850 yıllık dünya mirası alevler içindeyken, Yeni Akit gazetesinin internet sitesi, haberi şu başlıkla verdi:
“Notre Dame Katedrali cayır cayır yanıyor.”
Gazeteye göre “Sözde Ermeni soykırımını tanıyan Fransa’ya Türkiye’nin ahı tutmuştu.”
Nasıl olur da Allah’a inanan bir mümin, bir tapınağın yanışını sevinç çığlıklarıyla karşılar?
Nasıl olur da mesela Haydarpaşa Garı yangınında aramadığı ah’ı Notr Dame’da bulur?
Biz bu sesi, Sivas yangınından tanıyoruz. İnsanların diri diri yanışını keyifle seyreden şeriatçılar, “Allah’ım bu senin ateşin” diye ileniyordu.
Böylesine zengin ve köklü bir mirasın, bir avuç fanatiğin elinde, böyle öfke saçan bir vicdansızlığa hapsolması ne kadar acı…
Ne yazık ki, Batı’da yeşeren İslam karşıtlığı, İslam coğrafyasında ikizini doğurdu: Aynı fanatizm, aynı hoşgörüsüzlük, aynı nefret dili…
Hangisi hangisini besleyip büyütüyor, ölçemeyiz; ama böyle bir abidenin yanışına ya da insanların boğuluşuna bakıp “Oh olsun” diyenlerin, İslamofobi’nin yükselişindeki rollerini de görmezden gelemeyiz. İnsanlık kaygısından ve empati duygusundan yoksun, her tür farklılığa ve özgürlüğe düşman bir zihniyet, sürekli nefret suçu işleyerek, İslam’ın, adı terörle anılan bir din olarak anılmasına hizmet etti.
Vicdan sahibi Müslümanlar ise, bu azılı azınlığın şerrinden çekinerek yozlaşmayı kenardan seyretti. En aklı başında din âlimleri bile, “Yapmayın, günahtır; yeryüzünde fesat çıkaranlara ahirette azap var” demedi.
Biz, İslam düşmanlığını nasıl nefret suçu olarak görüyor ve lanetliyorsak, Hristiyan düşmanlığını da aynı görüyoruz. Yeni Zelanda’da “İstanbul’a gelir minarelerinizi yıkarız” diyeni de, bir katedralin yıkılışını keyifle seyredeni de lanetliyoruz.
Korkunun değil, sevginin dinine inanıyoruz.