktur artık, emek ve gelir yalnızca küresel yöneticilere tabidir. Ona göre, Batılı akademisyenlerin, çok kültürlülük ve sömürgecilik-sonrası (postkolonyal) gibi konularla ilgilenmeleri, aslında, küresel iktidarın getirdiği yeni gerçeklikler karşısında düşünsel ve kültürel bir kaçıştır.”
Ama Said’i “seyit” (cemaatin önde gelen kişisi) yapan olay ise Columbia’lı bir üniversite profesörü olarak İsrailli askerlere 2000 yılında taş atmasıdır. Aksiyon dergisi, ölümünde güzel ve açıklayıcı bir yazı ile anmıştı Said’i. Yazının başlığı anakronik olarak ama tam da ODTÜ öğrencilerinin kendilerine biber gazı sıkan polise taş atmalarına karşılık geliyor: “Edward Sait o taşı kime attı” Başbakan Erdoğan ODTÜ’de kendisini protesto etmek istemelerini biber gazı sıkarak önleyen polise taş atan öğrencilere verdiği “ne biçim hocalarınız var, olmaz olsunlar, size taş atmayı mı öğretiyorlar” minvali aynı cevabı verebilir mi Aksiyon’un sorusuna ya da Edward Said’in kendisine? Ya da belki Obama’ya?
Profesör Edward Said, 2000 yılında Lübnan sınırındaki bir İsrail güvenlik karakoluna taş atınca, Columbia Üniversitesi’ndeki öğretim üyeliğine son verilmesini isteyenler oldu. Özellikle Amerikan üniversitelerinde çok güçlü olan Yahudi lobisi üniversitenin mütevelli heyeti üzerine çok baskı yaptı. Öğrenciler ise büyük bir çoğunlukla Edward Said’i desteklediler. Bunun üzerine Rektör Jonathan R. Cole, akademik özgürlük çerçevesinde Said’i savunan bir yazı kaleme aldı.(3)
Rektör Cole bu yazısında şöyle diyordu:
“… Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. … Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz … Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. Karşılığı, hal ve şartlar belirler. … Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. … Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, ‘doğruluk’ mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir. … Bu nedenle, Said’in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said’e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said’in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamalarn, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir…. Columbia’da öğretim üyeleri ile öğrenciler için farklı farklı belirlenmiş davranış kuralları vardır. Ne var ki, ifade özgürlüğünü içeren akademik özgürlük söz konusu olduğunda, bir öğrenciye sunulanla Said’e sunulan güvenceler açısından bir fark yoktur. Nasıl Said meselesinde ifade ve eylem özgürlüğünü savunuyorsam, öğrencilerin haklarını da aynı şekilde savunurum. Ve Said hakkında üniversitenin uygulayacağı herhangi bir yaptırım olduğuna inanmadığımı da ifade etmek isterim. Öğrenciler ve öğretim görevlileri benim de pek doğru bulmayabileceğim şeyler yapabilirler, ancak üniversitenin otoritesini asla bir dizi fikri, o sıra yönetsel pozisyonları işgal edenlerin fikirlerine uymaya
zorlamak yönünde kullanmam… [John Stuart Mill’e göre,] “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz…” (“On Liberty”, p.23)”
Edward Said ise İsrail’in en etkili gazetesi olan Ha’aretz’den Ari Shavit’e verdiği bir mülakatta olayı şöyle aktarıyordu: “Lübnan’da yaz okulundaydım, bir kaç ders verdikten sonra (Hizbullah’ın ruhani lideri) Şeyh Hasan Nasrullah ile görüşmeye gittim. Beni çok etkiledi. Genç ve basit yaşayan biri, hiç palavra sıkmıyor, söylediklerinde derin bir hikmet vardı. Amerikalılara karşı Vietnamlıların içinde bulundukları gibi olduğunu söylüyordu Israillilere karş Filistinlilerin olduğu durumu. İsralililerin nükleer gücü olduğunu ve Filistinlilerin bu orantısız güce konvansiyonel olarak karşı çıkamayacaklarını, o nedenle eğer savaşılacaksa, ellerinde kalaşnikov veya taştan başka silah olmadığından bunun uluslararası dayanışmayla başarılabileceğini, daha fazlasını yapamayacaklarını söylüyordu. Bana, Güney’e gidin, orada gördüklerinizi dünyaya anlatın dedi. Ben de bir kaç gün sonra Güney’de Fatma Kapısı’na gittim. Yanımda oğlum ve nişanlısı ve bir kaç dostum vardı. Karşımıza çıkan devasa sayılabilecek İsrail askeri polis karakoluna bakınca ürperdim. O sırada oğlum, “sen bir taşı ne kadar uzağa atabilirsin” diye anlamsız bir soru sordu. Taş kelimesini duyunca birden aklıma Nusrullah’ın sözleri geldi. Duraksamaksızın elime irice bir taş alıp karakola attım. Benimle birlikte yanımdaki herkes karakola taş atmaya başladı. O sırada elimde, aynı Nusrullah’ın dediği gibi İsrail’i reddetmenin başka bir ifade tarzı yoktu.”
Kendisine karşı o anda hiç bir düşmanca tavrı olmayan, onu engelleme girişiminmde bulunmayan ve biber gazı sıkmayan İsrailli güvenlikçilere taş atan bir Amerikan üniversitesi profesörüdür Edward Said. Bizde de İslamcıların pek sevdiği ve Dünyanın en ünlülerinden biri. Davranış davranıştır; ifade de ifade. Bir ünlü profesörün İsrail askeri polisine karşı yaptığı taş atma davranışı ne kadar meşru görülürse, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir polise yapılan taş atma davranışı da o kadar meşrudur. Edward Said’in Nusrullah söyleminden kaynaklanan sembolik taş atması ile orantısız güce karşı ODTÜ’nün ve üniversitelerin tarihsel birikiminin semiolojik taş atması aynıdır.
Ne hocalar varmış değil mi? Ne rektörler? Hadi Edward Said’e de desenize, “olsa da olur, olmasa da”…
Bugünlerde ülkemizdeki gidiş tam da Rektör Cole’un karşı çıktığı bir gidiştir. Taş atan öğrenciler aracılığı ile hocaları hedefe oturtmak ve hocalara, orantısız güç uygulanan öğrencilerini savundukları için aba altından sopa göstermek. Öğrencileri de, orantısız güce aynı Edward Said insiyakiyle, taş atarak, lastik yakarak karşı çıktıklarından gözaltına almak.
Sözün bittiği yerde son sözü Rektör Cole’a bırakıyorum: “… hakkında ABD’de veya başka bir ülkede dava açılmış olsaydı bile, üniversitenin kendi kuralları itibarıyla Said’in cezalandırılması söz konusu olmayabilirdi. Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir.”
Bunu anlatabilmek bu ülkede mümkün mü?
Meraklısı için Rektör Cole’un Yazısının tam metni:
“Bu yazı, Columbia Üniversitesi Öğrenci Konseyi’nin, Profesör Edward Said hakkında bir süredir kampüs içinde yürütülen tartışma hakkında yönetimin tavrını ifade etmesi isteğine Provost Rupp ve kendi adıma vereceğim yanıttır. Bugüne kadar böyle bir yanıt vermek konusunda pek gönüllü değildim. Çünkü bu tartışmanın başından bu yana, Columbia’nın sahip çıktığı değerlerin iyi bilindiğine, sarih olduğuna ve yeniden teyidinin de gereksizliğine inanıyordum.
Ne var ki, bu yazıyı yazacağım, çünkü büyük bir üniversitenin varlık koşulu olan temel ilkeleri hafızalarda tazelemenin yarar getireceği zamanlar olur ve sanırım bu da öyle bir zaman.
Fakülte üyelerinin sahip olduğu haklar ve güvenceler üniversite yönetmeliğinin, Columbia’daki ‘akademik özgürlüğün’ ele alındığı 70. maddesinde ifade edilir. Şöyle ki:
‘Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz; ancak akademik konumlarından kaynaklı özel yükümlülükleri olduğunu da anımsamalıdırlar.’
Said’in faaliyetleri de, diğer öğretim görevlileri gibi, bu akademik özgürlük ilkeleriyle güvence altındadır. Columbia’da bir ifade yasası olduğuna inanmadığımız gibi, ifade polisi gibi davranmayı da reddederiz. Şimdi Said’in bir ülke sınırının ötesine taş attığı şu ünlü fotoğrafa gelirsek: Bildiğime göre taş belirli bir insana yöneltilmiş değil; herhangi bir yasa ihlal edilmiş değil; bu konuda herhangi bir dava açılmış değil; Said aleyhine herhangi bir cezai veya sivil girişimde bulunulmuş da değil. Elimizde söylenti nevinden, kulaktan dolma bilgiler ve bir dizi iddialar var; ki bunlar Said tarafından kendi ifadesinde reddedilmiştir.
Said’in güvence altında tutulan türden bir ‘fikir beyanı ve ilişki’ ile iştigal halinde olduğuna inansak da inanmasak da, ortada üniversitenin el atmasını gerektiren bir durum yoktur. Kaldı ki, hakkında ABD’de veya başka bir ülkede dava açılmış olsaydı bile, üniversitenin kendi kuralları itibarıyla Said’in cezalandırılması söz konusu olmayabilirdi. Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. Karşılığı, hal ve şartlar belirler.
Aynısı öğrencilerimiz için de geçerlidir. Mesele eğer gerçekten de bir sınırdan öteye, açıkça kimseyi tehdit etmeyen bir taş fırlatmaksa, bunu iyisi mi bir kenara bırakalım. Ancak aslında tartışma, bir taş fırlatmaktan ziyade, üniversitenin yapısına-bünyesine ilişkin daha esaslı başka bir şeye işaret ediyor. Çünkü bana öyle geliyor ki, Said’in gayet iyi bilinen siyasi görüşleriyle, bu tartışmanın bu kadar hararetli ve bitmek bilmez bir hal alması arasında bir bağ var. İşte bu bağdır ki, büyük bir üniversitedeki temel değerlerin tam kalbine değiniyor.
Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. John Stuart Mill, ‘On Liberty’ (Özgürlük Üzerine) adlı eşsiz makalesinde, bize hoş gelmeyen fikirlerin ifade edilebilmesini desteklememizin özgürlük kavramı açısından niye çok önemli olduğunu belagatle ortaya koyar; ki o fikirler bizim fikrimize aykırı olabilir veya fikrimizi tehdit eder görünebilir:
Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, ‘doğruluk’ mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir.
Bu nedenle, Said’in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said’e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said’in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamalarn, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir.
Columbia olarak biz, McCarthy döneminde bile, diğer kurumların yaptığı gibi, farklı siyasi görüşleri bulunan profesörlerimize kısıtlama uygulamak veya onları işten uzaklaştırmak doğrultusundaki baskılara ve telkinlere boyun eğmedik; bugün de ifade özgürlüğünü güvence altına alan tutumumuzdan geri adım atmayız.
Bunun nedeni, üniversitede profesör olduğu için Edward Said’in güvenceli bir konumu bulunması değil, hayır. Akademik özgürlükten yararlanmak söz konusu olduğunda profesörlere mahsus hiçbir özel uygulama yoktur. Burada herkes aynı güvenceye sahiptir, Said’den ne fazla ne az. Said bir profesördür, çünkü kendi akademik alanında bir devdir; kendi dalında apayrı bir alan açmıştır. Çalışmaları ve fikirleri üzerine kitaplar yaymlanmıştır ve başka üniversitelerde hakkında dersler verilmektedir. Öğrencileri ve arkadaşları dünyann bütün önde gelen üniversitelerinde saygın görevlerde bulunmaktadr. Said, en önde gelen hümanistlerden ve entelektüellerden biridir.
Said, bir Columbia Üniversitesi profesörüdür, bu bizim en yüksek akademik derecemizdir ve kendisi bu mevkiye sadece bilimsel ve eğitsel katkıları nedeniyle gelmiştir. Onun politik görüşlerine atıfla, Columbia’daki sıfatının uygun olup olmadığını, çalışmalarının değerini sorgulamak, Said’i üniversitemizin önde gelen akademisyenlerinden biri olarak görmemize dair bakış açısını yitirmekten başka bir anlama gelmez. Bu son tartışma, hatta Said’in buradaki görevinden uzaklaştırılması yönünde tek tük öneriyle de birlikte, akademik çalışmanın kalbinde yatan gerçek değere duyduğum inancı daha da güçlendirdi. Eğer Said’in özgürce yazma ve konuşmasını güvence altında tutmayı reddedeceksek, bir sonraki bastırılanın kim olacağını da, kimin fikirlerini çekinmeden ifade edeceğini belirleyen engizisyon üyesinin kim olacağını da şimdiden düşünmeye başlamamız yerinde olmaz mı?
Columbia’da öğretim üyeleri ile öğrenciler için farklı farklı belirlenmiş davranış kuralları vardır. Ne var ki, ifade özgürlüğünü içeren akademik özgürlük söz konusu olduğunda, bir öğrenciye sunulanla Said’e sunulan güvenceler açısından bir fark yoktur. Nasıl Said meselesinde ifade ve eylem özgürlüğünü savunuyorsam, öğrencilerin haklarını da aynı şekilde savunurum. Ve Said hakkında üniversitenin uygulayacağı herhangi bir yaptırım olduğuna inanmadığımı da ifade etmek isterim.
Öğrenciler ve öğretim görevlileri benim de pek doğru bulmayabileceğim şeyler yapabilirler, ancak üniversitenin otoritesini asla bir dizi fikri, o sıra yönetsel pozisyonları işgal edenlerin fikirlerine uymaya zorlamak yönünde kullanmam.”